İşin açıkçası sahip olduğum ve pek de büyütülecek bir tarafı olmayan akademik ve enetelektüel birikim insan psikolojisini ilgilendiren bu konuda dikkate değer bir yazı yazamayacağımı gösteriyor. Ancak, kişisel blogumda kendi gözlemlerimden hareketle yola çıkarak kişisel düşüncelerimi içeren herhangi bir konuda yazılar yazmamın pek de yadırganmayacağı kanaatindeyim. Bu nedenle özellikle okurlar benim psikoloji alanında ciddi bir birikim sahibi olmadığımı, hele hele psikolog ya da psikiatrist hiç olmadığımı bilmeliler.
Bir kaç gün önce yurt dışındaki ünlü üniversitelerden birinde mutluluk ve yaş arasında ilişki olup olmadığı yönünde yapılan bir araştırma ile ilgili bir haber okumuştum. Habere göre gençlerde mutluluk seviyesi yüksek iken yaş ilerledikçe bu oran düşmekte, ancak yaşlandıktan sonra tekrar artışa geçmekteymiş. Yani grafikle göstermek istersek U harfine benzer bir grafik oluşuyormuş. Gerekli gereksiz şeyler üzerine kafa yoracak kadar boş bir insan olduğum için bu konu üzerinde biraz düşündüm. Neden bilimsel araştırmanın sonuçlarının bu şekilde olduğuna kendimce açıklama getirmeye çalıştım. Aslında yapmak istediğim bir türlü başaramadığım insanı anlama konusunda az da olsa ilerleme kaydetmekti.
Öncelikle kendi geçmiş hayatımı düşününce çocukken mutlu olduğum kadar mutlu olmadığımı fark ettim. Ancak bunda insan hafızasının geçmişteki kötü anıları unutma, iyi anıları hatırlama eğilimin etkisinin büyük olduğunu da biliyorum. Çünkü genel olarak çocukken de mutlu bir insan değildim. Daha 10 yaşına gelmeden defalarca kafasından intihar düşüncesi geçmiş bir çocuğa mutlu demek nasıl mümkün olabilir ki?
Ama yine de çocukken daha mutluydum. Sonra gittikçe hayat daha da sıkıcı bir hal almaya başladı. Artık genç olmaktan iyice uzaklaşmış biri olarak bunun olası nedenlerini sorguladığımda karşıma çıkan cevaplar konuyu anlamaya yardımcı olabilir.
Öncelikle çocukken insanın hayalleri çok oluyor. Beklentileri de daha basit olabiliyor. Haliyle çocuklar daha küçük şeylerle mutlu olabiliyor. Buna sorumlulukların azlığını da eklemek gerek. Sonra yavaş yavaş hayaller hem azalıyor hem de büyüyor. Sorumluluklar artıyor. Artan sorumluluklara büyüdükçe yükselen sorumluluk bilinci de eklenince insan bir noktada kendini yüklendiği sorumlulukların altında ezilir halde bulabiliyor. İtiraf etmem gerekiyor ki umursamaz olabilmem bu noktada işime yaramıştır. Ancak umursamazlığımın ancak beni boğulmaktan kurtaracak kadar olduğunu da belirtmek gerek.
Ve hayatın gerçekleri... Yaşamın sizi sürüklediği yer... Karşınıza çıkardığı insanlar... Sağladığı iş... Sunduğu konfor...
Eğer çocukluk hayalleri gerçek olsaydı Türkiye'de en az bir milyon pilot vardı şu an...
Olmadı mı?
Evet!
Neden?
Hayat!
Aslında işin özeti bu! Yaş ilerleyince bir şekilde hayat insanı bir noktaya getiriyor. Mutluluk seviyeniz aslında olmak istediğiniz yer, sizin mutlu olmanız için en ideal yer (bu her zaman olmak istediğiniz yerle örtüşmeyebilir) ve hayatın size sunduğu, şu anda bulunduğunuz yer arasındaki uyuma bağlı. Burada yüksek bir uyum varsa mutlu bir insan olabilirsiniz. Yoksa mutlu bir insan olmanız oldukça zor.
Bu nedenle yaş ilerledikçe mutluluk oranı düşüyor olmalı. Mutlu olmasına imkan tanımayacak ölçüde ağır sorumluluklar (sorumlulukların ağırlığı da kişiden kişiye değişir), pek sevilmeyen bir iş, tatmin edici olmayan gelir seviyesi, işte ve özel hayatınızda uyum sağlamakta zorluk çektiğiniz ve pek çok defa kendinizden fedakarlık yapmanızı gerektiren sosyal çevre... Bu karışımın tümü ya da bir kısmı sizi mutsuz etmek için yeterli olabilir.
Şimdiye kadar anladığımız kadarıyla çocuklar ve gençler yani 18-20 yaş altı olanlar 20-30 yaş aralığındakilerden, daha mutlu. 30 yaş sonrasında mutluluk seviyesi iyice düşüyor sanırım. Bu yaş aralığı insanın neyi hedefledim ne buldum, ne istiyordum kim oldum gibi sorulara cevap bulması gereken bir yaş aralığı. Yani insanın kendi iç muhasebesini yaptığı yaşlar. Eğer hedefler ile gelinen nokta arasında bir uyum varsa mutlu olmak mümkün. Tabi hedefler hatalı konulmamışsa. Sonuçta insanlar kendine hedef koyarken her zaman en doğru kararı vermeyebiliyor. Üniversitede puanı tuttuğu için tıp okuyan ancak doktor yerine tiyatro oyuncusu ya da futbolcu olsa çok daha mutlu olacak olan insanlar yok mudur? Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır.
Hedefler ile gelinen nokta arasında uyumsuzluk varsa ve hedefler doğru konulmuş ise kişinin mutlu olabilmesi için içinde bulunduğu durumu kabullenmesi gerekir. Bu herkes için aynı derecede kolay olabilen, hatta bazıları için mümkün olamayan bir durum. Eğer hedefler hatalı konmuş ve gelinen nokta kişiyi aslında mutlu edecek olan ideal yer ise bu kişiyi dünyanın en şanslı insanı ilan edebiliriz. "Avukat olmak istiyordum ama bir de baktım ki arkeolog olmuşum." diyen ve mesleğini severek icra eden biri varsa çok şanslı değil midir?
Burada mutlu olanların azınlıkta kaldığını belirtmek gerekiyor. Bir şekilde mutluyum diyenlerin de büyük bir bölümü içinde bulunduğu durumu kabullenmiş, kanıksamış kişilerdir.
40 ve 60 yaş aralığı aslında içsel olarak en durağan dönem. Bir tür yaşlılığa hazırlık dönemi. İnsanların kendinden ziyade ailesi ve çocukları ile uğraştığı bir yandan da yaşlılığa hazırlandığı dönem. Köyünde ev yaptırmak, emekli olunca ne yapacağını, nerede yaşayacağını planlamak gibi şeyler insanların zihnini doldurmaya başlar.
60 yaş sonrası artık çocuklar genellikle çocuklar okula gitmiş, iş güç sahibi olmuş ve evlenmiş kendi yuvasını kurmuştur. E bundan sonra emekli olunacak. Koca ve zorlu bir hayat yaşandı. İş güç derdi bitti. Kıt kanaat geçinildi belki ama emekli olunca kira ödemeden oturulacak bir ev sahibi olundu. Artık torunlarla oynanacak, kitaplar okunacak, arkadaşlarla çene çalınacak. Belki bir iki hobi edinilecek. Tamam emekli maaşı öyle Japon'lar gibi boynuna DSLR fotoğraf makinesi asıp o ülke senin bu ülke benim gezmeyi bırak yaşanılan şehirde bile sağa sola giderken hesap kitap yaptıracak kadar düşük olabilir ama yine de keyif alınan şeyler için yeterli zaman olacak. Üstelik bu yaşlar insanın zamanın büyük bölümünü sadece kendine ayırabildiği zamanlar. Sonuç olarak unutulması zor ve hatta bazen imkansız büyük acılar yaşanmamış ise huzur ve mutluluğun artacağı bir dönem. Aslında yaşlılarda mutluluk seviyesinin artması azalan sorumluluklarla da ilgili olmalı. Tabi sağlık problemleri ile uğraşılacaktır. Tıbbın tüm dallarının yaşanarak öğrenildiği bir dönemden söz ediyoruz. Ancak yaşlılıkta mutluluk seviyesi artsa da çocukluktaki seviyeye ulaşabilmesi pek mümkün olmasa gerek. O yaşa gelirsek bizzat deneyimleyerek öğreneceğiz elbette.
Netice olarak insan hayatını her iki haznesi eşit büyüklükte olmayan bir kum saatine benzetebiliriz. Çocukluk dönemi büyük hazne, gençlik sonrası ve orta yaşlar aradaki dar bölüm, yaşlılık ise çocukluğa göre oldukça küçük olsa da yine de bir hazne olan bir kum saati hayal edelim. Güzel bir örnek oldu sanırım.
Belirsiz bir tarihte paylaşacağım bir sonraki yazıma kadar hoşçakalın.
Not: İnternette gördüğüm grafikler benim ifade ettiğim yaş aralıklarının pek isabetsiz olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte genel mantığın çok da yanlış olmadığını düşünmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder