Teknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Teknoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2020 Cumartesi

3D Televizyonlara Ne Oldu?

Bir zamanlar son derecede popüler olan 3D televizyonlar bir anda piyasadan çekildi. Artık 4K, HDR destekli akıllı TV'ler popülerken 3D özellikli güncel TV bulmak pek de mümkün değil. Peki bunun nedeni ne olabilir?

Evde oturduğumuz yerden 3D film izlemek, aksiyon sahnelerinin adeta içindeymişiz gibi hissetmek kulağa hoş geliyor. Ancak bunun için gözlük kullanmak biraz sıkıntı verici bir durum olabiliyor. Özellikle de aktif gözlükler ağır ve konforsuz. Üstelik tam filmi açtığınızda bir de bakıyorsunuz pili ya da şarjı bitmiş. Ya pil değiştireceksiniz ya da şarj olmasını bekleyeceksiniz. Kulağa hiç de pratik gelmiyor.

Ayrıca 3D gözlük kullanmak benim gibi hali hazırda gözlük kullananlar için büyük problem. Gözlüğün üzerine gözlük takmak zorunda kalıyorsunuz. Kesinlikle hoş bir deneyim değil.

Evimde bulunan 3D televizyonda en son ne zaman 3D film izlediğimiz hatırlamıyorum bile. 3D filmler hem az hem de pek çoğunda 3D efektler o kadar da etkileyici değil. Tabi üzerinde özel çalışılmış efektlere bakarsanız muhteşem olabiliyor. Ama filmlerde 3D izleyenler için efektlerin üzerinde fazladan çalışmayı pek istemiyorlar anlaşılan. Büyük ihtimalle maliyeti artıran bir yöntem.

3D gözlüklerin aktif olanları pahalı, ağır, konforsuz ve pil değişimi ya da şarj edilmesi gerekiyor. Pasif 3D gözlükler ucuz, hafif, ancak çözünürlüğü düşürüyor. Ayrıca hem aktif hem de pasif gözlükler pek çok kişide baş ağrısına yol açıyor. 3D filmlerde sahneler gözlükle izleyenler için özellikle üzerinde çalışılmış değil. TV'nin büyüklüğüne göre en iyi film deneyimi için belirli bir oturma pozisyonu var. Film izlemek için koltukları TV'ye göre öze ayarlamakla uğraşmak pek çok kişi için gereksiz zahmet. Ayrıca 3D ya da 2D izlenen filmlerden alınan keyif arasında çok da fark yok. Haliyle neden 3D ile uğraşayım ki? Bir kenara atıp sonra da şu anda benim hatırlamadığım gibi 3D gözlüklerin nerede olduğunu bile hatırlamayacaksanız neden 3D TV alıp fazladan para ödeyesiniz?

İşte TV üreticileri de bunu gördü. Teknoloji meraklıları 3D televizyonları aldılar  ve denediler. Ama kısa sürede gözlükleri kaldırıp bir kenara attılar. TV'lerini yenilemeleri gerektiğinde artık 3D özelliği onları için karar almalarında hiçbir öneme sahip değildi. O halde neden belki çok az bir azınlık dışında kimsenin ilgilenmediği bir özelliği TV'ye koyup üreticiler maliyetlerini ve dolayısıyla fiyatları artırsınlar. Üstelik rakipleri daha yüksek çözünürlük, daha gerçekçi renkler gibi 2D TV izlemekten son derecede mutlu insanları daha da mutlu eden çözümlerle ürünlerini piyasaya sürme yarışındayken. Yanlış bir teknolojiye yatırım yapma büyük ekonomik zarar demek olmaz mı? Bu riske hiçbir üretici girmedi. Denediler ve vazgeçtiler.

3D TV teknolojisi aslında güzel bir teknoloji ama her yıl en azından 3D TV'de izlemenize değecek, 3D izleyecekler için özel çalışılmış efektlerle dolu çok sayıda filmin çekilmesi gerek. Sonra da film severler bunları evlerinde efektlerin tadını çıkara çıkara 3D izleyebilirler. Tabi böyle olmadı.

Çok umut vadeden 3D teknolojisi TV dünyasından silindi gitti. Belki daha da gelişmiş bir şekilde ileride gözlüksüz 3D TV'ler ile hayatımıza girebilir. O zamana kadar TV'ler 2D kalacak gibi görünüyor.

2 Şubat 2020 Pazar

İnsanlığı Bekleyen Tehlike: Tersine Evrim

-Bu yazı en hakiki mürşidi ilim olanlar içindir.

Evrimin ne olduğu bilindiğinden bu yazıda açıklamaya gerek duymuyorum. Ancak bilmeyenlerin öncelikle evrimin ne olduğu hakkında güvenilir, bilimsel kaynaklardan gerekli araştırma ve okumaları yapmalarını önerebilirim.

Hayatın tek bir temel görevi vardır, neslin devamını sağlamak. Bu görevin ifası içinse dünyaya geldikten sonra hayatta kalarak üreme eylemini gerçekleştirebilmek gerekir. O nedenle hayvanlarda iki büyük ve karşı konulması zor temel içgüdü vardır. Birincisi hayatta kalmak, ikincisi de üremek. Esas amaç üremek olsa da bu ilk saydığımız hayatta kalmanın gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. 

Doğadaki her canlı bu iki amacı yerine getirebilmek için çeşitli silahlara veya hilelere sahiptir. Bu silah ve hileler bazen bir canlının feda edilmesini gerektirebilmektedir. Örneğin belirli avcılar tarafından avlanan bir canlı, o avcıların hiç sevmediği tada sahip bir madde üretebilir. Avcı bu canlıdan bir tanesini ilk defa avladığında tadını beğenmez. O avlanan canlı hayatını kaybetmiş olabilir ancak av olarak avcının bir daha kendi türünden bir başka canlıyı avlamamasını sağlar. Neslin devamında türün devamlılığı bazen soyun devamlılığına öncellenmiştir. 

Biz insanlara bakıldığında vahşi hayvanlardan üstün fiziksel hiçbir özelliğimizin olmadığı görülür. Taksonomide aynı sınıfta yer aldığımız diğer memelilerin arasında bizden daha yavaş koşan kaç hayvan sayabilirsiniz? Fok balıkları, morslar, yunus ve balinalar gibi denize adapte olmuşlarla uçan yarasayı saymazsak, karada yaşayanalarda bizden daha yavaşı var mı? Tabi saydığımız suya adapte olanlar bize göre çok iyi yüzücüler, yarasa daha da gelişmiş sayılır, uçuyor. Üstelik doğal radar sahibi.

Bizi koruyacak keskin dişlerimiz, pençelerimiz yok, kamufle olamıyoruz, bizi soğuktan koruyacak kürkümüz yok, gece görüşümüz, kulaklarımız, gözlerimiz zayıf. Doğadaki pek çok hayvan bizim için hayati bir tehdit unsuru olabilir(di) eğer o bizi biz yapan o muhteşem silaha sahip olmasaydık. Yüksek öğrenme, öğrendiklerini yorumlama ve yeni nesillere aktarma yetisi. Buna ister zeka deyin ister akıl. Her iki kelime de yetersiz kalacaktır. 

Evrimsel süreçte diğer pek çok canlıya göre anatomik ve fizyolojik yapımızın bize verdiği zaafiyeti beynimizi kullanarak kapatabildik ve hatta çok çok avantajlı bir hale geldik. Dünyanın hakimi olduk. Hatta tüm dünyaya hükmettik. Hatta dünya yetmedi, gözümüzü uzaya diktik. 

Zaman içinde öğrendiklerimiz birikti. Her yeni bilgi yepyeni yeni bilgilere ulaşacağımız yollar çıkardı önümüze. Bilgi, öğrenme ve keşiflerin insanlık tarihi boyunca tutarlı bir grafiği yapılsa doğrusal değil üstel fonksiyon grafiğine benzer bir grafikle karşılaşılacağı kesindir. Çünkü her keşif yepyeni imkanları insanların önüne sunmuştur. Örneğin ateşin icadı hem yeme kültürünü değiştirmiş, haliyle yemekleri pişirme teknikleri ortaya çıkmış, hem toprağı pişirerek seramik eşyalar yapılmasını mümkün kılmış, hem ısınma ihtiyacını gidermiş, hem ufak ufak metalurjinin ve malzeme biliminin ilk adımlarının atılmasını sağlamıştır. 

İçinde bulunduğumuz çağa göre şimdiye kadar bahsedilen konular son derecede ilkel gelebilir. Doğrudur. Ancak insanlığın temeli böyledir. 

Günümüzde ise tam bir bilgi ve teknoloji çağındayız. Artan bilgi birikimi yeni gelişmelerin çok daha kısa sürede ortaya çıkmasını sağladı. Bu hızlı gelişme o noktaya geldi ki artık insan hayatındaki koşullar eskiye göre çok daha hızlı değişiyor. Örneğin bilinen ilk fotoğraf 1826 yılında çekilmiştir. İlk dijital fotoğraf makinesi için patent başvurusu 1972 yılında yapılmıştır. Tam 146 yıl sonra. Tabi bu ilk makine kimsenin yanında taşımak istemeyeceği kadar büyük ve ağır bir cihazdı. Ancak uzunca bir süredir cebimizdeki telefonlarda fotoğraf makinesi var, hatta artık pek çoğunda birden çok fotoğraf makinesi bulunuyor. Yaklaşık 150 yılda analogtan dijitale geçiş yapılırken, dijitalin cep telefonuna dahi sığacak boyuta inmesi 40 yıldan kısa sürmüş durumda. Korkunç bir gelişim ivmelenmesi değil mi?

İçinde bulunduğumuz teknoloji çağının bize sunduğu nimetler pek çok açıdan hayatımızı kolaylaştırıyor. Evimizde oturduğumuz yerden hiç kalkmadan istediğimiz yemeği sipariş edebiliyoruz. Gideceğimiz yeri bilmemize gerek yok, ya da sora sora öğrenmemize de gerek yok, harita okuyabilmemize de gerek yok, navigasyon bizi götürecektir. "Hey Siri!" ya da "Hi Google!" demeniz pek çok merak ettiğiniz bilgiyi size sunabilir. Döviz kuru, hava durumu ya da herhangi bir bilgi, sorun yeter. 

Bilgiye ulaşmak bu kadar kolaylaşınca insan ve bilgi denkleminde en temel organ olan beynin yükü hafifliyor. Artık daha az bilgiyi hafızamızda tutmak zorundayız. Yakın gelecekte tam otonom otomobiller hayatımıza girdiğimizi düşünün. Aracının otonom sürüş sistemi bozulsa ve kendi kullanmak zorunda kalsa pek çok kişi sabah işe gideceği yolu bulamaz hale gelir mi sizce? Cevabınız evet, yoksa değil mi?

Anlık tercümanlık yapan cihazlar da geliştiriliyor. Siz ana dilinizde konuşuyorsunuz cihaz söylediklerinizi hemen istediğiniz dile çeviriyor. Yani artık yabancı dil öğrenmek de çok gerekli olmayabilir. 

Peki beynimizi ne yapacağız o zaman? Ona yapacak pek iş bırakmıyoruz. Ve 
ünlü Fransız biyolog Lamarck'ın kullanılan organların gelişip, kullanılmayan organların köreleceği tezi -ki doğruluğu gözlemle tespit edilse de yeni nesle aktarılıp aktarılamadığı net değildir- dikkate alındığında beynimize yeni uğraşlar bulmazsak eğer yavaş yavaş hayatta kalıp, neslimizi devam ettirip, dünyanın hakimi olmamızı sağlayan en güçlü silahımızın giderek köreleceği, zayıflayacağı, kapasite kaybına uğrayacağı sonucunu çıkarabiliriz. 

Eğer Lamarck haklıysa teknoloji beynimizi daha az kullanmamızı sağlayarak bizi aptallaştırabilir. Böyle bir durum tersine evrim değil de nedir? Üstelik toplumlarda yüksek zeka sahibi insanların genellikle ya hiç çocuk sahibi olmadıkları ya da az sayıda çocuk sahibi oldukları görülürken ortalama zekaya sahiplerin çok çocuk sahip olmasıyla toplumların gen havuzunda yüksek zeka genlerinin frekansının giderek düştüğü yönünde görüşler uzun süredir dillendirilmektedir. 

Eğer çizdiğimiz olumsuz tablo bu şekilde devam ederse çok değil birkaç nesil sonra dünyada düşük zekalı bir çoğunluk ve onları kontrol eden yüksek zekalı bir elit kesim oluşabilir. Yüksek zekalı elit kesimle düşük zekalı kesim arasındaki ilişki sahip-köle ilişkisine dönüşebilir. Geçmişte benzer bir ikilik Homo Neanderthalis ve Homo Sapiens'lerin karşılaşmasında yaşanmıştı. Neticede tam bilinemese de ya Homo Neanderthalis'ler bizler, yani Homo Sapiens'ler tarafından katledildi ya da bu iki insan türü kaynaştı. Ancak gelecekte ne toplu bir katliam ne de bir birleşme, kaynaşma olacağını beklememek gerekir. İnsan nesli alt insan ve üst insan olarak ikiye ayrılacak, alt insanlar adeta işçi arı görevini görürken üst insanlar kendi aralarında liderlik mücadeleleri vereceklerdir. 

Belki de kölelik insanlık için kaçınılmazdır?

19 Ocak 2020 Pazar

Yerli Motor Yapmak Çok Mu Zor?

Otomotiv sektöründe ciddi bir üretici olmamıza rağmen ciddi bir yerli ve milli otomobil markamızın olmaması pek çoğumuzun için buran bir durum. Bu konuda özellikle Cumhurbaşkanımızın çağrısı üzerine bir araya gelen Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu tarafından 2020 öncesinde tanıtımı yapılan tamamen elektrikli SUV ve Sedan araçlarla büyük bir umutla artık sahip olamasak da gurur duyacağımız bir yerli otomobil markasına kavuşmayı bekliyoruz. Ancak bu araçlar tamamen elektrikli olacağından konvansiyonel içten yanmalı benzinli veya dizel motora sahip olmayacaklar. Yıllardır içten yanmalı motor dahil otomotiv sektöründe üretmediği bir bileşen neredeyse bulunmayan ülkemizin kendi milli içten yanmalı motorunu geliştirememesi ise ilk bakışta yadırganacak bir durum. 
TOGG elektrikli yerli otomobil

İçten yanmalı motor teknolojisi her ne kadar çok eski bir teknoloji olsa da son derecede karmaşık bir  teknolojidir. Bir benzinli motorda çok sayıda farklı bileşen bulunur. Üstelik motorun güç üreten kısmını, yani esas motor olan kısmını üretebilmeniz yetmez, bir de güç aktarım birimi olan şanzıman da üretmeniz gerekir. Çok sayıda farklı bileşenden oluşan ve büyük bir hassasiyetle tasarlanmış parçaların büyük bir uyum içinde çalışması gerekir. Aksi halde motor ya hiç çalışmaz ya da kısa sürede teknik sorunlar ortaya çıkar. Bu kadar karmaşık bir teknolojiyi birden geliştirmek, üstelik çok uzun yıllardan beri motor üreten firmalarla rekabetçi olacak şekilde verimli ve ekonomik olarak bu işin üstesinden gelebilmek hiç de kolay değildir. İstenirse içten yanmalı motor geliştirmek elbette ki mümkün olacaktır, ancak bunun için ciddi zaman harcanması gerekir. Üstelik elektrikli araçların yavaş yavaş benzinli ve dizel araçların yerini almaya başladığı bir çağda içten yanmalı motor geliştirmeye çalışmak çok da anlamlı gelmemektedir. 

Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere içten yanmalı motor geliştirmek çok zordur. Kalabalık bir mühendislik ekibinin çok uzun süreler üzerinde çalışmasını gerektirir. Bununla birlikte ülkemizde yavaş yavaş içten yanmalı motor geliştirilmeye de başlanmıştır. Ancak bu motorlar otomotiv sektöründen ziyade savunma sektöründe kendini göstermektedir. Örnek olarak TEI PD170 adında 170 beygir gücünde pistonlu bir motor üretmiş durumda. Bu motor milli İHA'larımızda kullanılacak. Ayrıca bu motor üzerinde geliştirme çalışmaları devam ediyor. Üstelik askeri bir sistemde kullanılan bir içten yanmalı motorun sivil araçlardan çok daha yüksek niteliklere sahip olması gerekir. Zira otomobillerde kullanılan içten yanmalı motorların çalışma koşulları ile yerden kilometrelerce yukarıda çalışan bir uçaktaki motorun çalışma koşulları bile tasarımı güçleştirecektir. Teknik olarak PD170 motoru sivil bir otomobilde de kullanılabilir. Tabi bazı küçük değişiklikler yapılması gerekecektir. Ancak dediğimiz gibi, içten yanmalı motor konusunda batılı ülkelerin çok gerisinde kalmış olduğumuzdan otomotiv sektöründe ancak elektrikli otomobillerle rekabetçi olabiliriz. Elektrikli otomobillere ayak uyduramayan günümüz ve yakın geçmişin güçlü firmaları ne yazık ki yakın gelecekte tarihin tozlu sayfalarına gömülecektir.

Her ne kadar içten yanmalı bir İHA motoru geliştirmeyi TEI başarmış olsa da, motor geliştirilmesi ve tedariğinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle milli tankımız ALTAY halen seri üretime alınamamıştır. Söz konusu askeri sistemler olunca tasarlanacak motorun isterlerini karşılamak ancak çok büyük uzmanlık ve yüksek mühendislik ile mümkün olabilmektedir. Öyle ki bir tankın motoru aşırı soğuk, aşırı sıcak, tozlu, çamurlu, karlı, yağmurlu ortamlarda hiç takılmadan çalışmak zorundadır. Aynı zamanda yaklaşık 60 tonluk bir aracı hareket ettirebilmek için çok yüksek güç üretilmesi gerekmektedir. Bu kadar yüksek gücü elde edebilmek, üstelik de bunu tankın içine sığacak kadar küçük bir motorla başarabilmek, içten yanmalı motor teknolojisi çok eski bir teknoloji olsa dahi, günümüz için bile son derecede zordur.
TEI PD170

ÖZETLE, içten yanmalı motor üretmek çok zor bir iş değildir. Ülkemizin pek çok yerinde sanayide görev yapan ustaların çoğu kendi başına bunu yapabilirler. Ancak önemli olan çalışan bir içten yanmalı motor yapmak değildir. Önemli olan beklentileri tam olarak karşılayan, verimli, ekonomik, üretilebilir, güvenilir ve rekabetçi bir içten yanmalı motor üretebilmektir. Bu ise hemen olan bir şey değildir. Basit bir örnekle, yine havacılıkla benzeştirerek açıklamaya çalışırsak, uçak yapmak için gerekli olan fizik kuralları çok basittir ve pek çok kişi evinde basit uçaklar yapabilir. Ancak bir İHA yapmak çok daha fazla teknik bilgi ve detaylı tasarım gerektirir. Biz havacılık sektöründe dünyayı İHA'larımız ile yakaladık ve bu alanda en öndeki ülkelerden biri haline geldik. Ancak bir savaş uçağı yapmak ile bir İHA yapmak aynı şey değildir.  İş ABD'nin Türkiye'ye teslim etmeyeceğini açıkladığı F35'ler gibi son teknoloji ürünü bir savaş uçağı yapmaya geldiğinde, her ne kadar aynı fizik kurallarına bağlı olarak uçacak olsa da, araştırma ve geliştirmenin zorluk katsayısı astronomik sayılacak bir düzeyde artacaktır. Bu durum içten yanmalı motorlar için de aynıdır. 

AMD'nin Yükselişi

Çok uzun yıllar boyunca Intel işlemci piyasasında adeta tekel konumundaydı. Halen tüm dünyada kullanılan mevcut masaüstü, dizüstü ve iş istasyonlarının büyük bir bölümünde Intel işlemcilerin bulunduğu da bir gerçektir. Ancak Intel'in en dişli rakibi olan AMD, uzun yıllar Intel'in gerisinde kalmış olsa da, son yıllarda ciddi bir atak yapmış durumda. Üstelik AMD hem CPU pisyasasının  hakimi Intel ile hem de GPU piyasasının hakimi Nvidia ile yoğun rekabeti aynı anda ve başarılı bir şekilde sürdürüyor.

AMD'nin yeni nesil Ryzen 4000 serisi işlemcileri Intel işlemcilerden pek çok açıdan üstün görünüyor. Bunun yanında Intel işlemciler ile arasında ciddi bir fiyat farkı da bulunuyor. Her nedense Intel işlemcilerini yüksek fiyattan satmaya AMD ciddi bir atak yapmışken bile devam ediyor. Muhtemelen AMD'nin eski ve nispeten başarısız işlemcileri nedeniyle kemikleşen Intel işlemcilere güveni ve sadakati sömürüyor denilebilir. Peki son kullanıcı olan bizler, neden daha düşük performans veren bir işlemciye sırf markaya duyulan güven ve sadakat nedeniyle aynı işi çok daha ucuza yapabilecek alternatifi varken yüksek bedeller ödeyelim? Mantıklı mı? Değil.

Yüksek performanslı işlemcilerin işlem güçlerine göre kıyaslandığı benchmark listelerinde zirveyi genellikle AMD Ryzen işlemciler kaplamış durumda. Üstelik bu yazıyı hazırladığım anda yandaki ekranda kontrol ettiğim listede AMD Ryzen 7 Pro 3700 listede birinci, AMD Ryzen 9 Pro 3900 ikinci, Intel Core i9-9900 KS  4.00GHz ise üçüncü konumdaydı. Üstelik Ryzen 7 3700 325,00$ gibi bir fiyatla alınabilirken Intel Core ip-9900KS'de fiyat 500$ seviyesinin üzerinde. Arada yaklaşık 200$ gibi ciddi bir fark var. Üstelik bu fiyatları Amazon üzerinden, ABD fiyatlarına bakarak tespit ediyorum.

Buraya kadar AMD'nin işlemci alanında rakibi Intel'i hem performans hem de fiyat avantajı ile sarstığını söylemek mümkün. Ancak ekran kartı alanına gelindiğinde AMD işlemci alanında olduğu kadar başarılı görünmüyor. AMD Radeon serisi güncel GPU'lar Nvidia'nın güncel GTX GPU'larının performans seviyesinin gerisinde kalıyor. Ancak AMD Radeon ekran kartları ile Nvidia GTX ekran kartları arasında zaman zaman iki kata varan fiyat farkları olduğu görülüyor. Ancak bu kartlar arasındaki performans farkı ile fiyat farkı arasında bir ilişki bulunmuyor. Yani AMD ekran kartları Nvidia ekran kartları kadar yüksek performanslı değiller ancak çok daha uygun fiyatlılar. Haliyle fiyat/performans açısında çok başarılı kartlar ve son kullanıcının verdiği her kuruşun hakkını çok daha fazla veriyorlar. Bu da özellikle oyuncular arasında AMD Radeon GPU'lu ekran kartlarının hızla yaygınlaşmasına yol açıyor.

İnternette en güncel ve güçlü AMD ve Nvidia ekran kartlarının fiyatlarını ve performanslarını inceleyebilirsiniz. Göreceğiniz manzara büyük olasılıkla Nvidia'nın performansta kesin galibiyeti olacaktır. Tabi aradaki performans farkına ikinci bir ekran kartı alabilecek kadar fazla ödeme yapmayı pek çok kişi istemiyor.

AMD Intel'in hakimiyetini ciddi olarak sarstı. Nvidia'dan ise fiyat/performans ürünü ekran kartları ile çok ciddi pazar payı kapmaya başladı. Bu durumda sevinen taraf biz son kullanıcılar olacağız. Çünkü keskin ve zorlu rekabet koşullarında çok daha güçlü işlemci ve ekran kartlarını çok daha uygun fiyatlarla alabileceğimiz bir gelecek bizi bekliyor olacaktır. Tabi burada döviz kurları canımızı sıkabilir. ABD doları şu anda 6,00 ₺ seviyelerinde geziniyor. Kurun uzun süredir dar bir bant içinde yatay seyir izlediği söylenebilir. Ancak kurlar hiçbir zaman dar bir bant içinde çok uzun süre kalmazlar. Ya aşağı ya da yukarı yönlü harekete geçerler. Eğer kur yukarı yönlü bir trend oluşturursa her geçen gün bilgisayar almak bizler için çok daha pahalı hale gelecektir.


7 Ocak 2020 Salı

Yabancı Dil Yetmez, Programlama Dili De Öğrenin

Günümüzde artık hemen her şey içinde kodlanmış programlar içeren bileşenlere sahip. Teknoloji ile her geçen gün daha da iç içe geçişen insan yaşamı düşünüldüğünde, herkesin programlama dillerinden en azından birini iyi derecede bilmesi büyük bir avantaj sağlayacaktır. Özellikle de gelecek ve kariyer planlaması yapan gençler, İngilizce gibi artık olmazsa olmaz bir yabancı dilin yanına en azından bir de programlama dilini eklemeleri büyük fark yaratmalarına imkan tanıyacaktır. Çünkü hangi alanda çalışacak olurlarsa olsunlar, programlama dili bilgisi onlara önemli avantajlar sağlayacaktır.

Mesleki alanlardan mühendisliği ele alalım. Özellikle de makine mühendisliğini. Makineler bir zamanlar tamamen mekanik olarak çalışmakta, kontrol üniteleri bile çeşitli fizik kanunları esas alınarak geliştirilmiş mekanik bileşenler idi. Ancak artık elektronik ve bilgisayarlarla iyice iç içe geçmiş durumdalar. Elektronikten ve bilgisayar kodlarından anlamayan bir makine mühendisi, içinde bulunduğumuz çağda ne kadar başarılı olabilir? Robotlar ve robotik bileşenler artık her yerde.

Ekonomi ve finans alanını düşünürsek de durum aynı. Bir zamanlar insanlar grafikleri ve verileri inceler, analizler yapar ve yatırım kararları verirlerdi. Bu uzun  bir zaman alır ve insan psikolojisinin zaafları nedeniyle zaman zaman hatalı kararlara yol açar, neticede kar etmeyi bırakın ciddi zararlarla karşılaşılmasına neden olurdu. Ekonomiye ne kadar hakim, aynı anca onlarca hatta yüzlerce veriyi hızla yorumlayabilen ve içine duygularını karıştırmadan nesnel kararları hızla alabilen kişiler ancak başarılı olurlardı ki bu kişiler de zaman zaman pahalıya mal olan hatalar yapmaktaydılar. Artık küresel piyasalarda alım ve satım yönünde kararları bilgisayar programlarına bırakan şirketler olduğunu biliyoruz. Bu programlar bir insanın karar verme aşamasında göz önünde bulunduramayacağı kadar çok veriyi eksiksiz bir şekilde analiz edip, pek çok farklı sinyali değerlendirip, duygusal etkiler kesinlikle barındırmayan kararlar verebiliyorlar. Kodlama sırasında algoritmaları düzgün oluşturulmuş ve iyi kodlanmış bir program piyasadaki hiçbir önemli alım veya satım sinyalini kaçırmayacak, tereddütsüz karar verecek ve emri ilgili kuruma anında iletecektir. Satış sinyallerini biraz daha düşüş veya yükseliş olur umuduyla görmezden gelip eldeki kardan olma gibi bir hataya da düşmeyecektir. Yani artık aklı başında bir yatırımcı yatırım kararlarını kendi alan değil, bu işi düzgün yapacak programı kodlayan yatırımcı olacaktır.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Tarımdan sağlığa, ulaştırmadan gıdaya kadar her türlü sektörde artık bilgisayar programlamayı bilmek bir avantaj sağlayacaktır. Bu nedenle özellikle de henüz yolun başında olan gençler hem İngilizce'yi hem de en azından bir programlama dilini çok iyi seviyede öğrenmeliler. İngilizce sayesinde tüm dünyayla iletişim kurabilme ve onların bilgi ve tecrübelerinden faydalanabilme olanağı kazanırken programlama dilleri ile de iş yaşamında karşılaştığı sorunlara çözümler üretebilme ve yeni imkanları, fırsatları ortaya koyabilme imkanı yakalamış olur.

1 Ocak 2020 Çarşamba

Gelişen Teknoloji ve İnsan Hayatına Etkileri

Teknolojinin insan yaşamını kolaylaştırdığı tartışılmaz bir gerçek. Artık her birimizin cebinde bir zamanlar servet değerinde olan ve ancak çok güçlü şirketlerin sahip olabildiği bilgisayarların işlem gücünün kat kat fazlasına sahip telefonlar bulunuyor. Bu telefonlarla sadece telefon görüşmesi yapmıyor aynı zamanda mesajlaşıyor, çektiğimiz fotoğraf ve videoları paylaşıyor, gerekli notları alıyor, zaman zaman hava durumu, trafik yoğunluğu gibi bilgileri ediniyor, bankacılık işlemlerini gerçekleştiriyor, alışveriş yapıyor ve burada hepsini saymanın mümkün olmadığı kadar çok şeyi yapabiliyoruz. Tüm bunlar yaşamımızı oldukça kolaylaştırıyor ve büyük konfor sağlıyor. 

Gelişen teknoloji aynı zamanda insan sağlığını da olumlu etkiliyor. Daha yeni ve gelişmiş cihazlar hastalıkların tanı ve tedavisinde yeni olanaklar sunuyor. 

Teknoloji ülkelerin ekonomileri üzerinde de oldukça etkili. Şirketler gelişen teknolojiyi takip ederek verimliliklerini artırıyor. Böylece daha yüksek karlar elde edebiliyor veya rakiplerine karşı maliyet avantajı kazanabiliyorlar. Çetin rekabetin yaşandığı piyasalarda düşen fiyatlar ise tüketicilerin mal ve hizmetlere daha uygun fiyatlarla ulaşabilmesini sağlıyor. 

Tüm bunlar ve elbette daha fazlası teknolojinin faydaları. Peki teknolojinin hiç zararlı yanı yok mu? Elbette ki var. Öncelikle insanları kendine bağımlı hale getiriyor. Teknoloji her ne kadar insanların iletişimini kolaylaştırsa da insanlar arasındaki iletişimi aslında soğutuyor. Evet, belki dünyanın öbür ucundaki biri ile görüntülü sohbet edebiliyoruz, onun paylaştığı fotoğraf ve videoları izleyebiliyor, yorum yapabiliyor, beğenebiliyor veya tepkimizi gösterebiliyoruz. An be an adım adım ne yaptığını takip edebiliyoruz. Ancak bunu yaparken yanımız bulunanlara eskiden gösterdiğimiz ilgiyi gösteremiyoruz. Sosyal medya üzerinde yapılan bir paylaşımın beğeni sayısı pek çok insani değerin önüne geçmiş durumda. İnsan ilişkileri gelişen teknoloji ile birlikte sığ ve yüzeysel bir hale dönüşüyor. Binlerce takipçisi olan sosyal medya fenomenleri bile aslında büyük bir yalnızlık içinde olabiliyor. Teknolojiye bağlı yeni psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başladı bile. 

Aynı zamanda teknoloji pek çok meslek dalını öldürüyor. Artık geleneksel anlamda gazeteciliğin sonu gelmiş durumda. En son ne zaman gazete aldınız? Bu yazıyı yazarken ben en son ne zaman gazete aldığımı hatırlamadığımı fark ettim örneğin. Kitaplar artık yavaş yavaş elektronik kitaba dönüşüyor. İnsanların yaptığı pek çok işi asla ve asla yorulmayan, acıkmayan, ihtiyaç molası vermeyen, uyuması, dinlenmesi gerekmeyen, yaptığı işten sıkılmayan robotlar giderek artan oranda devralıyor. Peki sonuç? Pek çok meslek yok oluyor, fabrikalarda insan emeği ile yapılan pek çok işi robotlar üstleniyor ve yok olan meslek dallarında çalışanlar ile işini robotlara kaptıranlar işsiz kalıyor. Bu insanlar hayatlarını idame ettirebilmek için bir şekilde para kazanmak zorundalar. Bir şekilde kendilerine gelir sağlamak zorundalar. Teknoloji nedeni ile işsiz kalan birkaç bin kişi olsa bir şekilde çözüm bulunabilirdi ancak onbinler, yüzbinler teknoloji nedeniyle işsiz kalacak. Hatta dünya çapında düşünülürse milyonlarca insan işsiz kalacak. 

Yıllarca bir işi yapmış ve o alanda ustalaşmış bir kişinin işini kaybedip hiç de uzman olmadığı bir alanda iş bulması pek çok açıdan sarsıcı. Öncelikle ustalaştığı alanda kazandığı miktarda geliri acemi olduğu alanda kazanabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu durum yaşam standardında dramatik bir düşüşe yol açacaktır. Böyle dramatik bir değişim şüphesiz insan psikolojisi üzerinde çok olumsuz etkilere yol açacaktır. Aynı zamanda benimsenmiş, özümsenmiş bir işi kaybedip tamamen acemisi olunan bir başka işe adapte olmaya çalışmak başlı başına bir stres kaynağıdır. Başarısız olma kaygısının yaratacağı gerilim yine insan psikolojisini olumsuz etkileyecektir. 

Teknoloji şüphesiz yepyeni iş fırsatları ve iş alanları yaratmaktadır. Ancak genellikle bu alanlar teknik bilgi ve beceri gerektirmektedir. Örneğin en azından bir bilgisayar programla dilini bilmek, bir takıp bilgisayar programlarına ileri seviyede hakim olmak gibi. Genç ve dinamik nesil bu konulara hızlı bir şekilde uyum sağlayabilirken orta ve üst yaşlara doğru gidildiğinde uyum sağlama güçlüğü katılaşmaktadır. 50 yaşındaki bir kişinin oturup daha önce hiç ilgilenmediği, hatta ne olduğunu dahi bilmediği, JAVA, C gibi programlama dillerini, veya bilgisayarda resim ve video düzenleme, montaj ve efektleri nasıl yapacağını öğrenmesini ve bu alanda kısa sürede uzmanlaşmasını ne kadar bekleyebilirsiniz? 

Teknoloji artan bir hızla gelişiyor. Eskiden on yılda gerçekleşen gelişim bir yıldan kısa sürede gelişebiliyor. Basit bir örnek verecek olursak, eskiden yüksek teknoloji ürünlerinin yeni modelleri yılda bir çıkarken artık yıl içinde iki üç yeni modelle karşı karşıya kalabiliyoruz. Hemen her yeni model uyulması gereken bir takım yenilikleri beraberinde getirirken aynı zamanda bir takım mevcut alışkanlıklardan ve uygulamalardan vazgeçilmesini de gerektirebiliyor. Bu baş döndürücü hıza ayak uydurmak hiç de kolay değil. Eskiden dedeler ve nineler torunlarını anlamakta zorluk çekerken artık anne ve babalar çocuklarını anlayamıyor. Hatta büyük kardeşler küçük kardeşlerini anlayamıyor. 

İnsanın teknoloji ile imtihanı giderek zorlaşıyor. Umarım insanlık insanlığını kaybetmeden teknoloji ile uyum  sağlamanın stabil bir yolunu bulabilir. 

1 Aralık 2019 Pazar

Cep Telefonlarında Kamera Savaşları

Cep telefonu alırken insanların büyük bir bölümü ilk önce telefonların kamera özelliklerine odaklanıyor. Sosyal medyada daha güzel fotoğraflar paylaşmayı kim istemez? Değil mi? Haliyle bunu bilen telefon üreticileri de potansiyel müşterilerini ikna etmek için daha güçlü kameralara sahip telefonları piyasaya sürüyorlar. En son örnek ise Xiaomi Mi Note 10. Ön tarafta 32mp selfie kamerası varken arkasında tam 5 farklı kamera bulunuyor. Üstelik bu kameralardan biri tam 108mp. Peki mp, yani çözünürlük her şey mi? Elbette ki değil...

Öncelikle Xiaomi Mi Note 10'da en çok ilgimi çeken 108mp kamera  değil de, telefonun arkasındaki 2mp makro kamera oldu. Küçük nesneleri fotoğraflamak için 108mp kamera ile biraz uzaktan çekim yapıp elde edilen görüntüyü büyütmek varken ilave bir kamera konulmasındaki amacı daha çok kamera daha çok satış mantığıyla hareket edildiği şeklinde yorumladım. Zaten makro fotoğraf çekmek ve çok iyi sonuçlar almak isteyenler bu iş için profesyonel makineler ve objektifler kullanırlar. Normalde insanlar makro fotoğraf çekimine genellikle ihtiyaç duymazlar, duyduklarında da ellerinde ciddi kalite kaybı yaşamadan oldukça fazla büyütebilecekleri fotoğraflar çekebilen 108mp'lik bir kamera zaten olacak değil mi?

108mp kamera ile çekilen fotoğrafların dosya boyutu devasa olacağından fotoğraf çekmeyi seven bir kullanıcı telefon hafızasını kısa sürede doldurabilir. Daha fazla mp daha fazla depolama alanı gerektirir. Neyse ki Xiaomi sd kart desteği sunarak kullanıcıların kolay çözüm bulabilmesini sağlamış.

Peki 108mp kamer aile Xiaomi çok mu başarılı. Yazının başında dediğim gibi, her şey mp değil. Youtube'da hemen Xiaomi Mi Note 10'u inceleyen ve hatta 12mp kameralara sahip iPhone 11 Pro ile kıyaslayanlar var. Çekilen fotoğrafları gördüğümde iPhone 12mp kamera ile çok daha kaliteli sonuç veriyor diyebilirim. Renkler, dokular çok daha gerçekçi. Ancak elbette 12mp kamera ile çekilen görüntüyü büyütmeye kalktığınızda 108mp ile kıyaslanamayacak kadar çabuk bozulmalar başlıyor. Burada telefon alacakların kendilerine sormaları gereken asıl soru şu, cep telefonunuzla çektiğiniz fotoğrafları en son ne zaman ve ne kadar büyüttünüz. Bilgisayarınıza masaüstü arka planı olarak ayarlamak için 12mp yeterli gelecektir örneğin. Ama kağıda basıp evinizin bir duvarına büyük bir tablo olarak asacaksanız 108mp'i tavsiye ederim. Ama böyle bir iş için DSLR kullanmak çok daha ideal bir seçimdir.

Ayrıca iPhone 11 Pro 60 fps 4k video çekim performansı ile işlemci gücünü ve yazılımsal uzmanlığını sergiliyor. Xiaomi ise ancak 30fps 4k video çekebiliyor. Üstelik görüntü sabitleyicisi kapalı. Eğer Xiaomi Mi Note 10 alacaksanız yürürken 4k video çekmemenizi şiddetle öneriyorum.

Xiaomi 108mp ile ciddi bir atak yapıyor. Ancak telefonlarda dosya boyutunu ve işlenecek veri miktarını ciddi oranda artıran, haliyle hem bellekte çok yer kaplayan hem de çok daha fazla işlemci performansı gerektiren yüksek mp kameralar yerine, telefonla fotoğraf çeken insanların bu fotoğrafları genellikle sosyal medyada paylaşacağı ya da dijital ortamda depolayacağı ortada iken, daha gerçekçi fotoğraflar sunabilmek adına iyileştirmeler peşinde koşulmasının çok daha yerinde bir strateji olacağı kanaatindeyim. Apple bunu iPhone'da başarılı bir şekilde uyguluyor. Ancak rakipleri mp yarışında yeni rekorlar kırarken 12mp'de kalması, hele hele selfie kameralarındaki iPhone 11 öncesine kadarki zayıf performansı da Apple'a yakışmıyor.




16 Kasım 2019 Cumartesi

Android Telefonlar Neden Güncelleme Almıyor?

Eğer yeni bir telefon alacaksanız, yeterli ekonomik gücünüz var ve mevcut en yüksek teknolojileri barındıran en yeni ve en üst düzey, high-end bir cep telefonu alacaksanız dikkat! Eğer seçiminiz Android telefonlardan yanaysa kendinizi kısa bir süre sonra aldatılmış hissedebilirsiniz. Çünkü muhtemelen telefonunuzun android sürümü şanslıysanız en çok bir defa güncelleme alacaktır. Eğer şanssızsanız telefonunuzu aldığınız andaki android sürümü ile yeni telefon alana kadar kullanabilirsiniz.

Kullandığım son android telefon olan Samsung S3'ü daha piyasaya yeni sürülmüşken, o zamana göre hiç de ucuz olmayan bir fiyata almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam android sürümü yalnızca bir defa güncelleme alan S3'ü Samsung android 3.4'te bıraktı ve yoluna devam etti. Bu blogta Samsung'u bu konuda sert şekilde eleştirdiğim yazıları kolayca bulabilirsiniz. Çıktığı zaman o dönemin en gelişmiş telefonlarından biri olan S3'ü aldıktan sonra android güncellemesinin çabucak kesilmesi ve uygulamaların yeni android sürümlerine göre güncellenmesi kısa sürede telefonun aşırı yavaşlamasına yol açmıştı. Hatta bazı uygulamalar artık android 3.4 sürümü ile çalışmadığından telefonumda bu uygulamaları kullanamaz hale gelmiştim. O dönem çözümü telefonu formatlayarak Custom OS kurmakta bulmuştum. Custom OS ile telefonu uzun süre kullanmaya devam etsem de bu yöntem hem herkesin üstesinden gelemeyeceği kadar karmaşık, hem telefonunuzdaki üretici tarafından özelleştirilmiş yazılımlar gerektiren bazı donanım ve özellikleri kullanılamayabildiğinden hem de kuracağınız Custom OS'un ne kadar güvenilir olduğu bilinemediğinden uzak durmanızı öneriyorum. Çünkü sırf kullanıcıların kişisel verilerini ele geçirme amacıyla Custom OS hazırlayanlar bile olabilir. Böyle bir telefonda bankacılık uygulamalarını kullanmak kesinlikle ateşle oynamak gibi olduğundan çok dikkatli olunması gerekir. 

O dönem büyük bir hayal kırıklığı ile Samsung'u suçlamış olsam da, internette karşıma çıkan bir grafik diğer üreticilerin de bu konuda Samsung'tan çok da iyi olmadıklarını gösteriyor. Android telefon üreticileri o kadar çok sayıda farklı özelliklere sahip telefon modellerini piyasaya sürüyorlar ki tüm enerjilerini sürekli yeni ve farklı özelliklere sahip telefonlar geliştirmeye harcıyorlar. Mevcut ürettikleri sistem özellikleri son derecede güçlü, donanımsal olarak adeta birer canavar olan en üst düzey telefonlarını bile piyasaya sürdükten sonra bu nedenle yazılım açısından unutuyorlar. Yani telefonlarını alanlara "Biz yeni model çıkardık gidin onu alın" diyorlar. 

Android dünyasında durum böyle iken Apple çok daha farklı bir strateji izliyor. Apple öncelikle Android telefon üreticileri gibi aynı anda çok sayıda farklı telefon modelini piyasaya sürmüyor. Genellikle bir baz model ve bir adet de plus versiyonu ile yetiniyor. Donanım özellikleri açısından Android üreticilerden bazı açılardan geride kalabiliyor. Ancak yazılım, donanım yazılım uyumluluğu ve çalışma verimliliği açısından rakipsiz. Ayrıca ürettiği telefonlara uzun yıllar sistem güncellemesi desteği sunuyor. Örneğin en son iOS 13 güncellemesi geldiğinde Apple 2014 yılında piyasaya sürdüğü iPhone 6 ve iPhone 6S modellerine destek vermedi. Ancak iPhone 6 ve 6S sonrası tüm modeller güncelleme aldı. Yeni iPhone alan bir kişi yaklaşık 5 yıl boyunca sistem güncellemesi almayı bekleyebilir. Android dünyasında ise bu süre bir yılı geçmiyor. Bu durum iPhone 7 ve sonraki modellere sahip olanların en güncel uygulamaları gönül rahatlığı ile telefonlarında kullanabilmelerini sağlıyor. 

Android telefonlar çok güçlü donanım özelliklerine sahip olsalar da kısa sürede Android sürümleri eski kalacağından ve tüm uygulamalar güncel android sürümüne göre güncelleneceğinden yazılımsal uyumsuzluklar nedeniyle sorun çıkarmaya başlıyor. Yavaşlama, takılma, donma, hızlı şarj tüketimi gibi pek çok problemle kullanıcısına saç baş yoldurabiliyorlar. Bugün 10 bin TL ve hatta üzerinde bir tutarı ödeyerek aldığınız bir telefon en çok bir yıl sonra tadınızı kaçırmaya başlıyor. 

Hangi üreticinin telefonlarına ne kadar güncelleme desteği sunduğunu aşağıdaki grafikte görebilirsiniz:



Grafikten de görüleceği üzere piyasaya hakim markalar adeta dökülüyor. Ülkemizde başarılı bir reklam kampanyası yürüten OPPO'nun eski telefonlarına güncelleme sağlama oranı %10, LG ise OPPO'dan bir tık daha iyi ama hemen hemen aynı. Samsung'da oran %20'lerde kalıyorken ABD ile başı dertte olan Huawei %40'lar seviyesi ile Samsung'u ikiye katlıyor. Lenovo %50 seviyelerine ulaşan ilk marka ve şaşırtıcı şekilde yine bir Çin'li marka olan Xiaomi %60 ile ikinci en iyi. Birinciliği ise bir zamanların efsane markası olan Nokia %90'ın üzerinde bir orana ulaşarak açık ara göğüslüyor. Nokia'nın iflasına neden olan Android işletim sistemine en çok  güncelleme sağlayan marka olması da dikkat çekiyor.

Nokia artık piyasada hakim olmasa da ürettiği telefonların %90'ından fazlasına android güncellemesi sağlamış olması ile diğer android telefon üreticilerinden pozitif ayrışıyor. Muhtemelen bu durum güncelleme konusunu rafa kaldıran piyasaya hakim markalar karşısında bir pazarlama stratejisinin sonucu. Eğer android kullanıcısı iseniz ve güncelleme sizin için önemli ise Nokia sizin tercih etmeniz gereken tek marka olarak görünüyor. 

Apple tarafında ise grafiğe gerek yok. 2014 yılında iPhone 6 ve 6S iOS 8 ile gelmişti ve en son iOS sürümü olan iOS 13'e kadar güncellemeleri aldılar. Yani iPhone 6'yı 2014 yılında iOS 8 ile alan ve halen kullanan bir kullanıcı şu anda iOS 12'yi kullanıyor. 

29 Ekim 2015 Perşembe

Cep Telefonlarında Custom OS

Uzun bir giriş yapılabilir bu yazıya ama pek de gerek yok. Son teknoloji telefonlar çok pahalı. Üstelik verdiğiniz paranın karşılığını verebiliyor mu? Değer mi? Bu soruların cevabı kişiden kişiye değişir elbette. Ancak belli bir kesim son teknolojiyi takip edip yüksek fiyatlarla yeni telefonları almaktansa, eski telefonları ile olabildiğince idare etmek istiyor. Ancak bu telefon üreticilerinin pek de hoşuna giden bir durum değil. Çünkü sürekli yeni ve daha üstün telefonlar üretiyorlar ve bu telefonları da satmak istiyorlar. Herkes eski telefonu ile uzun süre idare etse, satış rakamları düşer.

Bu konuda müşterilerini en çok mağdur eden markalardan biri şüphesiz Samsung'tur. Genel felsefesi sürekli daha güçlü yeni telefonlar çıkarmak olan Güney Kore'li şirket, buna o kadar çok odaklanıyor ki, eski modellerine destek vermeye zaman bulamıyor. Dünyanın parasını verip de aldığınız telefonlar ise, donanım olarak gayet iş görebilecek potansiyele sahip olsalar da, yazılım desteği olmadığı için, güncellemeler gelmediği için kullanıcısını saç baş yolduran problemlerle uğraşmak zorunda bırakıyor. Ancak bu durumdan kurtulmanın bir yöntemi var... Custom OS.

Custom OS Nedir?


Bildiğiniz gibi, yeni aldığınız bir cep telefonu, o cep telefonu için özel olarak hazırlanmış bir yazılım ile gelir. Apple ürünlerinde yazılım iOS tabanlıdır. Diğer üreticiler ise Android tabanlı bir OS, yani işletim sistemi ile gelir. Yalnız her telefondaki OS o telefona göre özelleştirilmiştir. Yani bir telefona ait OS'u alıp başka bir telefona yüklediğinizde en iyi ihtimalle pek çok özellik çalışmayacaktır. En kötü durumda ise telefonunuz hiç çalışmaz veya ciddi donanım hasarları ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Custom OS ise, cep belli cep telefonu modelleri için, üretici firmanın sağladığı OS'un dışında, üretici firmadan farklı kişilerce hazırlanmış yazılımlardır.

Yeni modellerini satmak için eski model telefonlarına güncelleme yayınlamayan (Samsung gibi) firmaların ihmal ettiği bu görevi Custom OS yayınlayan kişiler üstleniyor da diyebiliriz.

Custom OS Nasıl Yüklenir? 

Custom OS yüklemek oldukça teknik bir iştir ve bu konuda yeterli bilgiye sahip kişilerce yapılmalıdır. Ancak bir uzman olmayı da gerektirmez. İnternette bu konuda detaylı açıklamaları Custom OS üreticilerin sitelerinde ve çeşitli forum sitelerinde bulabilirsiniz.

Genel olarak bir hafıza karına ihtiyaç duyacağınızı belirtebilirim. Öncelikle Custom OS dosyalarını hafıza kartına yükleyip, telefonu sistem menüsü açılacak şekilde (bu telefondan telefona değişir) yeniden başlatmalı, telefondaki mevcut sistemi formatlamalı ve hafıza kartına kaydetiğiniz yeni yazılımı telefonunuza yüklemelisiniz. Telefondan telefona işlemler farklılık arz edeceği için en doğrusu sizin telefonunuzda işlemlerin nasıl yapılacağını internette araştırıp, bu işlemi daha önce yapmış kişilerin paylaşımlarını ve uyarılarını dikkate almak olacaktır.

Custom OS Yüklemenin Avantajları?

  • Öncelikle telefonunuz Android'in daha güncel versiyonlarına (belki de en güncel versiyonuna) sahip olacaktır.
  • Daha güncel bir sisteme sahip olacağınızdan, uygulamalar daha sağlıklı çalışacaktır.
  • Telefonunuz güncel uygulamaları daha sağlıklı çalıştırdığından batarya ömrünüz uzayacaktır.
  • Eski Android sistemlerdeki güvenlik açıklarından kurtulmanız olasıdır.
  • Telefonunuzda yaşadığınız donma ve çökme gibi durumlar ya ortadan kalkacak ya da azalacaktır.
  • Telefonunuzun hızı artacaktır.
  • Telefonunuzu daha uzun süre kullanıp tasarruf sağlayacaksınız.

Custom OS Yüklemenin Dezavantajları? 

Custom OS yüklemek sadece artıları olan bir durum değil. Elbette bazı dezavantajları da olabilir.

  • Custom OS telefonunuzla üreticinin sağladığı OS kadar uyumlu olmayabilir. 
  • Custom OS kendi içinde çeşitli güvenlik açıkları içerebilir
  • Custom OS yüklediğinizde telefonunuzdaki alışageldiğiniz arayüzde değişiklik olabilir.
  • Custom OS ile telefonunuzdaki bazı özellikleri tam desteklemeyebilir.

     Custom OS Ne Zaman Yüklenmeli?

    Eğer telefonunuza uzun süre boyunca güncelleme gelmediyse, batarya ömrünüz aşırı kısaldıysa, güncel uygulamaları çalıştırmakta zorlanıyorsanız, telefonuzuzda sık sık donma ve çökme oluyorsa Custom OS yüklemeyi düşünebilirsiniz. 

    Custom OS Yüklemeden Önce Yedekleme Yapın 

    Custom OS yüklemeden önce telefonunuzdaki mevcut sistemi formatlamış olacağınızdan tüm verilerinizi kaybedeceksiniz. Telefonunuzda saklamak istediğiniz her türlü dosyayı (vidolar, fotoğraflar, mesajlar vs.) işleme başlamadan önce yedeklemeniz bu nedenle önemlidir. Ayrıca telefon hafızasında kayıtlı rehber bilgileri de kaybolacaktır. Bu nedenle eğer telefon rehberinizdeki kişilere ait numararaları telefon hafızasında saklıyorsanız, onun da bir yedeğini almanız önemlidir. Aksi halde tüm telefon rehberiniz kaybolabilir.