doktorlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doktorlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2020 Pazar

Tıp Doktorları Neden Kafa Karıştırıyor?

Yaklaşık on yıldır televizyonu hayatından çıkarmış, evdeki televizyonu TV yayınlarını izlemek dışında genellikle film izlemek ve zaman zaman da monitör olarak kullanan biri olsam da, eskiden de olduğu gibi TV programlarına çıkan bir takım doktorların birbirleri ile çelişiyor gibi görünen açıklamalarda bulunduklarını zaman zaman internet üzerinde yapılan paylaşımlarda görmekteyim. Bu durum tıp eğitimi almamış bizlerin kafasını karıştırmaktan öteye gidemiyor. Hangisine inanacağımızı bilemiyoruz.
Açıklamalarıyla olay yaratabilen Dr. Mehmet ÖZ 

Öncelikle bilim dalları, tıp ve mühendislik gibi alanlarda eğitim almış, bu alanlarda çalışan insanların diğerlerine göre kendi alanlarda teknik üstünlüğü vardır. Onlar sizin zaman zaman yorum dahi yapamayacağınız şeyler söylerler ve ne derlerse doğru kabul etmek zorunda kalırsınız. Doktorlar diğer insanların en sık karşılaştığı teknik üstünlük sahibi kişilerdir. Hasta olup doktora gittiğinizde hekimin verdiği reçeteye müdahale edemezsiniz. O ilacı istemem diyemezsiniz. Yapabileceğiniz en çok varsa bildiğiniz alerjiniz olan ya da sizde yan etki gösteren ilaçları doktora söylemek olur. Belki de iğneden çok korkuyorsunuzdur ve doktora mümkünse iğne yazmamasını rica edersiniz. Ancak doktor ısrar ederse korkunuza rağmen uyarsınız. Çünkü doktor teknik üstünlüğe sahiptir. Eğer doktorun yeterliliğinden şüphe ederseniz belki bir başka hekime daha görünmek istersiniz. Ancak sonuç değişmez. Doktor ne derse o!

Bu durumun istisnası olan hastalar ancak kendi de doktor olan hastalar ile doktorun söylediklerini anlayıp yorum yapacak kadar konuya hakim, tıp ile yakın alanlarda uzman kişiler olabilir. Örneğin bir  farmakolog hasta olduğunda doktorla hasta olan bir esnafla aynı şekilde konuşmayabilir. Daha farklı sorular sorabilir, doktorun ne dediğini daha iyi anlayabilir.

Kimse hasta olmak istemez. Daha sağlıklı olmak için doktorların çeşitli alanlarda yaptıkları açıklamaların özellikle de yakınlarında hastalıklarla mücadele eden insanlar bulunan kişilerin ilgisini çekiyordur. Ancak doktorun biri başka diğeri başka bir şey söylediğinde kafa karışıklığının yaşanması kaçınılmaz. Aynı anda birkaç doktora muayene olmak ve her birinden ayrı şeyler duymak gibi bir durum. Tamam tıp eğitimi almamış kişiler olarak doktorların dilinden her zaman anlamayabiliriz ama birbirleri ile çelişen açıklamalar yaptıklarını anlamak için de tıp okumaya gerek yok.

Ekranlara çıkan doktorlar arasında açıklamalarıyla gündem oluşturan en popüler sanırım Canan KARATAY'dır. Canan KARATAY'ın geçmişine bakıldığında aldığı eğitim ve yaptıkları söylediklerinin yabana atılmaması gerektiği anlaşılır. Üstelik söylediklerini desteklemek için yapılan araştırmalar ve yapılan yayınlara atıflar da yapan Canan KARATAY meslektaşları ile neden bu kadar ters düşebiliyor?

Bir diğer önemli isim de genç sayılabilecek yaşta büyük başarılara imza atmış ve çok sayıda çalışması yayımlanmış Oytun ERBAŞ'tır. Oytun ERBAŞ'ın bazı açıklamaları Canan KARATAY ile son derecede ters düşer. Özellikle de karbonhidrat ve yağ tüketimi konusunda ayrışıyor gibi görünürlar. Peki biz neye nasıl karar vereceğiz?

Öncelikle her ikisinin de boş konuşmadığını kabul etmek gerekir. Canan KARATAY doğal beslenme düzenimizin işlenmiş gıdalar nedeniyle bozulmasından ve bunun sağlığımıza olan etkilerine odaklanmıştır. Oytun ERBAŞ ise beslenme konusunda her ne kadar Canan KARATAY'la ters düşen şeyler söylese de, meselenin temelinde ölçü algısı yatar. Canan KARATAY şeker yemeyin derken, sağlıklı ve doğal beslenen birinin menüsünde zaten doğal olarak ihtiyaç duyduğu şeker bulunacağından, işlenmiş şekere karşıdır. Günümüzde obezite sorunu ile karşı karşıya bulunan ABD'de tadı insana güzel gelsin diye içine şeker katılmamış hemen hiçbir yiyecek yoktur. 

Oytun ERBAŞ'a günde ne kadar şeker ya da kalori almamız gerek diye sorarsanız size belirli bir limit verecektir. En azından belirli bir aralık. Bir programında insanlar için kilonuz 100'ü geçmesin demiştir. "Baklava olmadan yaşanır mı ya!" diyen Oytun ERBAŞ, sürekli baklava gibi şekerli şerbetli şeylerin tüketilmesine de karşıdır. Çünkü aksi halde insanların kilosunu 100'ün altında tutması pek mümkün olmaz. 

Aslında televizyonlara çıkan doktorların hemen hepsi doğruları söyler. Sadece ifade biçimleri konuya hakim olmayanların ve doktorların söylediklerini sağlıklı değerlendiremeyecek kişilerin kafasını karıştırır. Şeker en doğal meyveden sebzeden tutun da et ve süt ürünlerine kadar her şeyde vardır. Şeker yemeyin diyen bir doktor çay şekerini ve şekerlemeleri ve tatlılar gibi şeker kaynaklarını kast ediyordur. Baklavasız hayat mı olur diyen Oytun ERBAŞ gibi doktorlar ise arada kaçamak yapmanın sorun çıkarmayacağını ifade ediyordur. Yani arada bir iki küçük kaçamak yaparsanız çok sorun olmaz ama biri ki dilim baklava ile yetinmez de tepsiyi bitirmeye kalkarsanız komaya girme riski ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Kaldı ki Canan KARATAY pek çok şeyi sert ifadelerle yemeyin derken, bir programda biz ne desek diyelim zaten arada yiyecekler, ama ne kadar kesin konuşursak arada daha az yerler anlamında ifadeler kullanarak konuşmasındaki sertliğin ve kesinliğin amacını ortaya koymuştur. Kaçamak zaten yapacaklar, sert konuşayım da kaçamağın ölçüsünü kaçırmasınlar düşüncesinde olduğu söylenebilir. 

Televizyonlara çıkan doktorların sözüne itibar etmeden önce ismini internette kontrol edip geçmişine bir göz atmak gerekir. Ülkemizde herhangi bir alanda sözüne itibar edilecek bir geçmişi bulunmayan kişilerin uzman vs ünvanlarla yayınlara çıkarıldığı da bilinen bir gerçek. Bunların arasında doktor var mıdır bilemiyorum ancak ünvanı ne olursa olsun herkesin geçmişini bir incelemek, geçmişte aldığı eğitimler, gösterdiği başarılar doğrultusunda söylediklerine itibar edip etmemeye karar vermek gerekir.

12 Nisan 2015 Pazar

Hasta Mısınız Müşteri Mi?

Sağlık sektörü çok enteresan. Bir yanda insan sağlığı var, öte yandan dönmesi gereken çarklar. Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık personelinin maaşları ödenmeli. Gerekli tıbbi cihazlar temin edilip bakım ve onarımı yaptırılabilmeli. Hastanaler işletilebilmeli ve giderleri karşılanabilemli. İlaçların ve diğer tıbbi sarf malzemelerinin temini sağlanmalı. Tüm bunlar ciddi bir ekonomik yük demek. Bu yükün külfetini ise başta hasta olanlar, yani bu sistemi kullanmak zorunda kalanlar karşılıyor. Her hizmetin olduğu gibi, sağlık hizmetinin de bir bedeli var. Olması da doğal.

Bazı ilaçlar ve tedavi yöntemleri diğerlerine göre çok daha pahalı. Bu da tamamen arz/talep dengesi ve üretim tekniği ve teknolojisi ile açıklanabilir bir durum. Farazi örneklerle açıklarsak; diyelim ki bir hastalığın ilacı dünyada yılda 1 miyar kutu tüketiliyor. Bu ilacı üretenler için ciddi bir rakam. Bu durumda ilacı üretmek için seri üretim tekniğini tercih edeceklerdir ki bu da üretilen her kutu ilacın maliyetini önemli ölçüde düşürecektir. Ancak nadir görülen hastalıkların ilaçları çok az sayıda talep edilmekte. Üreticiler bu ilaçları düşük miktarda satabildikleri için üretmek de istememekteler. Çünkü üretim ve pazarlama açısından karlı bir iş değil. Bir fabrikanız olsa yılda sadece 1 adet satabileceğiniz bir ürünü üretmek için tüm sistemin ayarlarını değiştirmek istemezsiniz. Bunu yaparsanız da ortaya çok yüksek maliyetli bir ürün çıkar ve fiyatı da yüksek olur. Nadir görülen hastalıkların ilaçları bu nedenle pahalıdır. Bir diğer etken de ilaç hammaddesinin üretim ve temininin zorluğudur. Ne kadar kolay üretilebilen bir etken madde ile ilaç yapılıyorsa fiyat o kadar düşük olur. Aksi durumda fiyat yükselecektir.

Sağlık denilince, hastalık nadir de görülse sık da görülse tedavi edilmelidir. Bu nedenle ilaç sekörü herhangi bir başka mal ve hizmet sektörü ile bir tutulamaz. Milyonda bir görülen bir hastalık için bile ilaç üretilmelidir. Karşılaşılan yüksek maliyetin firmaları zorlamaması içinse devletler tarafından teşvik sağlanmalıdır. Bu sistem dünyada genel olarak böyle işliyor zaten.

Ancak ilaç firmaları yüksek kar elde etme arzularının güdümünde mi değil mi? İşte bu önemli bir soru işareti. Her ticari firma gibi ilaç firmaları da kar elde etmek ister. Kar etmelerinin yolu da ilaç satmakla olur. O halde ilaç firmaları için hasta olan insanlar kar kaynağıdır, ekmek kapısıdır. Bu nedenle ilaç firmaları etik ve ahlakli değerleri hiçe sayıp insanların hasta olmalarını isteyebilir. Tabi hepsi böyle demek değil bu. Hatta hiçbir ilaç firması böyle bir suçlamaya muhatap kabul edilemez. Ama bir ancak daha koymak gerek...İnsanların hasta olmalarını istemek başka, hasta olduklarını düşünmelerini sağlamak başka...

Örnek olarak hemen antidepresanları vermek mümkün. Her insan hayatında kötü dönemler yaşar. Ama günümüzde problem yaşayan hemen herkes antidepresan kullanmaya başladı. Eskiden antidepresanlar yokken insanlar sorunlarını nasıl çözüyordu? Çözemiyor değildi elbette. İstatistikleri incelemedim ama, geçmişte antidepresan kullanım miktarın ile günümüzdeki kullanım miktarı arasında devasa bir uçurum olduğu aşikar. İntihar oranlarına bakıldığında ise, anidepresanların pek de işe yarmadığı sonucunun ortaya çıkacağına da eminim. Ama istatistikleri kontrol etmedim, genel gözlemlerimle ulaştığım yargıyı ifade ediyorum.

Doktorların baktıkları hasta sayısı, yaptıkları ameliyat başı ek ücret alabiliyor olması da insanı huzursuz eden bir nokta. Üstelik ilaç firmaları doktorlara muhtaç. Çünkü doktorlar bir firmanın ilaçlarını reçetelerine hiç yazmazlar ise, o firmanın iflas edeceği apaçık ortada. Bunun farkında olan firmalar doktorlara sık sık ilaçlarını tanıtırlar. İlaç tanıtımı yapan kişiler acaba sadece ilacı tanıtıyor ve doktorun gerçekten ihtiyaç duyan hastalarına verebileceği bir ilacın farkına varmasını sağlamakla yetiniyor mu? Yoksa doktorları bu ilaçları daha çok yazmaları için teşvik ediyorlar mı? Bir firmanın doktorlara kendi X ilaçlarını ayda 1000 kutu yazarlarsa araba vaat ettiğini düşünün. Böyle bir teklif alan doktor, meslek etiğini bir kenara bırakıp her hastasına bu ilacı yazabilir. Bu konuda şüpheleri artıran haberleri zaman zaman görüyoruz. Doktorların hepsi böyle demek kesinlikle yanlıştır. Ancak sinek küçük olsa da, mide bulandırır derler ya, şüpheleniyor insan.

Doktorlar daha çok hasta bakıp, daha çok ameliyat yapıp, daha çok ilaç yazdıkça daha çok kazanıyorsa, ilaç firmaları da daha çok ilaç sattığında daha çok kar ediyorsa, durup bir düşünmek gerek. Özelikle özel hastanelerde, teşhisi basit bir kan veya idrar analizi ile yapılabilecek bir hastalık nedeniyle gelen hastaların neredeyse tüm testlere tabi tutulduğu duyuyoruz. Sonuç yüksek tedavi masrafları. Kar eden kim?

En son Prof. Dr. Canan KARATAY hamilelere yapılan şeker yüklemesi testi ile ilgili basında yer alan olumsuz beyanı nedeniyle meslektaşları tarafından topa tutulunca, bu konuda şüpheler yine arttı. Kimileri Canan KARATAY'yın haklı olduğunu söylerken kimileri de "bu kadın kendini ne sanıyor" veya "gündemde kalmaya çalışıyor" gibi eleştiriler getiriyor.

Tıp ile sadece hasta olarak muhatap olan biri olarak, Prof. Dr. Canan KARATAY haklı mıdır değil midir bilemiyorum. Bilemediğim gibi, yukarıda saydığım denklemler nedeniyle, ona karşı çıkanlara da güvenmiyorum.  Sonuça yapılan her test, yazılan her ilaç, çekilen her film birileri için kar demek. Her hasta hem ilaç firmaları, hem hastanaler için gelir demek. Her hasta müşteri demek. Bu nedenle ne kadar çok hasta olursa, veya ne kadar çok insan kendini hasta sanarsa,  o kadar çok test yapılır, film çekilir, ilaç yazılır. Sağlık sektörü o kadar çok kar eder.

Bu kirli denklem gerçek ve hastalar sağlık sektörü tarafından müşteri olarka görülüyorsa, kimse kusura bakmasın, her reçeteye şüphe ile yaklaşırım.

Sonuçta margarin üreticileri köşeyi dönsün diye tereyağını yerin dibine sokanlar, doğal yağ olan tereyağını tüketmekten insanları korkutup asıl zehir olan margarinleri yedirmediler mi? Bir de kalp dostu diye reklam yapmıyor bu margarin üreticileri...

İşin kötü tarafı, hasta olunca mecburen doktora gidiyoruz. Şüphe etsek de doktorun yazdığı reçeteyi almak ve kullanmak zorundayız. Üstelik canımızı emanet ettiğimiz doktorların büyük bölümü bu kirli sistemin bir parçası değil. Tamam belki aynı etken maddeye sahip A firmasının ilacı yerine, çıkarı olduğu için B firmasının ilacını yazıyor olabilir ama, en azından hastasının tedavisi için hiç de gerekli olmayan bir ilacı reçeteye eklemiyorlardır. En azından ben öyle ümit ediyor ve her hasta olduğumda dokora bu ümitle gidiyorum.