Bu soruyu sorumak zor aslında. Çünkü cevabını vermek çok zor. Ancak somut neticeler ile işe başlanmalı, verilen vaatlerin ne kadarının gerçekleştirildiğine bakılmalı ve ne kadarının yapılabileceğine de bakılımalıdır. Bir iktidarın başarısını bir makinenin veriminin hesaplanırken kullanılan mantığa benzer şekilde ölçebiliriz. Ne kadar güce sahip ve bu gücün ne kadarını faydalı işe dönüştürebiliyor...
AKP iktidarı döneminde yapılanlara öyle gözü kara, partizanca hatta fanatikçe karşı çıkmak doğru bir yaklaşım değildir. AKP'nin icraatlarına karşı çıkanlar mutlaka farklı çözüm yolu ile beraber gelmeliler. Neden böyle yaptınız demek yetmez, aynı zamanda neden böyle yapmadınız da denilebilmelidir. Aksi halde kuru bir muhalefet yapılmıştır ve kuru gürültüden başka bir değeri de yoktur.
AKP'nin yaptığı özelleştirmeler çok eleştirildi. Ancak bu eleştirileri yapanların devletin neden şeker pancarı fabrikasına sahip olması gerektiğini de açıklaması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında oldukça zayıf olan sermaye birikimi, ülke ekonomisinin gelişmesi için elzem olan bu tür yatırımları yapacak güçte olmadığı için, zamanında devletçi bir ekonomi politikası mecburen yürütüldü ve devlet şeker pancarı fabrikaları gibi, normal bir devletin yapmayacağı yatırımları bizzat gerçekleştirdi. Bu anlayış halen devam etmektedir. Ancak artık uluslararası sermaye de ülkemizde faaliyet gösterebildiğinden, büyük yatırımlar için ( Nükleer enerji santrallerinde olduğu gibi ) yap işlet devret mantığı devreye girmekte ve devletin bizzat büyük maaliyetler altına girmesi önlenmektedir. Bu noktada özelleştirmelere karşı çıkmak aynı zamanda devletin var oluş amacının dışındaki şeylerle de ilgilenmesini istemek demektir. Devlet tüccar değildir, devlet sanayici değildir, devlet bankacı değildir, devlet ekonomik anlamda kural koyucu ve bu kurallara uyulmasını sağlayıcı güce sahip bir kurumdur.
Özelleştirmelerin yapılmasına karşı çıkmak akılcı olmamakla birlikte, Tüpraş ve Türk Telekom gibi stratejik öneme sahip kuruluşların yabancı sermayeye satılması eleştirilebilir. Her hangi bir kriz anında bu kurumlar güvenlik açısından risk oluşturabilecektir. Türk Telekom bilgi sızdırabilir, Tüpraş TSK'nın ihtiyaç duyacağı akaryakıtı çeşitli bahanelerle sağlamayabilir. Bu riski almaya değer miydi? Bu kurumların özelleştirilmesi yerinde daha düşük fiyatla da olsa yerli sermayeye satılması düşünülebilirdi.
AKP iktidarının gerçekleştirdiği önemli bir başka icraat ise TCDD'ye arka çıkması. Hızlı tren projeleri, Türkiye Vagon Sanayi gibi önemli atılımlar gerçekten alkışı hak ediyor. Ayrıca duble yolları da unutmamak gerek. Bir dönem hemen her akşam onlarca kişinin trafik kazalarında hayatlarını kaybettiğini televizyonlarda görmekteydik. Artık ana haber bültenlerinde böyle haberler oldukça azaldı. Bunun da en önemli nedeni tabi ki yapılan bölünmüş yollar.
AKP'nin askeri teknolojiye verdiği destek de azımsanacak gibi değil. Yerli tank projesinden, ATAK helikopterlerine kadar uzanan pek çok projeye büyük destek verildi. TSK'nın ihtiyaçlarının yerli imkanlarla karşılanması noktasında büyük ilerlemeler kaydedildi. Yerli insansız hava aracı projesi ile Türkiye dünyadaki sayılı ülkelerden biri haline geldi. Artık Türk Ordusu sadece üniformalı personel sayısı olarak değil, sahip olduğu teknoloji ile de dünyanın sayılı ordularından biri haline geldi ve bu her Türk vatandaşına güven veriyor.
AKP'nin izlediği dış politika eski hükümetlere nazaran çok daha şahin politika olarak tabir edilen cinsten. Ancak AKP iktidarı bu şahin politikalara rağmen yerinde ve ölçülü olmasını da biliyor. Örnek olarak İsrail ile yaşanan krizde, Türkiye'ye yakışmayacak politikalar gütmek yerine, uygar bir ülkenin yapması gerekeni yapmayı tercih ettiler. Aksi halde İsrail'e savaş açmak bile mümkündü. Ancak bu izlenen politika biraz pasif olarak algılandı ve halen de öyle algılanıyor.
AB ile ilişiler noktasında AKP'ye suç atmak biraz yersiz. Bir türlü ilerleme kaydedilemiyor ancak başta Fransa olmak üzere çeşitli AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin tam üyeliğini istemediği ve ayak direttiği de bilinen bir gerçek. Bu durumda AKP yine sabırlı davranak sertliği iyi ayarlanmış açıklamalar yapıyor. Yine de bu konuda AKP'nin biraz daha aktif olması beklenebilirdi. AB ile ilişkiler noktasın kaleyi içten fethetmek için çeşitli çalışmalar yapılabilirdi. Bu noktada puanı biraz kırık ancak yine de ortalamanın üzerinde.
Ermenistan ile ilişkiler AKP'nin en büyük handikapı. Ermenistan arkasına dünya kamuoyunun desteğini alarak hak etmediği ödülleri koparmaya çalışıyorken, Türkiye Azerbaycan ile ilişkilerinde gereksiz gerginliğe neden oldu. Bu arada bilmediğimiz gerçekler de olabilir. Azeriler her zaman kardeşimizdir ancak Azerbaycan yönetiminin Türkiye'ye çok da dost olmadığı bir gerçek. Buna en güzel örnek olarak halen Türkiye'ye vize uygulamalarını gösterebiliriz. Rusya ile bile vizeleri kaldıran Türkiye'ye Azerbaycan'ın vize uyguluyor olması manidar değil midir? Ancak ne olursa olsun, Azeri kardeşlerimizi Ermenistan'la ilişkileri geliştirme pahasına bozmak akıl karı değildir. Türkiye bu konuda kendi savlarını dünya kamuoyuna yeterince anlatamamıştır ve geri kalmıştır. Küçücük Ermenistan bile uluslararsı kamuoyunda iddialarını Türkiye'den daha iyi ifade etmektedir ve bunu görmek üzüntü vericidir. Sadece politik görüşmeler ile bu işler yürümüyor, sokaktaki insanların da düşüncelerini değiştirmek gerekiyor ve bu konuda Türkiye her zaman sınıfta kaldı, AKP döneminde de sınıfta kalmaya devam ediyor.
AKP'nin yüzünü Ortadoğu'ya dönmesi batıda eksen kayması tartışmalarına yol açtı. Bunlar güzel gelişmler. Çünkü Türkiye önceden beri tek eksenli bir politika güdüyordu o eksen de batı ekseniydi. AKP döneminde Türkiye çok eksenli politika gütmeye başlayarak küresel bir güç olduğunun farkına vardı. Bu noktada da AKP tam notu hak ediyor. Gelen eleştiriler Türkiye üzerinde eskiden sahip oldukları etkinin azalacağı endişesinden kaynaklanmaktadır. Bu endişe onları tedirgin ededursun, Türkiye'ye karşı daha pozitif politika gütmelerini gerektirecektir.
AKP'nin genel olarak dış politika ve ekonomi notunu pozitif ve ortalamanın üstünde olarak belirtebiliriz. Biraz da iç politikaya değinmek gerek.
Kürt sorunu ile ilgili yapılan tartışmalarda izlenen yol tam bir hüsrandı. Demokratikleşme paketi de fiyasko olarak adlandırılabilir. TRT 6 geç kalınmış bir hak olarak görülmelidir. Bu topraklarda yaşayan, yediği her ekmek için, içtiği her damla su için bu ülkeye vergi veren insanlar bu ülkenin TV'lerinde kendi dillerinde şarkılar dinleyemiyor, filmler izleyemiyorlardı. Oysa ki bu ülkede televizyonlarda İngilizce, Fransızca vb pek çok dilde yayın yapılmaktaydı. Çok geç kalınmış bir uygulamaydı ve sevindiricidir. Ancak bu gelişme yeterli değildir.
AKP'nin doğu ve güneydoğu politikasını kurtarmaya TRT 6 yetmez. Ancak PKK'nın resmen siyasi uzantısı olan DTP ( Adını yanlış yazdıysam özür dilerim, ikide bir ismi değiştiğinden zaman zaman karıştırabiliyorum ) bu noktada AKP'nin resmen ayağına dolandı. Ortamı fazlasıyla gerdi. Gereksiz çıkışlar ile Türk toplumunun tepkisini çekti. Erzurum'da protesto edildilerse, İzmir'de arabaları taşlandıysa, Ahmet Türk Samsun'da yumruklandıysa bunlardan AKP değil, Türkleri, ölçüyü pervasızca aşan akla mantığa aykırı açıklamaları ile geren ve kışkırtan DTP'lilerdir. Kürt halkı DTP'den ( tarih boyunca bu partinin temelindeki tüm partiler dahil olmak üzere ) çektiği kadar kimseden çekmemiştir. AKP bu noktada zayıf kaldı ve notu negatif.
Cumhuriyet mitinglerinde AKP'nin umursamaz tavrı dikkat çekiciydi. Yüzde kaç ile iktidara gelirseniz gelin, yüzbinlerce insan miting yapıyorsa ve bir şeye itiraz ediyorsa kulak vermek her iktidarın boynunun borcudur. AKP'nin bu dönemdeki notu tam olarak 0'dır. AKP hem miting yapanları dinlemeli, hem de onlara kendini anlatmalıydı. Ayrıca Başbakan R.T.E.'ın Hüsnü Mübarek için ifade ettiği sözler de manidardı. Hüsnü Mübarek'e halkının isteklerine kulak vermesini öğütleyen başbakanın Cumhuriyet mitinglerindeki yüzbinlerin sesine kulaklarını tıkamış olması oldukça trajikomik bir durum oluşturdu.
Anayasa mahkemesi ile ilgili çekişmelerde AKP artı puana sahip. Anayasa Mahkemesi verdiği hukuki olmaktan ziyade siyasi kararlar ile puan kaybetti. Anayasa mahkemesinin verdiği kararların doğası gereği siyasi olacağı iddia edilebilir. Ancak Anayasa Mahkemesi bir karar verirken politik bir duruş sergilemiştir, oysa ki sadece hukuki bir duruşu olması gerekmektedir. Bu noktada onlara " Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" sözünü hatırlatmak gerekiyor çünkü Anayasa Mahkemesi üyeleri kendilerini milletin egemenliğinin ifadesi olan TBMM'den üstün görme cüretini gösterdiler.
AKP hükümetinin Ergenekon davasındaki tavrı da biraz yadırganacak cinstendi. Ancak Ergenekon olayına girmek istemiyorum keza yargı süreci devam ediyor, sadece bu süreçte AKP'nin tavrını yadırgadığımı belirtmekle yetineceğim.
R.T.E. ve Bülent Arınç başta olmak üzere çeşitli AKP'lilerin kim olursa olsun halkın içinden kişileri zaman zaman azarladığına üzülerek şahit olduk. Milletin oyu ile başa geçmiş olan kişilerin milleti aşağılama hakkı yoktur. AKP hükümetinin kendilerine her eleştiri yönelten kişiyi provokatör olarak tanımlaması, eleştiriyi hazmedememesi, yazarlar ve çizerler ile kavgalı ve davalı olması Türkiye'ye yakışan şeyler değil. Ayrıca üniversite öğrencilerine polisin bu kadar sert davranması da demokratik bir ülkeye kesinlikle yakışmadı ve yakışmıyor. Bugün net bir şekilde söyleyebilirim ki AKP, demotrat olma konusunda sınıfta kalmıştır. Notu 0'dır. Eleştirilmeyi hazmedemeyen, kendini eleştirenleri düşman olarak gören, elindeki gücü kullanarak ezen, aşağılayan bir zihniyet demokrat olmaktan ziyade baskıcı, otoriter bir rejimdir. AKP ülkeyi AKP'ci olan ve olmayan olarak ikiye bölmüştür. R.T.E. nin referandum öncesi sarf ettiği " taraf olmayan bertaraf olur" sözü de bunun en güzel kanıtıdır. Başbakan Türk halkını haddini çok çok aşarak resmen tehdit etmiştir. Bu tür söylemler Türkiye Cumhuriyeti başbakanının ağzından dökülmemelidir, Türkiye Cumhuriyeti başbakanına yakışmaz.
AKP döneminde gördüğümüz hayırlı olaylardan biri de SGK'nın sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplamasıydı. Tonla sorun çıksa bile bu gerekli bir şeydi ve AKP bu noktada da tam puanı hak ediyor.
AKP döneminde yine paramızdan 6 sıfır atılması, enflasyonun ve faizlerin düşmesi, Türkiye'nin IMF boyunduruğundan kurtulması gibi pozitif gelişmelere de şahit olduk. Her biri güzeldi. Ancak son dönemlerde AKP'nin ihracat rakamları ile övünürken ithalattaki gelişmelerden ve dış ticaret açığından bahsetmeyi pek sevmemesi ve dev gibi büyüyen cari işlemeler açığına bir çözüm getirmekte MB'ını yalnız bırakarak hantal davranması endişelere yol açıyor.
Bu yazıyı daha çok uzatabilirim alında ancak bir oturuşta iki dönem tek parti olarak ülkeyi yöneten AKP'yi irdelemek kolay değil. Ancak AKP'nin tek parti hükümeti olarak bu ülkeyi iki dönem üst üste yönettiğini göz önünde bulundurursak, yazının başında belirttiğim verim mantığına göre, yapabilecekleri ve yaptıklarını kıyaslar isek, ortalamanın biraz üzerinde diyebileceğimiz bir sonuca ulaşabiliriz sanıyorum. AKP'nin bu noktada en büyük avantajı alternatifinin olmayışı. Ne MHP ne de CHP AKP'yi devirebilecek güce sahip. Ancak bir partinin üç kez üst üste tek başına iktidar olması da, özellikle Türkiye'de önemli başka sorunlar doğurabilecek bir risk. Hep beraber göreceğiz yaklaşan seçimlerin sonuçlarını.
28 Şubat 2011 Pazartesi
24 Şubat 2011 Perşembe
Karışan Arap Ülkeleri Ve BOP
Tunus'ta başlayanın diğer Arap ülkelerine sıçramasını hayretle izledik. Mısır da Hüsnü Mübarek her ne kadar son ana kadar direndiyse de nihayetinde pes etti ve yöneitimi orduya bırakarak çekildi. Bahreyn'de ordu Mısır ordusunun aksine yönetimi protesto eden halka karşı oldukça sert davrandı. Benzer ama çok daha karmaşık gelişmeler ise Libya'da son günlerde cereyan ediyor. Yemen'de de ortalık toz duman. Suudi Kıralı halkın olası bir baş kaldırısını engellemek için çeşitli önlemler alıyor. Kafalar karışık ve gelecek puslu.
Her ne kadar bu olayların fitilini Tunus'taki gösteriler ateşlemiş gibi görünse de, protestoların bu kadar hızlı yayılması ve ayrıca açıkça oldukça iyi organize edildiğinin belli olması, bu olayların çok önceden planlandığı izlenimini veriyor. Gizli bir el! aylar öncesinden sanki bu olayları planlamış gibi. Akıllara ise ister istemez bu olayların BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olup olmadığı sorusu geliyor. İşin açıkçası sezgileri oldukça güçlü olan Türk halkı bu olayların arkasında Amerika'nın olduğundan emin gibi. Sokakta kime sorsanız böyle bir olasılığın kuvvetle muhtemel olduğunu söyleyecektir. Hatta bundan emin olanların da sayısı az değildir.
Peki ABD'nin bu noktada amacı ne olabilir? Irak'a demokrasi getirme!!! vaadi ile müdahale eden ABD'nin nasıl bir demokrasi getirdiğini hep beraber izledik, izlemeye devam ediyoruz. Arap ülkelerinde demokrasinin gelişmemiş olduğu, oldukça otoriter, tam anlamıyla bir baskıcı yönetimlerin hüküm sürdüğü aşikar olmakla beraber, asıl sorulması gereken soru, bu ülkelerin insanları demokrasiye ne kadar hazır. Irak halkının demokrasiye o kadar da hazır olmadığını yeterince gördük sanıyorsam. Toplumun çeşitli kesimleri arasındaki sürtüşmeler yüzünden seçimden aylar sonra ancak bir hükümet kurmayı başarabildiler. Diğer ülkelerde demokratikleşme hareketleri ne kadar başarılı olacak tartışılır.
Eğer bu olayların arkasında ABD ya da diğer batılı ülkeler varsa, bir şekilde Arap ülkelerindeki yöneticilerden sıkılmış oldukları sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. Bu noktada ise batılı ülkeleri böyle bir harekete iten en büyük neden olarak yükselen petrol fiyatlarını rahatlıkla gösterebilirim. Dünyadaki petrol rezervinin büyük bölümünü elinde bulunduran bu ülkelerde, petrol gelirlerinin büyük bölümünün Arap şeyhlerinin cebine girdiğini bu ülkeler hiç gitmemiş olan biri bile rahatça tahmin edecektir. Son dönemlerde bu ülkelerin yükselen petrol fiyatları karşısında üretimi yükseltmekte direnç gösterdiklerini de göz önünde bulundurur isek daha net bir sonuca ulaşabiliriz sanıyorum.
ABD ve diğer batılı ülkeler Arap halklarına karşı olmasalar bile ki bu noktada Arap halklarını çok da umusamadıklarını da söyleyebiliriz, Arap şeyhlerine ya da yöneticilerine karşı oldukları apaçık ortada. Onların devrilmesini ve daha kolay söz geçirebilecekleri kişilerin yönetime gelmesini istiyorlar. Bu noktada olayların ABD-İran çekişmesi ile çok da alakalı olmadığı iddia edilebilir. Zaten mevcut Arap ülkeleri ABD Irak'a müdahale ederken hiç bir şekilde karşı çıkmamışlardı. Ayrıca Suudi Arabistan ABD'den yüklü miktarda silah alım anlaşması imzaladı. Sünni Arap ülkeleri Şii İran'ı zaten sevmez.
Bu noktada bu olayların arkasında her ne olursa olsun, Arap şeyhlerinin huzurunun kaçtığı ve bunun da çok da olumsuz bir gelişme olmadığı söylenebilir. Devrilmeseler bilr en azından bu ülkelerde gelecekte daha demokratik bir yönetim olacağı söylenebilir. Bununla birlikte olası yeni kurulacak yönetimlerin başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin güdümünde olacağını da açıkça söyleyebiliriz.
İran'ı bu durum oldukça rahatsız edecektir elbette ki. Sonuçta İran'da da baskıcı bir yönetim mevcut. Hatta bu olayların biraz da İran halkını yönetime karşı ayaklanmaya teşvik etme amacıyla çıkarıldığı dahi söylenebilir. Bu noktada ABD İran'a doğrudan askeri müdahalenin oldukça pahalıya patlayacağının hesabını yapmış olmalı ki kaleyi içten yıkmaya çabalıyor diyebiliriz. Bunu da eski müttefiklerinin canını yakma pahasına yapıyor. Ayrıca İran'ın Akdeniz'e gönderdiği savaş gemilerinin tek amacının İran tarafından yapılan açıklamada belirtilen amaç olmadığından da kuşku duyulabilir.
Her ne kadar bu olayların fitilini Tunus'taki gösteriler ateşlemiş gibi görünse de, protestoların bu kadar hızlı yayılması ve ayrıca açıkça oldukça iyi organize edildiğinin belli olması, bu olayların çok önceden planlandığı izlenimini veriyor. Gizli bir el! aylar öncesinden sanki bu olayları planlamış gibi. Akıllara ise ister istemez bu olayların BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olup olmadığı sorusu geliyor. İşin açıkçası sezgileri oldukça güçlü olan Türk halkı bu olayların arkasında Amerika'nın olduğundan emin gibi. Sokakta kime sorsanız böyle bir olasılığın kuvvetle muhtemel olduğunu söyleyecektir. Hatta bundan emin olanların da sayısı az değildir.
Peki ABD'nin bu noktada amacı ne olabilir? Irak'a demokrasi getirme!!! vaadi ile müdahale eden ABD'nin nasıl bir demokrasi getirdiğini hep beraber izledik, izlemeye devam ediyoruz. Arap ülkelerinde demokrasinin gelişmemiş olduğu, oldukça otoriter, tam anlamıyla bir baskıcı yönetimlerin hüküm sürdüğü aşikar olmakla beraber, asıl sorulması gereken soru, bu ülkelerin insanları demokrasiye ne kadar hazır. Irak halkının demokrasiye o kadar da hazır olmadığını yeterince gördük sanıyorsam. Toplumun çeşitli kesimleri arasındaki sürtüşmeler yüzünden seçimden aylar sonra ancak bir hükümet kurmayı başarabildiler. Diğer ülkelerde demokratikleşme hareketleri ne kadar başarılı olacak tartışılır.
Eğer bu olayların arkasında ABD ya da diğer batılı ülkeler varsa, bir şekilde Arap ülkelerindeki yöneticilerden sıkılmış oldukları sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. Bu noktada ise batılı ülkeleri böyle bir harekete iten en büyük neden olarak yükselen petrol fiyatlarını rahatlıkla gösterebilirim. Dünyadaki petrol rezervinin büyük bölümünü elinde bulunduran bu ülkelerde, petrol gelirlerinin büyük bölümünün Arap şeyhlerinin cebine girdiğini bu ülkeler hiç gitmemiş olan biri bile rahatça tahmin edecektir. Son dönemlerde bu ülkelerin yükselen petrol fiyatları karşısında üretimi yükseltmekte direnç gösterdiklerini de göz önünde bulundurur isek daha net bir sonuca ulaşabiliriz sanıyorum.
ABD ve diğer batılı ülkeler Arap halklarına karşı olmasalar bile ki bu noktada Arap halklarını çok da umusamadıklarını da söyleyebiliriz, Arap şeyhlerine ya da yöneticilerine karşı oldukları apaçık ortada. Onların devrilmesini ve daha kolay söz geçirebilecekleri kişilerin yönetime gelmesini istiyorlar. Bu noktada olayların ABD-İran çekişmesi ile çok da alakalı olmadığı iddia edilebilir. Zaten mevcut Arap ülkeleri ABD Irak'a müdahale ederken hiç bir şekilde karşı çıkmamışlardı. Ayrıca Suudi Arabistan ABD'den yüklü miktarda silah alım anlaşması imzaladı. Sünni Arap ülkeleri Şii İran'ı zaten sevmez.
Bu noktada bu olayların arkasında her ne olursa olsun, Arap şeyhlerinin huzurunun kaçtığı ve bunun da çok da olumsuz bir gelişme olmadığı söylenebilir. Devrilmeseler bilr en azından bu ülkelerde gelecekte daha demokratik bir yönetim olacağı söylenebilir. Bununla birlikte olası yeni kurulacak yönetimlerin başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin güdümünde olacağını da açıkça söyleyebiliriz.
İran'ı bu durum oldukça rahatsız edecektir elbette ki. Sonuçta İran'da da baskıcı bir yönetim mevcut. Hatta bu olayların biraz da İran halkını yönetime karşı ayaklanmaya teşvik etme amacıyla çıkarıldığı dahi söylenebilir. Bu noktada ABD İran'a doğrudan askeri müdahalenin oldukça pahalıya patlayacağının hesabını yapmış olmalı ki kaleyi içten yıkmaya çabalıyor diyebiliriz. Bunu da eski müttefiklerinin canını yakma pahasına yapıyor. Ayrıca İran'ın Akdeniz'e gönderdiği savaş gemilerinin tek amacının İran tarafından yapılan açıklamada belirtilen amaç olmadığından da kuşku duyulabilir.
10 Şubat 2011 Perşembe
24 Yaş Altındakiler Konsere Giremedi
8 Şubatta Babylon'da Hindi Zahra konseri vardı. Hindi Zahra sever miyim sevmez miyim önemli değil. Bu konserde önemli olan, konsere sadece 24 yaş üstü dinleyicilerin girebilmesiydi. Nedeni ise alkol ile ilgili getirilen yeni düzenlemeler. Çünkü konser sponsoru bir alkollü içecek firmasıydı.
Rezalete bakın. Bu şehir daha geçen yıl Avrupa kültür başkenti idi. Ama bu yılın daha başında 24 yaşını doldurmamışlar bir konsere alınamadı, bir konseri isteseler de izleyemediler.
Özgürlüklerin kısıtlanması çok gerekli değilse her zaman karşısında olunması gereken bir durumdur. Ancak Türk milleti Tayyip hükümetinin Türkiye Cumhuriyetini bir Tayyip Cumhuriyeti haline getirmesine göz yumuyor. Tayyip'in hayat görüşüne göre yaşayacağız artık, onun fermanlarına uyacağız. Ne iyidir o bilir, onun beğendiği sanat eserlerine beğenecek, onun dinlediği müziği dinleyecek, onun sevdiği filmleri seyeredecek, onun yediklerini yiyecek, onun içtiklerini içeceğiz. Yoksa bedelini öderiz. Ya Tayyip'in tarafında oluruz ya da bertaraf oluruz. Tayyip'in son bertaraf ettiği kişiler ise malesef 8 Şubat tarihindeki konsere gitmek istediği halde gidemeyen gençler değil. Daha vahimi oldu yine. Trabzon'da bir bakanı protesto etmek isteyen öğrenciler Tayyip'in polisleri tarafından bir güzel evrile çevrile dövüldü.
Tayyip'i protesto edemezsiniz. Ne haddininize Ey Türk İstikbalinin Evlatları.EY TÜRK GENÇLİĞİ BİRİNCİ VAZİFEN TAYYİP DENEN ADAMI SEVMEKTİR. ÇEVRENDE ONU PROTESTO ETMEK İSTEYEN KENDİNİ BİLMEZLER OLABİLİR. ONLARA DOĞRU YOLU GÖSTERECEK KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR.
Türk halkı hala demokrasiyi özümseyemedi. Var olduğu ilk tarihlerden beri başında bir han,hakan,kağan, sultan vb eleştirilmesi pek kolay olmayan yöneticiler olan, ve onların tebaası durumunda olmayı kanıksamış bir millet için 80-90 yıl demokrasıyi özümseyebilmek için çok kısa kalıyor sanırım. İşin en trajıkomik yanı ise Tayyip denen şahsın ki kendisi bu ülkenin malesef Başbakanı koltuğunu bu milletin izni ile işgal etmektedir ve daha uzun süre işgal edecek gibi de görünmektedir, hem bu kadar antidemokrat olup hem de demokrasi dersi vermeye çalışmasıdır. Hüsnü Mübarek'e halkın sesini dinlemeyi salık veren Ey Tayyip, Cumhuriyet mitinglerinde halkın sesini, o dönemde geçici bir sağırlık yaşadığın için mi dinleyemedin? Bu kadar da olmaz. Ama olur. Bu millet her zaman dediğim gibi buna müstehak.
" Her millet layık olduğu şekilde yönetilir."
Rezalete bakın. Bu şehir daha geçen yıl Avrupa kültür başkenti idi. Ama bu yılın daha başında 24 yaşını doldurmamışlar bir konsere alınamadı, bir konseri isteseler de izleyemediler.
Özgürlüklerin kısıtlanması çok gerekli değilse her zaman karşısında olunması gereken bir durumdur. Ancak Türk milleti Tayyip hükümetinin Türkiye Cumhuriyetini bir Tayyip Cumhuriyeti haline getirmesine göz yumuyor. Tayyip'in hayat görüşüne göre yaşayacağız artık, onun fermanlarına uyacağız. Ne iyidir o bilir, onun beğendiği sanat eserlerine beğenecek, onun dinlediği müziği dinleyecek, onun sevdiği filmleri seyeredecek, onun yediklerini yiyecek, onun içtiklerini içeceğiz. Yoksa bedelini öderiz. Ya Tayyip'in tarafında oluruz ya da bertaraf oluruz. Tayyip'in son bertaraf ettiği kişiler ise malesef 8 Şubat tarihindeki konsere gitmek istediği halde gidemeyen gençler değil. Daha vahimi oldu yine. Trabzon'da bir bakanı protesto etmek isteyen öğrenciler Tayyip'in polisleri tarafından bir güzel evrile çevrile dövüldü.
Tayyip'i protesto edemezsiniz. Ne haddininize Ey Türk İstikbalinin Evlatları.EY TÜRK GENÇLİĞİ BİRİNCİ VAZİFEN TAYYİP DENEN ADAMI SEVMEKTİR. ÇEVRENDE ONU PROTESTO ETMEK İSTEYEN KENDİNİ BİLMEZLER OLABİLİR. ONLARA DOĞRU YOLU GÖSTERECEK KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR.
Türk halkı hala demokrasiyi özümseyemedi. Var olduğu ilk tarihlerden beri başında bir han,hakan,kağan, sultan vb eleştirilmesi pek kolay olmayan yöneticiler olan, ve onların tebaası durumunda olmayı kanıksamış bir millet için 80-90 yıl demokrasıyi özümseyebilmek için çok kısa kalıyor sanırım. İşin en trajıkomik yanı ise Tayyip denen şahsın ki kendisi bu ülkenin malesef Başbakanı koltuğunu bu milletin izni ile işgal etmektedir ve daha uzun süre işgal edecek gibi de görünmektedir, hem bu kadar antidemokrat olup hem de demokrasi dersi vermeye çalışmasıdır. Hüsnü Mübarek'e halkın sesini dinlemeyi salık veren Ey Tayyip, Cumhuriyet mitinglerinde halkın sesini, o dönemde geçici bir sağırlık yaşadığın için mi dinleyemedin? Bu kadar da olmaz. Ama olur. Bu millet her zaman dediğim gibi buna müstehak.
" Her millet layık olduğu şekilde yönetilir."
23 Ocak 2011 Pazar
TAKSİMDE EZELİ RAKİPLERİN ORTAK EYLEMİ VARDI
Bugün Taksim Taksim olalı görmediği bir kalabalık gördü.Bugün İstiklal'den ezeli rakiplerin ortak öfkesi aktı. Yürüyenlerin çoğu Türk spor tarihinin ezeli takımlarının taraftarlarıydı. Bu insanlar maçlarda birbirlerine ağır hakaretlerde bulunur, küfürler savuru, hatta zaman zaman kavga ederler, birbirlerine öldüresiye döverler. Ama bugün kol kolalar. Bugün bir ortak amaç uğruna birleşmişler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı TT Arena Stadı'nın açılışında portesto eden Galatasaray taraflarına başbakanın tepkisi sert olmuştu. Biz millet olarak zaten başbakanın hiç de demokratik bir ülke başbakanına yakışmayan bir şekilde, hiç bir eleştiriyi, itirazı hazmedemediğine daha önceden de çok defa şahit olmuştuk. Hatta neredeyse tüm AKP'lilerde aynı küstah tavrı, aynı burnu büyüklüğü, aynı şişirilmişliği görmüşüzdür. Sayın başbakan ve kurmayları bu ülkenin köylüsünü, işçisini çok defa azarlamış, provokatörlük ile suçlamış, bu milletin onlara verdiği sıfatlar ve yetkiler ile bu milleti pek çok defa ezmiştir. Ancak bu defa karşılarında koskoca Galatasaray takımının taraftarları vardı ve susmadılar.
Galatasaray Spor Kulübü başkanı Adnan Polat belki de AKP'nin Galatasaray aleyhine işler yapmasından çekindiği için oldukça pasif demeçler verdi. Hatta bu nedenle ona pek çok Galatasaray taraftarı kırıldı.
Derken savcılık soruşturma başlattı. Peki suç neydi? Suç demokratik bir ülkede bir grup taraftarın Başbakanı protesto etmesiydi. Allah aşkına, hangi demokratik ülkede böyle bir suç olabilir, böyle bir şey suç sayılabilir, böyle bir konuda savcılar soruşturma başlatabilir. Ancak askeri cunta dönemlerinde görülebilecek olaylar bunlar.
İşin demorasi açısından eleştirilecek çok yanı var. Üst üste seçimlerden yüksek oylar alan AKP artık iyice şımardı, bu bir gerçek. Ancak beni çok sevindiren bir görüntü vardı İstiklal'de. Ezeli takımların gözü kara taraftarları, bir derbide tekme tokat kavgaya tutuşabilecek insanlar kenetlendi orada. Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar, Trabzonsporlular ve pek çok Anadolu takımı taraftarı, ellerinde dövizler, Galatasaray taraftarlarına destek oldular. Sporun dostluk ve kardeşlik demek olduğunu bir kez daha gösterdiler. Öyle güzel bir görüntü ki, insan duygulanıyor gerçekten.
AKP'ye buradan sesleniyorum. HADDİNİZİ BİLİN, KİMSE SİZİN UŞAĞINIZ DEĞİL, KİMSEDEN ÜSTÜN DEĞİLSİNİZ, YERİ GELİR GELDİĞİNİZ GİBİ GİDERSİNİZ....
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı TT Arena Stadı'nın açılışında portesto eden Galatasaray taraflarına başbakanın tepkisi sert olmuştu. Biz millet olarak zaten başbakanın hiç de demokratik bir ülke başbakanına yakışmayan bir şekilde, hiç bir eleştiriyi, itirazı hazmedemediğine daha önceden de çok defa şahit olmuştuk. Hatta neredeyse tüm AKP'lilerde aynı küstah tavrı, aynı burnu büyüklüğü, aynı şişirilmişliği görmüşüzdür. Sayın başbakan ve kurmayları bu ülkenin köylüsünü, işçisini çok defa azarlamış, provokatörlük ile suçlamış, bu milletin onlara verdiği sıfatlar ve yetkiler ile bu milleti pek çok defa ezmiştir. Ancak bu defa karşılarında koskoca Galatasaray takımının taraftarları vardı ve susmadılar.
Galatasaray Spor Kulübü başkanı Adnan Polat belki de AKP'nin Galatasaray aleyhine işler yapmasından çekindiği için oldukça pasif demeçler verdi. Hatta bu nedenle ona pek çok Galatasaray taraftarı kırıldı.
Derken savcılık soruşturma başlattı. Peki suç neydi? Suç demokratik bir ülkede bir grup taraftarın Başbakanı protesto etmesiydi. Allah aşkına, hangi demokratik ülkede böyle bir suç olabilir, böyle bir şey suç sayılabilir, böyle bir konuda savcılar soruşturma başlatabilir. Ancak askeri cunta dönemlerinde görülebilecek olaylar bunlar.
İşin demorasi açısından eleştirilecek çok yanı var. Üst üste seçimlerden yüksek oylar alan AKP artık iyice şımardı, bu bir gerçek. Ancak beni çok sevindiren bir görüntü vardı İstiklal'de. Ezeli takımların gözü kara taraftarları, bir derbide tekme tokat kavgaya tutuşabilecek insanlar kenetlendi orada. Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar, Trabzonsporlular ve pek çok Anadolu takımı taraftarı, ellerinde dövizler, Galatasaray taraftarlarına destek oldular. Sporun dostluk ve kardeşlik demek olduğunu bir kez daha gösterdiler. Öyle güzel bir görüntü ki, insan duygulanıyor gerçekten.
AKP'ye buradan sesleniyorum. HADDİNİZİ BİLİN, KİMSE SİZİN UŞAĞINIZ DEĞİL, KİMSEDEN ÜSTÜN DEĞİLSİNİZ, YERİ GELİR GELDİĞİNİZ GİBİ GİDERSİNİZ....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)