6 Kasım 2017 Pazartesi

Bitcoin Madenciliği Karlı Olmaktan Çıkıyor Mu?

Bitcoin madenciliği anlaşılması bilgisayar ve yazılım dünyası ile yakından ilgilenmeyenler için anlaşılması oldukça güç bir konu. Bilmeyenler için basit bir açıklama yapmamız gerekirse bitcoin madenciliğini bilgisayarlara hesaplama yaptırarak bitcoin elde etmek diyebiliriz. Buradaki sorun bitcoin'in mucidi Satoshi Nakamato'nun hesaplamaları gittikçe zorlaşacak şekilde tasarlaması. Yani sabahtan akşama kadar çalışan bir bilgisayar bugün birkaç ay önce ürettiği kadar bitcoin üretemiyor. Bu durum da bitcoin madenciliğinin karlılığının sorgulanmasına yol açıyor. 
Profesyonel bitcoin madenciliği


Bitcoin madenciliği için teoride herhangi bir bilgisayar yeterli. Hatta burada bilgisayardan kastımızın işlem birimine sahip cihazlar olduğunu belirtmek gerek. Klasik anlamda masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarla sınırlandırmak mümkün değil. Tablet bilgisayarlar, hatta akıllı cep telefonları bile bitcoin madenciliği için teoride kullanılabilir. Ancak pratikte önemli zorluklar var. En başta da gelinen zorluk derecesinin çok yüksek işlem gücü gerektirmesi ve bu işlem gücünün güçlü oyun bilgisayarlarının bile kolay kolay yeterli sayılamayacağız bir seviyeye ulaşmış olması sayılabilir. 

Bitcoin madenciliği ile uğraşanlar ciddi maliyet yüklenerek oldukça pahalı sistemler kuruyorlar. GPU'lar, yani ekran kartı yongaları Bitcoin madenciliğinin gerektirdiği hesaplamaları yapmadan CPU, yani bilgisayarın ana işlemcisine göre daha başarılı olduğundan bir anakarta çok sayıda (onun üzerinde) ekran kartı bağlayarak oluşturdukları sistem oyun meraklılarının ağzının suyunu akıtacak cinsten. Çünkü piyasadaki en güçlü ve en pahalı ekran kartlarını kullanıyorlar. Böyle bir sistemi kurmak normal masaüstü bilgisayarlarda göremeyeceğiniz ekipmanlar gerektiriyor ve sistemi montajı oldukça karmaşık. Geleneksel bilgisayar kasaları yetersiz kaldığından özel tasarım çerçeve sistemler kullanılıyor. Kurulum tamamlandığında ise bitcoin madenciliğine artık başlanıyor.

Burada ilk yatırım maliyetinin oldukça yüksek olduğunu belirtmek gerek. Zira tanesi 5.000,00 ₺ kadar ulaşan fiyatlara sahip ekran kartlarından bir anakarta 18 tane bağladığınızı düşünün. Ancak maliyet sadece sistemi kurmakla bitmiyor. Böyle canavar bir sistem canavar gibi elektrik de tüketiyor. 

Eğer bir gün boyunca ürettiğiniz bitcoin gün içinde sisteminizin tükettiği elektriğin maliyetinin altında kalırsa bitcoin madenciliğinden kar değil zarar ediyorsunuz demektir. Bu nedenle ilk yatırım maliyetinin yanısıra tüketilecek elektriğin de maliyeti mutlaka hesaba katılmalıdır. 

Artan zorluk derecesi nedeniyle daha az bitcoin elde eden madenciler düşen gelirleri ve elektrik faturası arasında sıkışıyor. Bu da bitcoin dünyasında madenciliğin karlılığını sorgulanır hale getiriyor. Bununla birlikte bitcoinin sürekli değer kazanması ise madenciler için sevindirici bir gelişme. Madenciler belki her geçen gün daha az bitcoin üretebiliyor ancak ürettikleri bitcoinin değeri sürekli yükseliş trendinde. Aşağıdaki grafikte bitcoinin değerinin zamanla nasıl yükseldiği açıkça görülüyor. 



Şu anda $7260 seviyelerinde bir değere sahip olan bitcoin zaman zaman değer kaybetse de genel olarak yükseliş trendi devam ediyor. 

Yaş ve Mutluluk Arasında İlişki Var Mı?

İşin açıkçası sahip olduğum ve pek de büyütülecek bir tarafı olmayan akademik ve enetelektüel birikim insan psikolojisini ilgilendiren bu konuda dikkate değer bir yazı yazamayacağımı gösteriyor. Ancak, kişisel blogumda kendi gözlemlerimden hareketle yola çıkarak kişisel düşüncelerimi içeren herhangi bir konuda yazılar yazmamın pek de yadırganmayacağı kanaatindeyim. Bu nedenle özellikle okurlar benim psikoloji alanında ciddi bir birikim sahibi olmadığımı, hele hele psikolog ya da psikiatrist hiç olmadığımı bilmeliler.

Bir kaç gün önce yurt dışındaki ünlü üniversitelerden birinde mutluluk ve yaş arasında ilişki olup olmadığı yönünde yapılan bir araştırma ile ilgili bir haber okumuştum. Habere göre gençlerde mutluluk seviyesi yüksek iken yaş ilerledikçe bu oran düşmekte, ancak yaşlandıktan sonra tekrar artışa geçmekteymiş. Yani grafikle göstermek istersek U harfine benzer bir grafik oluşuyormuş. Gerekli gereksiz şeyler üzerine kafa yoracak kadar boş bir insan olduğum için bu konu üzerinde biraz düşündüm. Neden bilimsel araştırmanın sonuçlarının bu şekilde olduğuna kendimce açıklama getirmeye çalıştım. Aslında yapmak istediğim bir türlü başaramadığım insanı anlama konusunda az da olsa ilerleme kaydetmekti.

Öncelikle kendi geçmiş hayatımı düşününce çocukken mutlu olduğum kadar mutlu olmadığımı fark ettim. Ancak bunda insan hafızasının geçmişteki kötü anıları unutma, iyi anıları hatırlama eğilimin etkisinin büyük olduğunu da biliyorum. Çünkü genel olarak çocukken de mutlu bir insan değildim. Daha 10 yaşına gelmeden defalarca kafasından intihar düşüncesi geçmiş bir çocuğa mutlu demek nasıl mümkün olabilir ki?

Ama yine de çocukken daha mutluydum. Sonra gittikçe hayat daha da sıkıcı bir hal almaya başladı. Artık genç olmaktan iyice uzaklaşmış biri olarak bunun olası nedenlerini sorguladığımda karşıma çıkan cevaplar konuyu anlamaya yardımcı olabilir.

Öncelikle çocukken insanın hayalleri çok oluyor. Beklentileri de daha basit olabiliyor. Haliyle çocuklar daha küçük şeylerle mutlu olabiliyor. Buna sorumlulukların azlığını da eklemek gerek. Sonra yavaş yavaş hayaller hem azalıyor hem de büyüyor. Sorumluluklar artıyor. Artan sorumluluklara büyüdükçe yükselen sorumluluk bilinci de eklenince insan bir noktada kendini yüklendiği sorumlulukların altında ezilir halde bulabiliyor. İtiraf etmem gerekiyor ki umursamaz olabilmem bu noktada işime yaramıştır. Ancak umursamazlığımın ancak beni boğulmaktan kurtaracak kadar olduğunu da belirtmek gerek.

Ve hayatın gerçekleri... Yaşamın sizi sürüklediği yer... Karşınıza çıkardığı insanlar... Sağladığı iş... Sunduğu konfor...

Eğer çocukluk hayalleri gerçek olsaydı Türkiye'de en az bir milyon pilot vardı şu an...
Olmadı mı?
Evet!
Neden?
Hayat!

Aslında işin özeti bu! Yaş ilerleyince bir şekilde hayat insanı bir noktaya getiriyor. Mutluluk seviyeniz aslında olmak istediğiniz yer, sizin mutlu olmanız için en ideal yer (bu her zaman olmak istediğiniz yerle örtüşmeyebilir) ve hayatın size sunduğu, şu anda bulunduğunuz yer arasındaki uyuma bağlı. Burada yüksek bir uyum varsa mutlu bir insan olabilirsiniz. Yoksa mutlu bir insan olmanız oldukça zor.

Bu nedenle yaş ilerledikçe mutluluk oranı düşüyor olmalı. Mutlu olmasına imkan tanımayacak ölçüde ağır sorumluluklar (sorumlulukların ağırlığı da kişiden kişiye değişir), pek sevilmeyen bir iş, tatmin edici olmayan gelir seviyesi, işte ve özel hayatınızda uyum sağlamakta zorluk çektiğiniz ve pek çok defa kendinizden fedakarlık yapmanızı gerektiren sosyal çevre... Bu karışımın tümü ya da bir kısmı sizi mutsuz etmek için yeterli olabilir.

Şimdiye kadar anladığımız kadarıyla çocuklar ve gençler yani 18-20 yaş altı olanlar 20-30 yaş aralığındakilerden, daha mutlu. 30 yaş sonrasında mutluluk seviyesi iyice düşüyor sanırım. Bu yaş aralığı insanın neyi hedefledim ne buldum, ne istiyordum kim oldum gibi sorulara cevap bulması gereken bir yaş aralığı. Yani insanın kendi iç muhasebesini yaptığı yaşlar. Eğer hedefler ile gelinen nokta arasında bir uyum varsa mutlu olmak mümkün. Tabi hedefler hatalı konulmamışsa. Sonuçta insanlar kendine hedef koyarken her zaman en doğru kararı vermeyebiliyor. Üniversitede puanı tuttuğu için tıp okuyan ancak doktor yerine tiyatro oyuncusu ya da futbolcu olsa çok daha mutlu olacak olan insanlar yok mudur? Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır.

Hedefler ile gelinen nokta arasında uyumsuzluk varsa ve hedefler doğru konulmuş ise kişinin mutlu olabilmesi için içinde bulunduğu durumu kabullenmesi gerekir. Bu herkes için aynı derecede kolay olabilen, hatta bazıları için mümkün olamayan bir durum. Eğer hedefler hatalı konmuş ve gelinen nokta kişiyi aslında mutlu edecek olan ideal yer ise bu kişiyi dünyanın en şanslı insanı ilan edebiliriz. "Avukat olmak istiyordum ama bir de baktım ki arkeolog olmuşum." diyen ve mesleğini severek icra eden biri varsa çok şanslı değil midir?

Burada mutlu olanların azınlıkta kaldığını belirtmek gerekiyor. Bir şekilde mutluyum diyenlerin de büyük bir bölümü içinde bulunduğu durumu kabullenmiş, kanıksamış kişilerdir.

40 ve 60 yaş aralığı aslında içsel olarak en durağan dönem. Bir tür yaşlılığa hazırlık dönemi. İnsanların kendinden ziyade ailesi ve çocukları ile uğraştığı bir yandan da yaşlılığa hazırlandığı dönem. Köyünde ev yaptırmak, emekli olunca ne yapacağını, nerede yaşayacağını planlamak gibi şeyler insanların zihnini doldurmaya başlar.

60 yaş sonrası artık çocuklar genellikle çocuklar okula gitmiş, iş güç sahibi olmuş ve evlenmiş kendi yuvasını kurmuştur. E bundan sonra emekli olunacak. Koca ve zorlu bir hayat yaşandı. İş güç derdi bitti. Kıt kanaat geçinildi belki ama emekli olunca kira ödemeden oturulacak bir ev sahibi olundu. Artık torunlarla oynanacak, kitaplar okunacak, arkadaşlarla çene çalınacak. Belki bir iki hobi edinilecek. Tamam emekli maaşı öyle Japon'lar gibi boynuna DSLR fotoğraf makinesi asıp o ülke senin bu ülke benim gezmeyi bırak yaşanılan şehirde bile sağa sola giderken hesap kitap yaptıracak kadar düşük olabilir ama yine de keyif alınan şeyler için yeterli zaman olacak. Üstelik bu yaşlar insanın zamanın büyük bölümünü sadece kendine ayırabildiği zamanlar. Sonuç olarak unutulması zor ve hatta bazen imkansız büyük acılar yaşanmamış ise huzur ve mutluluğun artacağı bir dönem. Aslında yaşlılarda mutluluk seviyesinin artması azalan sorumluluklarla da ilgili olmalı. Tabi sağlık problemleri ile uğraşılacaktır. Tıbbın tüm dallarının yaşanarak öğrenildiği bir dönemden söz ediyoruz. Ancak yaşlılıkta mutluluk seviyesi artsa da çocukluktaki seviyeye ulaşabilmesi pek mümkün olmasa gerek. O yaşa gelirsek bizzat deneyimleyerek öğreneceğiz elbette.

Netice olarak insan hayatını her iki haznesi eşit büyüklükte olmayan bir kum saatine benzetebiliriz. Çocukluk dönemi büyük hazne, gençlik sonrası ve orta yaşlar aradaki dar bölüm, yaşlılık ise çocukluğa göre oldukça küçük olsa da yine de bir hazne olan bir kum saati hayal edelim. Güzel bir örnek oldu sanırım.

Belirsiz bir tarihte paylaşacağım bir sonraki yazıma kadar hoşçakalın.

Not: İnternette gördüğüm grafikler benim ifade ettiğim yaş aralıklarının pek isabetsiz olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte genel mantığın çok da yanlış olmadığını düşünmekteyim.


13 Mayıs 2017 Cumartesi

Kanıksanmış Anlamsızlık!

Tam da uzun süre ara verdiğim bu bloga bir şeyler yazıp paylaşayım demiştim ki kendimi bir anda "İyi de ne yazacağım?" sorusu ile karşı karşıya buldum. Tamamen yapacak önemli bir şeye sahip olmamanın verdiği boşluğu doldurma gayesi içerisinde, zaman öldürmenin yollarını ararken ben, tam da içinde bulunduğum vaziyetin üzerine bir kitap yazılacak kadar mühim bir konu olduğunu idrak ettim. Elbette ki bir kitap yazacak halim yok burada. Ancak yine de bu yazı için bir konu bulmuş olmaktan dolayı da gayet mutluyum.

"Yapacak önemli bir şeye sahip olmamak" tam da üzerine düşünülmesi gereken bir konu gerçekten. Neden yapacak önemli bir şeye sahip değilim? Girişebileceğim tüm eylemler önemsiz midir? Yoksa ben önemli kabul edilebilecek herhangi bir şeyi yapabilme gibi bir kabiliyete sahip değil miyim? Ya da belki de, yapabileceğim tüm olası şeyleri önemsizleştiren bir durum mevcuttur. Belki de artık anlamlı bir şeyler yapmak için vakit çok geçtir. Belki de artık bir şeyler yapmanın anlamı kalmamıştır. Yapacak önemli bir şeye sahip olmamanın getirdiği anlamsızlık algısı aynı zamanda değersizliği de beraberinde taşımaktadır. Öyle ya, bir anlamı olmayan herhangi bir şeyin nasıl olur da değeri olabilir?

Evet, artık çok geç! Bu durumu kabullenmek gerek. Nasıl ki beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastayı hayata döndürmek mümkün değilse, nasıl ki yaydan fırlatılmış bir oku geri getirmek olanaksız ise, nasıl ki kalkış saatinde havaalanına ulaşamadığınızda uçağınız sizi beklemeyecekse, anlamlı bir şeyler yaparak değerli biri olabilmek için de önceden bir takım şeyler yapmak gerekir. Bu konuda muvaffak olunamazsa insan kendisini bir anlam, bir değer ifade eden herhangi bir eylemde bulunamayacağı naçar bir vaziyette buluyor ki, zamanı geri döndürmek, başarısız olunan bir oyuna yeniden başlamak gibi mümkün olmadığından, geriye bir tek içinde bulunulan durumu kabullenmek kalıyor. Ancak bu öyle kolay değil. Zira bu durumu kabullenmek insanın kendi öz varlığının anlamsız olduğunu da kabul etmesi manasına geliyor. Çünkü anlamlı ve de değerli bir şey yapamayan herhangi bir kimsenin varlığının herhangi bir derecede anlam ve değer sahibi olması mümkün değildir.

Böyle kimseler varlıklarının anlamsızlığını kabullenmek durumundadır. Mevcudiyetlerinin bir önemi olmadığı gibi yoklukları da önemli bir kayıp arz etmez. Ancak en anlamsız, değersiz kişilerin bile varlıklarını kanıksamış ve yokluklarında bir eksiklik duyacak ve hatta yerini dolduramayacak kadar çaresiz kimseler bulunur. Bunlar genellikle bu kişilerin aile fertleri ve yakın arkadaşlarıdır. Bu nedenle varlığının anlamsızlığını idrak eden kişi mevcut varlığını idame ettirmekteki yegane amacı  bu kimselerin kendisini kanıksamış olmasında bulabilir. Bu durum insanın bir tür kendini varoluşa mahkum etmesine ve adeta usta bir tiyatro sanatçısı gibi, kendinin değil başka kimselerin kendisine biçtiği rolü oynamasına yol açar. Oysa içten içe gerçekleştirdiği tüm eylemlerin bir anlam ve bir değer ifade etmediğini bilmektedir. İşte tam da bu noktada kişi kendini kanıksanmış bir anlamsızlıkta bulur. Zordur ve bu durumu taşımak ciddi manada metanet gerektirir. Bir insanın bu dünyada taşıyabileceği en ağır yükü omuzlarına almıştır bu kimseler. Mevcudiyetlerini başkaları için sürdürmek...

5 Ağustos 2016 Cuma

İnternet Sitelerinde Aşırı Reklam Yayınlama Üzerine

İnternetten para kazanmanın pek çok yolu var. Bir site (hangi teknoloji tabanlı olursa olsun) açmak ve reklam yayınlamak da bunlardan biri. Ancak sanal alemde de "Müşteri velinimetimizdir" mottosuna bağlı kalmak gerekir. Tabi burada müşteriden kasıt, ziyaretçi veya basitçe, trafik.

İnternet sitelerini kuran bazı kimseler bu siteleri insanlar için kurduğunu unutuyor. Arama motorlarında üst sıralara yükselmek için o kadar çok optimizasyon (SEO) çalışması yapıyorlar ki, kaliteli içerik üretme ve bu içeriği ziyaretçiye kaliteli bir şekilde sunma konusuna göstermeleri gereken özeni göstermiyorlar.

Peki kaliteli içerik nedir? Kaliteli ziyaretçinin o anda aradığı, ulaşmak istediği şeydir. Bu bir bilgi olabilir, bir resim olabilir, bir grafik, bir tablo, bir formül, bir ses kaydı, bir video...Kaliteli içerik sahibi siteler insanları tam da aradıkları her ne ise ona ulaştıran sitelerdir. Ne eksik her ne ise fazla ne konulmuş ise kaliteyi olumsuz etkiler.

Buradan anlayacağımız kaliteli içeriğin illa ki orijinal olması diye bir gereğin bulunmayışıdır. Yani ziyaretçi ulaşmak istediğine ulaştıktan sonra, bunun aslında orijinalinin bir başka sitede olup olmadığıyla ilgilenmez. Bunu umursamaz. Aradığını bulmuştur ve mutludur. Ancak elbette bu demek değil ki gidip bir site kurun ve başka sitelerde ne adar içerik varsa hepsini kopyalayıp sitenizi doldurun. Üstelik bunu bir bot ile, yani bir program ile otomatik yapın, hiç emek harcamayın.

Böyle bir davranış hem etik, hem ahlaki, hem hukuki açıdan doğru olmadığı gibi, kısa sürede sitenizi çöplüğe dönüştüreceğinden zararlıdır. 100 kitabın bulunduğu bir kitaplıka aradığınız kitabı bulmanız (eğer raflarda varsa) belki 10-15 sn sürer ancak 100 bin kitabın bulunduğu bir kütüphanede? Hele hele kitaplar herhangi bir şekilde düzen içinde tasnif edilmemiş, karmakarışık duruyorsa...Kaç gün sürer?

Burada sunumun önemi ortaya çıkıyor. Sitenizin genel tasarımı ergonomik olmalı. Renk seçimi gözü yormamalı. Aradığınız bilgiyi kolayca bulabilmelisiniz. Ayrıca site size içerikten ziyade reklam sunmamalı.

Aşırı reklam yayınlama hastalığına maalesef ki ülkemizde en yüksek trafiğe sahip internet siteleri (haber vb.) dahi kapılmış durumda. Daha az reklam gelirlerin düşmesi demek belki, ancak reklam ile ziyaretçi memnunuiyeti arasında da bir dengenin yakalanması gerek.

Bir de işin reklam verenler açısından boyutu var. Bugünlerde bir online otel rezervasyon sitesinin reklamları, internet üzerinde izlediğim hemen her videoda karşıma çıkıyor. O kadar çok gördüm ki bu reklamı, artık bıkkınlık geldi. O kadar ki, internetten otel rezervasyonu yapma ihtiyacı duyduğum halde, sırf verdiği rahatsızlık yüzünden bu reklam veren siteyi kullanmayacağım. Benim gibi tepki duyan pek çok kişi olduğuna da eminim. Video önlerine (youtube vb. alanlarda) reklam verenler reklamlarının süresi ve video süresi arasında bir oran tutturmalılar. 5 dakikalık bir videoya 2 dakikalık bir reklam konulmamalı.