yalnızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalnızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2014 Cumartesi

PAYLAŞMA İHTİYACI VE ÇAĞDAŞ ROBINSON CROUSE'LAR

"Yalnızlık yalnızca tanrıya mahsustur" derler ya, belki de doğrudur. İnsan yalnız olarak da yaşayabiliyor ve ister inanın ister inanmayın günümüzde pek çok Robinson Crouse var. Kim mi bunlar? Onlar aramızda yaşıyorlar.

Hani şu belki adını bile bilmediğiniz ama karşılaşınca merhabalaştığınız, ayrılınca da kısa bir süre "Adı neydi ki bunun?" diye kendi kendinize sorduğunuz ama bir türlü hatırlayamadığınız insanlar var ya...

Ama asıl Robinson'lar bunlar da değildir. Daha Robinson'lar vardır. Yukarıda sözünü ettiğim Robinson'ları hayat öyle olmaya zorlamıştır. Önemsenmeyecek işleri, ancak ihtiyaç duyulunca aranan numaraları ve adresleri vardır onların. Yine de bir aileleri ve sevenleri vardır. Küçücük bir dünyada yaşarlar. Milyonlarca insanın bulunduğu bir şehirde yaşasalar da, aslında onların dünyası bir avuç insandan oluşmaktadır. Bununla birlikte bu bir avuç insanla sıkı bir iletişim ve etkileşim halinde olabilirler.

Asıl Robinson'lar günlercebilgisayarbaşındaoturabilecekgillerdir. İnsanlarla iletişim demek onlar için internet demektir. Sosyalleşmek ise sosyal medya ile mümkün olabilir. Bu türün çocukluk hallerini körebe, saklambaç veya uzun eşek oynarken göremezsiniz.

İnternet ve getirdiklerinin insanları diğer insanlarla iletişim ve etkileşimden kopardığı, yalnızlaştırdığı doğru olsa da internet asıl suçlu değildir. Sadece gerçek Robinson'ların işini kolaylaştırmaktadır. Yukarıda sözü edilen ve hayat şartlarının Robinson olmaya zorladığı insanlar gibi, insanlık tarihi kadar uzun bir süredir hayat bu asıl Robinson'ları Robinson olmaktan alıkoyuyordu. İnsanlardan uzaklaşma, yalnızlaşma bu insanlar için bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla asgari iletişimden fazlası onlar için yük olmakadır.

Robinsonlar yalnız olmayı istese ve sevse de, yalnızlık onları mutlu etmez. Bu ilginç şekilde hayat paylaştıkça güzeldir. İnsan yaşadıklarını başkaları ile paylaşmaktan keyif alır. Öyle olmasaydı çocuklar oynamak için başka çocuklara ihtiyaç duymazdı. Çünkü insanı anlamak için çocuklara bakmak gerekir. Çocuklar insanın en insan, en katıksız olduğu halidir. Hal ve hareketlerinde yapmacıklık yoktur. Olduğuna yemin edebileceğiniz anda bile. Bu nedenle Robinsongiller mutlu olmazlar. Mutsuz da sayılmazlar. Hayat onlar için hep gridir.




16 Ekim 2010 Cumartesi

Yalnızlık

Açık bir pencereden içeri giren rüzgarın dalgalandırdığı perde, pencerenin hemen önündeki masanın üzerinde duran, ne olduğu önemsiz bir kağıdı hareket ettirince çıkan ses, o anda odayı dolduran en önemli ve de içi dolu ses oluyorsa ve bu odada biri var ise, işte o kişi kesin olarak derin ve de sakin, tam anlamıyla dingin bir denizin ortasındaki küçücük ama küçücük bir kayığın içinde bulunan ve gözleriyle afakı taradığında ne bir başka gemi ya da kayık, ne de bir kara parçası görebilen, hatta kulaklarına yakında bir kara parçası olduğunun işareti olabilecek en zayıf bir martı sesi bile gelmeyen biridir. Bu öyle derin bir kendi başına kalmışlıktır ki, insan hem dışarıdan bakıldığında aksi iddia edilemeyecek kadar yalnızdır, hem de kendini büyük şehirlerin ünlü, çoğu zaman araç trafiğine kapalı, her tarafında dünyaca ünlü markaların isimlerinin yazıldığı devasa tabelalar bulunan ve bu tabelaların altında albenisi son derecede yüksek şekilde düzenlenmiş ve de sabah tüm camları özenle silinmiş camekanlarla ve de her birinden başka başka türlerde ama illa ki yüksek perdelerde sokağa taşan müzik ile müşteri avlamaya çalışan dükkanları olan bir caddenin mahşeri kalabalığının curcunasında hissetmektedir. Bu yalnızlık içindeki kalabalık hissi bazen öyle şiddetlenebilir ki insan kendini bir çırpıda sokakta, gündelik yaşamanın gürültülü ve de düzensiz görünen ama o görüntüdeki düzensizliğin aslında evrensel bir düzene sahip curcunasında bulabilir.

Bu bir kaçıştır. İçsel kalabalığın katlanılmazlığından dışsal kalabalığın katlanılabilir karmaşıklığına bir kaçış. Öyle ki, evinin ya da apartmanın sokağa açılan son kapısından kendini dışarı attığında, onlarca yıl hapiste kaldıktan sonra kaçmayı başaran bir mahkum gibi, hem mutlu, hem de garip bir şekilde, suçlu hisseder. Mutludur çünkü artık kurtulmuştur içsel kalabalığın katlanılamazlığından. Suçlu hisseder kendini ama bunu tam kavrayamaz. Belki bu suçluluk değildir de bir utançtır. Çünkü kaçtığı şey aslında kendisidir. Bir odada yalnızken evrenin en mutlak ve de büyük gerçeği olan kendi varlığı, sokağa çıktığında küçülmüş, küçülmüş, artık denizde bir katre kadar önemsizleşmiştir. İnsan belki de kendi evreninin en mutlak gerçeği olmaya katlanamıyordur. İşte belki de yalnızlık dediğimiz şey de, insanın kendi evreninin en mutlak gerçeğinin kendisi olması halidir. Bu nedenle insanlar yalnızlıktan kaçarken kendilerini kalabalıklara atıyorlar. Çünkü kalabalık içinde kendi varlıkları, kendi evrenlerindeki mutlak gerçek olmaktan çıkıp küçülüyor, önemsizleşiyor.

Sokağa çıktıktan sonra tanıdık yüzlerle karşılaşır insan. Her zaman alışveriş yaptığı mahalle bakkalı olabileceği gibi bu tanıdık yüzler, komşuları, sokakta oynayan komşu çocukları, okuldan eve dönen ya da okula giden öğrenciler, işe giden ve işten eve dönen ancak ister işe gidiyor olsun ister işten eve dönüyor olsun aynı derecede yorgun görünen insanlar, kısacası sokakta her kim varsa tanıdıktır. Herkesin yüzünde mutlaka daha önce karşılaşılmış bir başkasının yüzü durur, herkes herkese benzer. Bu herkesin herkese benzediği sokakta, insan bir gerçeğin ayırdına varabilir. O da kendisinin de aslında herkese benzediği gerçeğidir. İşte bu noktada yalnızlık ortadan kalkmaya başlar. Artık kendi evreninin mutlak gerçeği, mutlak varlığı olan kendi varlığı ile tüm sokaktaki insanlar ve bir tümevarımla tüm insanlık yer değiştirir. Artık kendi evrenini tüm insanlık doldurmaktadır ve yalnız değildir.

İnsan, kesin olarak yalnız olan insan, kendi iç evreninde, diğer insanlardan ayrık yaşadığı hayatına ait tüm sorunların altından bir başına kalkabilecek kadar güçlü değildir. Yüzlerce hatta belki binlerce soru ile boğuşmak zorunda kalır. Üstelik bu soruların birine bile cevap bulabilmek halihazırda çok zor iken, bulunan cevapların da hiçbiri mutlak bir cevap olamamakta, bununla da kalmayıp onlarca yeni soruyu tetiklemektedir. Adeta bir nötron tarafından tetiklenmiş bir çekirdek tepkimesi gibi, kontrol etmenin insan aklının sınırlarının çok ötesinde olduğu sonsuz bir soru cevap sarmalı meydana gelir. Sarmal çok uzakta da olsa bir noktaya ulaşıyor gibi görünebilir. Ancak her kat edilen aşamada, aslında bunun optik bir yanılsama olduğu gerçeği acı bir gerçek olarak insanın yüzüne vurur. İşte kaçış bundandır. Sokakta bu sarmaldan insan kurtulmakta, bir anda soruların ağır yükünü tüm insanlık ile paylaşmaktadır. İnsanın yalnızlığı, aslında kendi varlığının kendisidir. Yani insan kendi varlığının varlığında yalnızdır. Kendi varlığının yokluğunda ise yalnız olmaktan kurtulur. Bunula birlikte kendi varlığını yok edemez. Aslında kaçmakta olduğu kendi, zaten sokaktadır ve çok sayıdadır. Kendinden kaçtıkça kendini bulan insan, kendinden kurtulmuş olsa bile bir süreliğine, ne kadar kendinden uzaklaşmış ve ne kadar kendi olmaktan çıkabilmiştir ki? Yaptığı sadece kendi bilincini kendine dönük düşüncelerle boğuşturmaktan sokakta kaldığı süre kadar kurtarmaktır. Zaten elinden de bundan fazlası gelemez.

Yalnızlık, tam anlamıyla yalnızlık. İnsanın içini buran, uzun süre suda kalmış el ya da ayak derisi gibi buruşuk, ama yalın, sessiz ama kafa patlatacak kadar gürültülü bir yalnızlık. İnsanın hem bir başına olduğu hem de binlerce kendinin sorduğu onlarca soru ile boğuştuğu hal. Bu hal hiçbir zaman bitmeyecektir. Sonuç olarak insan, kendi varlığından kesin olarak kurtulana dek yalnızdır.