Para ile saadet olmaz sözü ne tam anlamıyla yanlış ne de tam anlamıyla doğrudur. Bu durumu tam olarak irdeleyebilmemiz için öncelikle saadetten ne anladığımız netleştirilmelidir.
Saadet: Türkçe sözlükte tam karşılığı olarak mutluluk olduğu görülen saadet, insanın tüm ihtiyaçlarını eksiksiz ve sürekli olarak karşılayabilmesi neticesinde duyduğu kıvanç, ongunluk olarak tanımalanabilir.
Sözlük anlamından da anlaşıldığı üzere saadet için insan ihtiyaçlarının eksiksiz ve sürekli olarak karşılayabilmesi gerekmektedir. İnsan ihtiyaçları ise maddi ve manevi olarak ikiye ayrılabilir. Maddi ihtiyaçların karşılanabilmesi için para şarttır. Ancak manevi ihtiyaçları karşılayabilmek için paradan fazlası gerekir. Bu durumda para ile saadet olmaz önermesi, manevi ihtiyaçları para ile karşılamak çoğu zaman mümkün olmadığından kısmen doğru, ancak maddi ihtiyaçları ancak para ile karşılamak mümkün olduğundan kısmen yanlıştır.
Ancak maddi ihtiyaçlar ile manevi ihtiyaçlar arasındaki ayrım her zaman o kadar net değildir. Eskiyen bir elbiseyi yenilemek, ev, araba almak, evinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek gibi olmazsa olmaz ihtiyaçlar temel maddi ihtiyaçlar olarak gösterilebilir. Bunların karşılanamaması durumu insanda stres oluşturur. Ayın sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen bir kişi pek de saadet içinde sayılmaz. Hatta içinde bulunduğu sıkıntılı durum uzun sürmesi halinde psikolojik sorunlar yaşamasına yol açabilir. Haliyle maddi ihtiyaçların karşılanmasının manevi bir yönü de vardır.
Bununla birlikte her manevi ihtiyacın maddi durumla ilgisi yoktur. Sevmek, sevilmek, saygı görmek gibi ihtiyaçlar bunun başında gelir. Varsıl bir ailesi olan ancak annesini bir nedenle kaybetmiş genç bir çocuğun hissedeceği anne sevgisi ihtiyacını maddi imkanlarla karşılamak mümkün değildir. Ya da sırf ailesi başka bir yere taşınıyor diye en yakın arkadaşlarından ayrılan bir gencin yaşayacağı dram ve yalnızlık da maddi olarak karşılanamaz.
Sağlık kısmen maddi imkanlara bağlı kısmen de bağlı değildir. Varsıl kişiler bir sağlık sorunu ile karşılaştıklarında en iyi doktorlara ulaşma ve bedeli ne olursa olsun mümkün olan tüm sağlık hizmetlerinden faydalanma olanağına sahip olurlar. Ancak yoksul kişilerin ulaşabilecekleri sağlık hizmetlerinin sınırı maddi imkanları ile kısıtlanır. Bu durum bazı hallerde kişilerin yeterince tedavi görememeleri sonucu tam olarak sağlıklarına kavuşamamaları anlamına gelebilir. Bununla birlikte bazı sağlık sorunlarını maddi imkanlar çözmeye yetmez. Tedavisi henüz geliştirilememiş hastalıklar buna en güzel örnektir. Ne kadar varsıl olursanız olun, dünyanın tüm servetini de harcasanız, bazı sağlık sorunlarını tedavi etmeniz mümkün değildir. Haliyle sağlık kısmen maddiyata bağlı kısmen değildir.
Para ile saadet olur mu? Para saadetin yeter ve tek şartı değildir ancak temel şartlardan biri olduğu kesin. Maddi sıkıntıların yol açtığı sorunlar nedeniyle anlaşmazlığa düşerek boşanan çiftler bunun en güzel örneğidir. Yani iki gönül bir olunca samanlık pek de seyran olmamaktadır. Maddiyat aile bütünlüğünün korunmasında dahi çok önemli bir yere sahiptir. Ancak elbette ki aile bütünlüğü maddiyat dışında ciddi manevi değerlere de bağlıdır.
Son olarak bu yazıda para ile saadet olmayacağı ama parasız da saadet olmayacağını göstermeye çalıştım. Yazıda doğru veya yanlış bulduğunuz yerleri veya varsa eklemek istediğiniz kendi görüşlerinizi yorum yaparak paylaşabilirsiniz.
mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mutluluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ocak 2020 Pazartesi
23 Ağustos 2014 Cumartesi
PAYLAŞMA İHTİYACI VE ÇAĞDAŞ ROBINSON CROUSE'LAR
"Yalnızlık yalnızca tanrıya mahsustur" derler ya, belki de doğrudur. İnsan yalnız olarak da yaşayabiliyor ve ister inanın ister inanmayın günümüzde pek çok Robinson Crouse var. Kim mi bunlar? Onlar aramızda yaşıyorlar.
Hani şu belki adını bile bilmediğiniz ama karşılaşınca merhabalaştığınız, ayrılınca da kısa bir süre "Adı neydi ki bunun?" diye kendi kendinize sorduğunuz ama bir türlü hatırlayamadığınız insanlar var ya...
Ama asıl Robinson'lar bunlar da değildir. Daha Robinson'lar vardır. Yukarıda sözünü ettiğim Robinson'ları hayat öyle olmaya zorlamıştır. Önemsenmeyecek işleri, ancak ihtiyaç duyulunca aranan numaraları ve adresleri vardır onların. Yine de bir aileleri ve sevenleri vardır. Küçücük bir dünyada yaşarlar. Milyonlarca insanın bulunduğu bir şehirde yaşasalar da, aslında onların dünyası bir avuç insandan oluşmaktadır. Bununla birlikte bu bir avuç insanla sıkı bir iletişim ve etkileşim halinde olabilirler.
Asıl Robinson'lar günlercebilgisayarbaşındaoturabilecekgillerdir. İnsanlarla iletişim demek onlar için internet demektir. Sosyalleşmek ise sosyal medya ile mümkün olabilir. Bu türün çocukluk hallerini körebe, saklambaç veya uzun eşek oynarken göremezsiniz.
İnternet ve getirdiklerinin insanları diğer insanlarla iletişim ve etkileşimden kopardığı, yalnızlaştırdığı doğru olsa da internet asıl suçlu değildir. Sadece gerçek Robinson'ların işini kolaylaştırmaktadır. Yukarıda sözü edilen ve hayat şartlarının Robinson olmaya zorladığı insanlar gibi, insanlık tarihi kadar uzun bir süredir hayat bu asıl Robinson'ları Robinson olmaktan alıkoyuyordu. İnsanlardan uzaklaşma, yalnızlaşma bu insanlar için bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla asgari iletişimden fazlası onlar için yük olmakadır.
Robinsonlar yalnız olmayı istese ve sevse de, yalnızlık onları mutlu etmez. Bu ilginç şekilde hayat paylaştıkça güzeldir. İnsan yaşadıklarını başkaları ile paylaşmaktan keyif alır. Öyle olmasaydı çocuklar oynamak için başka çocuklara ihtiyaç duymazdı. Çünkü insanı anlamak için çocuklara bakmak gerekir. Çocuklar insanın en insan, en katıksız olduğu halidir. Hal ve hareketlerinde yapmacıklık yoktur. Olduğuna yemin edebileceğiniz anda bile. Bu nedenle Robinsongiller mutlu olmazlar. Mutsuz da sayılmazlar. Hayat onlar için hep gridir.
Hani şu belki adını bile bilmediğiniz ama karşılaşınca merhabalaştığınız, ayrılınca da kısa bir süre "Adı neydi ki bunun?" diye kendi kendinize sorduğunuz ama bir türlü hatırlayamadığınız insanlar var ya...
Ama asıl Robinson'lar bunlar da değildir. Daha Robinson'lar vardır. Yukarıda sözünü ettiğim Robinson'ları hayat öyle olmaya zorlamıştır. Önemsenmeyecek işleri, ancak ihtiyaç duyulunca aranan numaraları ve adresleri vardır onların. Yine de bir aileleri ve sevenleri vardır. Küçücük bir dünyada yaşarlar. Milyonlarca insanın bulunduğu bir şehirde yaşasalar da, aslında onların dünyası bir avuç insandan oluşmaktadır. Bununla birlikte bu bir avuç insanla sıkı bir iletişim ve etkileşim halinde olabilirler.
Asıl Robinson'lar günlercebilgisayarbaşındaoturabilecekgillerdir. İnsanlarla iletişim demek onlar için internet demektir. Sosyalleşmek ise sosyal medya ile mümkün olabilir. Bu türün çocukluk hallerini körebe, saklambaç veya uzun eşek oynarken göremezsiniz.
İnternet ve getirdiklerinin insanları diğer insanlarla iletişim ve etkileşimden kopardığı, yalnızlaştırdığı doğru olsa da internet asıl suçlu değildir. Sadece gerçek Robinson'ların işini kolaylaştırmaktadır. Yukarıda sözü edilen ve hayat şartlarının Robinson olmaya zorladığı insanlar gibi, insanlık tarihi kadar uzun bir süredir hayat bu asıl Robinson'ları Robinson olmaktan alıkoyuyordu. İnsanlardan uzaklaşma, yalnızlaşma bu insanlar için bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla asgari iletişimden fazlası onlar için yük olmakadır.
Robinsonlar yalnız olmayı istese ve sevse de, yalnızlık onları mutlu etmez. Bu ilginç şekilde hayat paylaştıkça güzeldir. İnsan yaşadıklarını başkaları ile paylaşmaktan keyif alır. Öyle olmasaydı çocuklar oynamak için başka çocuklara ihtiyaç duymazdı. Çünkü insanı anlamak için çocuklara bakmak gerekir. Çocuklar insanın en insan, en katıksız olduğu halidir. Hal ve hareketlerinde yapmacıklık yoktur. Olduğuna yemin edebileceğiniz anda bile. Bu nedenle Robinsongiller mutlu olmazlar. Mutsuz da sayılmazlar. Hayat onlar için hep gridir.
1 Mart 2010 Pazartesi
YAŞAMAK
Yaşamak, içinde akşam kelebeği umutlarla. Bir anlık gülümseyiş için çekilen bin çile. Yaşamak ama, yaşamak yine de.
Yaşamak, herkesin ancak fotoğraflarda mutlu olabildiği bir dünyada. Mutlu görünebilme savaşımı içindeyken bir tebessüm için harcanan emek. Herkesi mutlu görmek istemek, fotoğraflarda olsun.
Yaşamak, bir kaç dakikalık zevkin sonucunda, sorulmadan bize, acılar içinde getirildiğimiz hayatı. Gelir gelmez attığımız ilk çığlık bir hastane koridorunu doldururken sevinen bir adama sonradan saygı duymak için yaşamak. Bize kendi doğrularını ve korkularını dayatan insanlar istedi diye yaşamak. Onlar istedi diye, zorla onlar gibi olmak. Ama bilmemek, kabullenmek onların bir zamanlar kabullendiği gibi, onlara dayatılanları. İçselleştirmek bir dili, bir dini, bir kültürü ve kanlı bir tarihi. Atalarının kaç bin kelle uçurduğu ile övünen ödleklerin arasında yaşamak.
Yaşamak, mümkün değil ne bir ağaç gibi tek ve hür, ne de bir orman gibi kardeşçesine. Yaşamak kavga içinde. Yaşamak sevmek için ve de sevdiklerini kırmak için, sonra kırıkları tekrar kırılabilir kılmak amacıyla yapıştırmak için.
Yaşamak, elinde bir avuç umutla ayakta durmak ve güneş çıkınca eriyen kardan adam gibi çökmek için. Yaşamak, bir gün kimsenin ne adını ne de sesini hatırlayacağı günlerin geleceğini bilirken, hatırlanmayı ummak için.
Yaşamak, hiç bir zaman kendin olamayacağın bir dünyada, başkaları olup, olduğun şeyi kendin kabul etmek, ve kendini o sanmak için.
Yaşamak, sadece iki nokta arasındaki yolu kat etmek için.
Her ne olursa olsun yaşamak, gelmeyecek olanları beklemek için. Yaşamak, beklemekten yorgun düşen bedenini bir duvara yaslayıp, nereye yetişmeye çalıştığını bilmediğin insanların anlamsız acele edişlerindeki zavallılığı görmezden gelmek için.
Yaşamak, neden yaşadığını bir gün bile kendine sormadan, hatta sormaya fırsat bulamadan, yaşamdan ansızın kopmak için.
Yaşamak, herkesin ancak fotoğraflarda mutlu olabildiği bir dünyada. Mutlu görünebilme savaşımı içindeyken bir tebessüm için harcanan emek. Herkesi mutlu görmek istemek, fotoğraflarda olsun.
Yaşamak, bir kaç dakikalık zevkin sonucunda, sorulmadan bize, acılar içinde getirildiğimiz hayatı. Gelir gelmez attığımız ilk çığlık bir hastane koridorunu doldururken sevinen bir adama sonradan saygı duymak için yaşamak. Bize kendi doğrularını ve korkularını dayatan insanlar istedi diye yaşamak. Onlar istedi diye, zorla onlar gibi olmak. Ama bilmemek, kabullenmek onların bir zamanlar kabullendiği gibi, onlara dayatılanları. İçselleştirmek bir dili, bir dini, bir kültürü ve kanlı bir tarihi. Atalarının kaç bin kelle uçurduğu ile övünen ödleklerin arasında yaşamak.
Yaşamak, mümkün değil ne bir ağaç gibi tek ve hür, ne de bir orman gibi kardeşçesine. Yaşamak kavga içinde. Yaşamak sevmek için ve de sevdiklerini kırmak için, sonra kırıkları tekrar kırılabilir kılmak amacıyla yapıştırmak için.
Yaşamak, elinde bir avuç umutla ayakta durmak ve güneş çıkınca eriyen kardan adam gibi çökmek için. Yaşamak, bir gün kimsenin ne adını ne de sesini hatırlayacağı günlerin geleceğini bilirken, hatırlanmayı ummak için.
Yaşamak, hiç bir zaman kendin olamayacağın bir dünyada, başkaları olup, olduğun şeyi kendin kabul etmek, ve kendini o sanmak için.
Yaşamak, sadece iki nokta arasındaki yolu kat etmek için.
Her ne olursa olsun yaşamak, gelmeyecek olanları beklemek için. Yaşamak, beklemekten yorgun düşen bedenini bir duvara yaslayıp, nereye yetişmeye çalıştığını bilmediğin insanların anlamsız acele edişlerindeki zavallılığı görmezden gelmek için.
Yaşamak, neden yaşadığını bir gün bile kendine sormadan, hatta sormaya fırsat bulamadan, yaşamdan ansızın kopmak için.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)