Başlığa bakınca bazıları "Töğbe Töğbe" diyecektir eminim. Desinler, zaten ben de onların çoğunlukta olduğu bu milleti, onlar öyle oldukları için sevmiyorum ya. Bağnazlık ve bağnazlığa bile bile yapışma hali. Medeniyet, çağdaşlık, uygarlık gibi kavramlarla inatlaşma, keçi gibi yobazlığa sarılma ve irtica. Buradaki irtica kelime anlamı dışında değildir kimse yanlış anlamasın. Ülkemizdeki irticai faaliyette bulunanlar da onlarla kavga edenler de irtacai faaliyetin tam ortasındadırlar. Hepsi irticacıdır. Beyin olarak öyledirler, kişilik olarak öyledirler, yapı olarak öyledirler. Ruhları irticacıdır onların, ister kendilerine Atatürkçü desinler ister Nurcu, ister milliyetçi ister ümmetçi. Ne oldukları önemli değildir, alayı irticacıdır yurdum insanının. Gelişme, ilerleme, istikbal sevdası zerre kadar yoktur içlerinde.
Kısır çekişmelerle doludur bu ülke. Bir millet yaşar bu topraklarda, R.T.E. adlı şahıstan daha yüksek nitelikli birini başına çıkaramaz. Ondan daha niteliklisini yetiştiremediğinden olsa gerek bu toprakların anaları, babaları. Bir kültür erozyonu ki, bu ülke insanlarını görünürde insan yapar. Oysa alayının içinde bir yabani yaratık vardır. O ne insandır, ne de hayvan. O ikisi arası, ama ikisinden de tehlikeli bir şeydir. Cahildir yurdum insanı, ama cehaleti kabul etmez. Kendini alim beller, beller de laf dinlemez. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az derley ya, hah aynen öyledir bu ülkenin milleti. İşine geldi mi ahlak abidesidir, kültür abidesidir kendileri. Ama işine gelirse. Yoksa ahlaksızlık diz boyudur. Ortaokula giden kızların rüzgar eteğini kaldırdığında bacaklarına bakmaktan kendini alamaz bu ülkenin sakallıları, bıyıklıları, beş vakit namazlıları. Ha sonra vaaz verirler bakma sen. Kimi kandırıyorsun, hepinizin gözünde şeytani bir ışıltı var.
Yere göğe sığdıramaz kendini yurdum insanı. Bir Türk dünyaya bedeldir yalanına kanar. Öyle ki bu yalana Tanrının varlığından daha fazla inanmaktadır. Oysa gerçek şudur " Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır". Ama ne gam onlara. Onlar ki bilmezler bilmediklerini. Bilmeyecekler de. Bütün almaçları kapalı onların. Felçli bir hasta gibiler, ama madden değil manen felçli. Taşa geçer mi söz. Taş hiç taş olduğunu bilir mi?
Bu ülkede her türlü iğrençlik olur. Sapık hocalar vardır bu ülkede. Ha hoca demişken, okullardaki değil bir tek. Türlü ne olduğu belirsiz dini yapılanmalardan bahsediyorum. Kendilerine gökten ayet inmiş gibi davranırlar. İçlerinde o kadar yoldan çıkmışlar vardır ki, bir kadını işkence ile öldürüp bir de üstüne beton dökebilirler. Hiç utanmadan, hiç arlanmadan bir de kendilerine Müslüman derler. Şeytanın uşağıyız biz desenize.
İslam'ın dünyadaki bozuk imajı böylelerinin yobazlığından kaynaklanıyor zaten. Dünyanın en doğru dininin mensupları dünyanın en eğri büğrü işlerini yapıyor. Yüzlerine tüküresim geliyor, onlar insansa hayvan olmayı daha büyük bir şeref sayıyorum kendi adıma. İster eşek olayım, ister yılan, ister köpek, ister ayı, ister solucan, onlar gibi İnsan olmaktansa çok daha büyük bir şereftir en adi hayvan olmak. İşte böyleleri yüzünden nefret ediyorum bu milletten. Bu sapkınlıktan, bu çürümüşlükten. Sokağa çıktığımda çürük yumurta kokusu gelir burnuma. Sağa sola atılmış çöplerden değil, insanların içinden gelir o koku.
Bir avuç kalmış bir avuç. Bir avuç adam gibi adam kalmış bu ülkede. O bir avuç adam gibi adama acırım. Ama elimden bir şey gelmez.
Öfkeliyim, kızgınım milletime. Kırgınım. Atatürk'ün resmini nerede görsem utanıyorum. Türk bayrağı görünce suratım kıpkırmızı kesiliyor. Bir öfke patlaması içimde. Mustafa Kemal'e acıyorum. Hiç hak etmeyen bir millet için hayatını zehir etti. Hiç değmeyen bir millet için gününü gecesine kattı, uykusuz kaldı. Hiç değmeyen bir millet için savaştı. Hiç değmeyen bir millet için mücadele etmekten yorgun düştü, genç yaşta göçtü gitti. Oysa yaşayacakmış hayatını. Bırak Yunan girsin milletin evine, sarsın Anadolu'yu. Kursun büyük HELEN devletini. Bırak doğuda Ermeniler alsın her yeri. Bırak İstanbul İngilizlerin olsun. Şimdiki halinden daha güzel olacağı kesin. Bırak sönsün bu topraklardaki son baca. Git yaşa hayatını. Hatta geç, Yunan ordularını komuta et. Kahraman ol. Eminim daha çok kadir kıymet bilirler. Seni hatırlamayı sağa sola resmini koymaktan, büstünü dikmekten ibaret saymazlar en azından. Bir de o resimlere, o büstlere utanmadan, hiç sıkılmadan bakmazlar.
Bu millet her şeye müstehak. Adam olmaz milletim benim.
16 Ocak 2011 Pazar
13 Ocak 2011 Perşembe
Bu Yazının Konusu Yok!
Konusu olmayan bir yazı yazılabilir mi? Göreceğiz, ben de merak ediyorum. Ancak konusu olmayan bir yazı yazmaya başladığınızda belki de o yazının konusu "konusu olmayan bir yazı yazmak" olacaktır. Bilmiyorum, tıpkı pek çok şeyi bilmediğim gibi. Pek çok şeyi de biliyorum ya da bildiğimi sanıyorum. Ama bildiğim bir şey varsa, o da bildiklerimi bildiğimden o kadar da emin olmayışım.
Çocukken bir dere kenarına küçük bir ladin fidanı dikmiştim. Ladin fidanı dikmek zor iş değil ancak ladin fidanının tutması zor bir iştir. Genelde kurur. Bense o fidanı daha küçücükken ilk filizlendiği yerden sökmüş, birkaç yere dikmiş, her nasılsa her defasında yaşatmayı başarmıştım. Derenin kenarında da yaşıyor şimdi. Beni tanıyor mu bilmiyorum. Artık eskisi kadar görmüyorum da onu. Eskiden benim için oldukça değerli bir fidandı. Ancak bir gün yanına gittiğimde benden uzun olduğunu fark ettim. İşte o zamandan beri artık benim için o kadar da değerli değil. Ancak yine de bir anı. Onu diken çocuğun ben olduğumu biliyorum. Beni o çocukluk zamanlarıma götüren bir obje, bir zaman makinesi aslında.
Ama şimdi ladinimden söz etmek de istemiyorum. Sabahın 8,44'ündeyim. Uyanalı 5 saat kadar oluyor, belki biraz daha fazla. Yalnızım, müzik dinliyorum. Eski bir şarkı, çok eski. Bu şarkı yazıldığında, stüdyoda çalınıp kayda alındığında, albüme konulduğunda ben daha küçüktüm. Belki ladin de henüz derenin kenarındaki yerine geçmemişti henüz. Ancak o zamanlar ben bu şarkıyı bilmiyordum. Zaten duysam da bana bu kadar güzel gelmezdi, çünkü sözlerini anlamazdım. O zamanlar yes ve no dışında İngilizce bilmiyordum. Ancak bu şarkıyı bu kadar sevmemin nedeni sadece sözleri değil. Bu şarkı beni bir başka zamana götürüyor. Hayatımın en güzel dönemi olarak adlandırdığım parçasına. O zamanlar tıpkı geçmişte kalan her zaman gibi bir daha gelmeyecek. Ve ben bir daha İstanbul boğazının üzerinden geçerken Düriye'nin güğümleri kalaylı türküsünü söylemeyeceğim. Arada geçerken aklıma gelir. O anı hatırlayan bir tek benim muhtemelen.
Dinediğim şarkı Düriye'nin güğümleri kalaylı, fistan giymiş etekleri alaylı değil tabi ki. O şimdi aklıma gelmiş bir türkü.
Zaman bize bazen güzel sürprizler yapar. Yeni bir iş, yeni bir dost, yeni bir sevgili, yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir... Yeni bir şey verir. Ancak an gelir verdiğini geri alır. Her verdiğini almaz tabi ki. Ancak aldıkları mı daha değerlidir yoksa verdikleri mi? Bazen verdikleri değersizdir, ancak biz onu hazinemiz yaparız. Tenekedir belki ama biz parlatırız, hala tenekedir ama bizim için değil. 100 Cumhuriyet altınına değişilmez olur o teneke. Ama zaman alır geri. Teneke vermiştir ama bir hazine alır.
Çok teneke kaybettim. Korkarım daha çok teneke var ve her biri kaybedilecek.
Yaşamak gerek yaşanılası şeyleri yaşamanın en uygun olduğu zamanında çağın. Ama çağ, gelir, yaşayamazsın. Sonra yaşasan da o tadı alamazsın. Bayat ekmek tadı damağında... Kuru, sert... Ahh keşke...
Keşkeleri verdiği kararlar üzerine değil de o kararları vermesine neden olan ve üzerinde hiç bir tasarrufu olmayan şartlar üzerine bina eden insanlardan olmak idealime ulaştım neredeyse. Ama yine de mutlu değilim. Sadece bir huzur var.
Yarın bir şey getirmeyecek. Artık yarının ne getireceğini merak ederek çocuksu bir bekleyişle karşılamıyorum güneşi. Hemen her sabah güneşten önce uyanırım. Bazen seyrederim de doğudan kızıl bir günün doğuşunu. Gün bile kanlı doğuyor, kanla geliyor adeta. Belki de bu nedenle bu kadar çok savaş var dünyada.
İnsan, Tanrı'nın günahıdır. Evet öyleyiz. Tanrı'nın günahı. Hatası, ayıbı. Tanrı olsam hiç bir şey yaratmazdım. Ama bir şey yaratmasa Tanrı Tanrı olabilir miydi? Salt bir Tanrı. Yaratılmış hiç bir şey yok. Tanrı'nın yaratmaya ihtiyacı olmalı ki o kadar şey yaratıp durmuş. Tanrı küçük arsız bir çocuktan farksız aslında. Sadece elinde kimsenin boy ölçüşemeyeceği bir güç var, o kadar.
Ve zaman makinem, ben öldükten sonra da belki uzun süre yaşayacak. Derenin kenarında. Belki bir sel gelip köklerini boşaltacak ve devirecek onu. Belki keseceler, sobada yakacaklar. Belki bir evin çatısında, döşemesinde kullanacaklar. Ama o zamana kadar belki dallarında onlarca kuş yumurtadan çıkacak. Güvenle büyüyecek.
O ladin artık kuşlara ait. Kuşlardan onu almak isteyenlerin buna ne kadar hakkı var?
Her şeyimiz yalan.
Çocukken bir dere kenarına küçük bir ladin fidanı dikmiştim. Ladin fidanı dikmek zor iş değil ancak ladin fidanının tutması zor bir iştir. Genelde kurur. Bense o fidanı daha küçücükken ilk filizlendiği yerden sökmüş, birkaç yere dikmiş, her nasılsa her defasında yaşatmayı başarmıştım. Derenin kenarında da yaşıyor şimdi. Beni tanıyor mu bilmiyorum. Artık eskisi kadar görmüyorum da onu. Eskiden benim için oldukça değerli bir fidandı. Ancak bir gün yanına gittiğimde benden uzun olduğunu fark ettim. İşte o zamandan beri artık benim için o kadar da değerli değil. Ancak yine de bir anı. Onu diken çocuğun ben olduğumu biliyorum. Beni o çocukluk zamanlarıma götüren bir obje, bir zaman makinesi aslında.
Ama şimdi ladinimden söz etmek de istemiyorum. Sabahın 8,44'ündeyim. Uyanalı 5 saat kadar oluyor, belki biraz daha fazla. Yalnızım, müzik dinliyorum. Eski bir şarkı, çok eski. Bu şarkı yazıldığında, stüdyoda çalınıp kayda alındığında, albüme konulduğunda ben daha küçüktüm. Belki ladin de henüz derenin kenarındaki yerine geçmemişti henüz. Ancak o zamanlar ben bu şarkıyı bilmiyordum. Zaten duysam da bana bu kadar güzel gelmezdi, çünkü sözlerini anlamazdım. O zamanlar yes ve no dışında İngilizce bilmiyordum. Ancak bu şarkıyı bu kadar sevmemin nedeni sadece sözleri değil. Bu şarkı beni bir başka zamana götürüyor. Hayatımın en güzel dönemi olarak adlandırdığım parçasına. O zamanlar tıpkı geçmişte kalan her zaman gibi bir daha gelmeyecek. Ve ben bir daha İstanbul boğazının üzerinden geçerken Düriye'nin güğümleri kalaylı türküsünü söylemeyeceğim. Arada geçerken aklıma gelir. O anı hatırlayan bir tek benim muhtemelen.
Dinediğim şarkı Düriye'nin güğümleri kalaylı, fistan giymiş etekleri alaylı değil tabi ki. O şimdi aklıma gelmiş bir türkü.
Zaman bize bazen güzel sürprizler yapar. Yeni bir iş, yeni bir dost, yeni bir sevgili, yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir... Yeni bir şey verir. Ancak an gelir verdiğini geri alır. Her verdiğini almaz tabi ki. Ancak aldıkları mı daha değerlidir yoksa verdikleri mi? Bazen verdikleri değersizdir, ancak biz onu hazinemiz yaparız. Tenekedir belki ama biz parlatırız, hala tenekedir ama bizim için değil. 100 Cumhuriyet altınına değişilmez olur o teneke. Ama zaman alır geri. Teneke vermiştir ama bir hazine alır.
Çok teneke kaybettim. Korkarım daha çok teneke var ve her biri kaybedilecek.
Yaşamak gerek yaşanılası şeyleri yaşamanın en uygun olduğu zamanında çağın. Ama çağ, gelir, yaşayamazsın. Sonra yaşasan da o tadı alamazsın. Bayat ekmek tadı damağında... Kuru, sert... Ahh keşke...
Keşkeleri verdiği kararlar üzerine değil de o kararları vermesine neden olan ve üzerinde hiç bir tasarrufu olmayan şartlar üzerine bina eden insanlardan olmak idealime ulaştım neredeyse. Ama yine de mutlu değilim. Sadece bir huzur var.
Yarın bir şey getirmeyecek. Artık yarının ne getireceğini merak ederek çocuksu bir bekleyişle karşılamıyorum güneşi. Hemen her sabah güneşten önce uyanırım. Bazen seyrederim de doğudan kızıl bir günün doğuşunu. Gün bile kanlı doğuyor, kanla geliyor adeta. Belki de bu nedenle bu kadar çok savaş var dünyada.
İnsan, Tanrı'nın günahıdır. Evet öyleyiz. Tanrı'nın günahı. Hatası, ayıbı. Tanrı olsam hiç bir şey yaratmazdım. Ama bir şey yaratmasa Tanrı Tanrı olabilir miydi? Salt bir Tanrı. Yaratılmış hiç bir şey yok. Tanrı'nın yaratmaya ihtiyacı olmalı ki o kadar şey yaratıp durmuş. Tanrı küçük arsız bir çocuktan farksız aslında. Sadece elinde kimsenin boy ölçüşemeyeceği bir güç var, o kadar.
Ve zaman makinem, ben öldükten sonra da belki uzun süre yaşayacak. Derenin kenarında. Belki bir sel gelip köklerini boşaltacak ve devirecek onu. Belki keseceler, sobada yakacaklar. Belki bir evin çatısında, döşemesinde kullanacaklar. Ama o zamana kadar belki dallarında onlarca kuş yumurtadan çıkacak. Güvenle büyüyecek.
O ladin artık kuşlara ait. Kuşlardan onu almak isteyenlerin buna ne kadar hakkı var?
Her şeyimiz yalan.
12 Ocak 2011 Çarşamba
AKP'nin Alkol Kavgası
AKP hükütinin icraatlarına tekpili bir kesim var. Bunlar genellikle yerli yersiz muhalefet yaparlar ve sadece AKP'yi eleştirmek için eleştirirler. Daha iyisinin nasıl olacağını onlar da bilmez, doğru düzgün bir çözüm önerisi getiremezler. CHP genel başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu da bunlardan biridir. İktidara geldiklerinde yapacağı icraatları anlatırken " Bunlar için kaynağı nereden bulacaksınız?" sorusuna " Benim adım Kemal, ben bulurum." şeklinde bulunduğu mevkiye, taşıdığı sıfata hiç de uymayan bir cevap verebilmekedir. Öncelikle Kemal beyin vaatleri kulağa son derecede hoş gelen vaatler. Keşke imkan olsa da devletimiz böyle olanakları bizlere tanıyabilse. Ancak böyle vaatler verirken nasıl yapacağınızı, kaynağı nereden bulacağınızı da açıklamalısınız ki inandırıcı olsun. Aksi halde bu ülkede aklı çalışan, daha doğrusu aklını çalıştıran kesimin zekasına hakaret etmiş olursunuz.
AKP'ye haksız yere saldıranların karşısında durmuşumdur. Yeri gelmiş AKP'yi onlardan sert eleştirmişimdir de aynı zamanda. Doğruya doğru olmak, yanlışı da yüzüne vurmak gerekir.
Ancak son günlerde basın yayın organlardında gördüğüm bir haber beni de çileden çıkarttı. AKP geleneği islamcıdır. Ancak bu kendi yaşam tarzlarını diğer insanlara dayatma hakkını onlara vermez. Sigara yasağı geldi ve yurt genelinde genel olarak bu yasağa uyulduğunu görmekteyiz. Ancak alkol sigara değildir. Sigaranın dumanı sadece içeni değil, çevresindeki insanları da etkilemektedir. Alkolde böyle bir pasif içicilik söz konusu bile değildir. Ancak alkollü mekanların kapatılması, ruhsatların ellerinden alınması, şehir merkezlerinin dışına çıkarılmaları, sahil kenarlarında alkollü mekanlara izin verilmemesi, kır düğünlerinde alkol tüketilmesinin yasaklanması vb önlemler de artık biraz fazla değil mi? Türkiye alkole karşı olan AKP yüzünden en köklü spor klüplerinden, EFES'i kaybetmek üzere. Hatta EFES Pilsen Basketbol takımına Türkiye çok şey borçludur. Türk gençliğine EFES Pilsen çok büyük hizmetlerde bulunmuş, aynı zamanda pek çok uluslararası başarı elde ederek göğsümüzü kabartmıştır. Bu yapılan şimdi riyakarlık, kadir kıymet bilmezlik değildir de nedir? Ayrıca Efes Pilsen bu ülkede yüzlerce kişinin ekmek yemesini sağlayan, vergisini ödeyen, kısaca pek çok açıdan bu ülkede hemen her şirketin olmasını arzu ettiğimiz gibi olan bir şirkettir. Şimdi bu ceza niye?
EFES'i geçtik, alkol tüketmek isteyen insanların bu hakkını ellerinden alma hakkını kim verdi AKP'ye. Şimdi biz İstanbul'da boğazda gidip rakı balık yapamayacak mıyız? Eğer bu yasaklar gerçekleşirse cevap evet olacakır. Boğazda rakı balık artık olmayacak.
İzmir kordonda kimse elinde birası ile arkadaşları ile, çevresindeki kimseyi rahatsız etmeden hoş zaman geçiremeyecek. Peki ya Antalya başta olmak üzere tatil yörelerimizdeki oteller. Türkiyeye gelen turistlere alkol içemezsiniz mi diyeceğiz. Halihazırda tavan yapmış cari açığı bir de turizmi baltalayarak aya mı çıkaracağız? Öyle görünüyor.
Bu yasaklar gelirse;
1- Türk halkının alkol tüketme hakkı kısıtlanmış olacaktır.
2- Türkiye İran mı oluyor diyenler haklı çıktıklarını haklı olarak iddia edeceklerdir.
3- Türk turizmi büyük bir darbe yiyecektir.
4- Yasadışı yollara başvurulacak, el altından alkol satışı hortlayacaktır.
5- Kaçak alkol satışı büyük vergi kaybına neden olacaktır.
6- Kaçak alkollü içeceklerin büyük bir kısmı sağlıksız olacağından halkın sağlığı tehdit altında olacaktır.
7- Türkiye özgürlüklerin iyice kısıtlandığı, baskıcı, şerri sisteme an be an kayan bir ülke haline gelecektir.
8- Ben dahil pek çok genç, böyle baskıcı bir ülkede yaşamayı anlamsız bulacak ve turtdışına kapağı atma çabasına girecektir ( ben şimdiden araştırmalara başladım bile ).
9- Yurtdışına gençlerin çıkışı dert yandığımız beyin göçünü artıracaktır.
10-Özgürlükçü çoğunluk bu ülkeyi terk eyleyince geride sadece islamcılar kalacak ve gericilik ivme kazanacaktır.
Ben bu listeyi daha uzatırım, ancak anlamı yok. Artık sosyal başkaldırı gerek. Artık toplu itaatsizlik gerek. Oyumuzu özgürlüklerimizi ellerimizden alsınlar diye vermedik onlara. Oyumuzu Türkiye'yi İran'a çevirsinler diye vermedik onlara. Bu şekilde bizi temsil edemezler. Ancak benim koyun milletimin gıkı çıkmayacaktır. Tam vur kafasına al elindeki ekmeğini durumu. Oysa giden haklar, özgürlükler bir dilim ekmekten çok daha değerlidir.
Bu yasaklara alkol tüketmeyenler dahi, insanların özgürlükleri kısıtlandığı için karşı olmalıdır.
Sizi etkilemeyecek olan haksızlıklara da karşı durabildiğiniz zaman uygarsınızı demektir. Göreceğiz Türk halkı, benim halkım ne kadar uygar. Ya uygar çıkar, ya da bu genç, mümkün olan en kısa sürede terk-i diyar eyler.
AKP'ye haksız yere saldıranların karşısında durmuşumdur. Yeri gelmiş AKP'yi onlardan sert eleştirmişimdir de aynı zamanda. Doğruya doğru olmak, yanlışı da yüzüne vurmak gerekir.
Ancak son günlerde basın yayın organlardında gördüğüm bir haber beni de çileden çıkarttı. AKP geleneği islamcıdır. Ancak bu kendi yaşam tarzlarını diğer insanlara dayatma hakkını onlara vermez. Sigara yasağı geldi ve yurt genelinde genel olarak bu yasağa uyulduğunu görmekteyiz. Ancak alkol sigara değildir. Sigaranın dumanı sadece içeni değil, çevresindeki insanları da etkilemektedir. Alkolde böyle bir pasif içicilik söz konusu bile değildir. Ancak alkollü mekanların kapatılması, ruhsatların ellerinden alınması, şehir merkezlerinin dışına çıkarılmaları, sahil kenarlarında alkollü mekanlara izin verilmemesi, kır düğünlerinde alkol tüketilmesinin yasaklanması vb önlemler de artık biraz fazla değil mi? Türkiye alkole karşı olan AKP yüzünden en köklü spor klüplerinden, EFES'i kaybetmek üzere. Hatta EFES Pilsen Basketbol takımına Türkiye çok şey borçludur. Türk gençliğine EFES Pilsen çok büyük hizmetlerde bulunmuş, aynı zamanda pek çok uluslararası başarı elde ederek göğsümüzü kabartmıştır. Bu yapılan şimdi riyakarlık, kadir kıymet bilmezlik değildir de nedir? Ayrıca Efes Pilsen bu ülkede yüzlerce kişinin ekmek yemesini sağlayan, vergisini ödeyen, kısaca pek çok açıdan bu ülkede hemen her şirketin olmasını arzu ettiğimiz gibi olan bir şirkettir. Şimdi bu ceza niye?
EFES'i geçtik, alkol tüketmek isteyen insanların bu hakkını ellerinden alma hakkını kim verdi AKP'ye. Şimdi biz İstanbul'da boğazda gidip rakı balık yapamayacak mıyız? Eğer bu yasaklar gerçekleşirse cevap evet olacakır. Boğazda rakı balık artık olmayacak.
İzmir kordonda kimse elinde birası ile arkadaşları ile, çevresindeki kimseyi rahatsız etmeden hoş zaman geçiremeyecek. Peki ya Antalya başta olmak üzere tatil yörelerimizdeki oteller. Türkiyeye gelen turistlere alkol içemezsiniz mi diyeceğiz. Halihazırda tavan yapmış cari açığı bir de turizmi baltalayarak aya mı çıkaracağız? Öyle görünüyor.
Bu yasaklar gelirse;
1- Türk halkının alkol tüketme hakkı kısıtlanmış olacaktır.
2- Türkiye İran mı oluyor diyenler haklı çıktıklarını haklı olarak iddia edeceklerdir.
3- Türk turizmi büyük bir darbe yiyecektir.
4- Yasadışı yollara başvurulacak, el altından alkol satışı hortlayacaktır.
5- Kaçak alkol satışı büyük vergi kaybına neden olacaktır.
6- Kaçak alkollü içeceklerin büyük bir kısmı sağlıksız olacağından halkın sağlığı tehdit altında olacaktır.
7- Türkiye özgürlüklerin iyice kısıtlandığı, baskıcı, şerri sisteme an be an kayan bir ülke haline gelecektir.
8- Ben dahil pek çok genç, böyle baskıcı bir ülkede yaşamayı anlamsız bulacak ve turtdışına kapağı atma çabasına girecektir ( ben şimdiden araştırmalara başladım bile ).
9- Yurtdışına gençlerin çıkışı dert yandığımız beyin göçünü artıracaktır.
10-Özgürlükçü çoğunluk bu ülkeyi terk eyleyince geride sadece islamcılar kalacak ve gericilik ivme kazanacaktır.
Ben bu listeyi daha uzatırım, ancak anlamı yok. Artık sosyal başkaldırı gerek. Artık toplu itaatsizlik gerek. Oyumuzu özgürlüklerimizi ellerimizden alsınlar diye vermedik onlara. Oyumuzu Türkiye'yi İran'a çevirsinler diye vermedik onlara. Bu şekilde bizi temsil edemezler. Ancak benim koyun milletimin gıkı çıkmayacaktır. Tam vur kafasına al elindeki ekmeğini durumu. Oysa giden haklar, özgürlükler bir dilim ekmekten çok daha değerlidir.
Bu yasaklara alkol tüketmeyenler dahi, insanların özgürlükleri kısıtlandığı için karşı olmalıdır.
Sizi etkilemeyecek olan haksızlıklara da karşı durabildiğiniz zaman uygarsınızı demektir. Göreceğiz Türk halkı, benim halkım ne kadar uygar. Ya uygar çıkar, ya da bu genç, mümkün olan en kısa sürede terk-i diyar eyler.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Yerli İnsansız Hava Araçları
ANKA
Bildiğiniz gibi bir süre önce İsrail'den alınan Heronlar medyada oldukça gündeme geldi. TSK'nın herhalde biraz acele insansız hava araçlarına ( İHA ) ihtiyacı vardı ki Heron'lar böyle acele ile alınmış olmalı. Aksi halde ortada büyük bir tutarsızlık var. ANKA TUSAŞ mühendisleri tarafından genliştirilmiş ve pek çok açıdan dünyadaki benzerlerinden üstün özelliklere sahip olan oldukça yetenekli bir İHA. İlk test uçuşunu ise yeni yıla girmeden başarı ile tamamladı. Halen mühendisler tarafından üzerinde çalışılıyor. Bu konuda yakın zamanda medyada haberler çıktı. Hemen akabinde Vestel'i de bünyesinde bulunduran Zorlu grubunun geliştirdiği ve Karayel adını verdiği İHA hakkında haberler medyada yerini aldı. Bazı üniversiteler ve şirketler de İHA projeleri geliştirmekte. Bu kadar İHA çalışası varken HERON'lar neden alındı diye düşünmeden edemiyor insan. O kadar da başımızı ağrıttı.
Heron'ların alınışının birkaç nedeni olabilir. Belki İsrail ile yapılan gizli anlaşmalar gereğidir. Belki de TSK'nın daha önce de belirtiğim gibi acil ihtiyacı vardı. Sonuçta yerli İHA'lar halen kullanılabilir değil, üzerlerine halen çalışılıyor. Belki de bu iki olaslılık bir arada meydana geldi. Belki de başka bir nedeni vardı, bilmiyoruz. Bu konuda söyleyeceğimiz herşey sadece tahmin olarak kalacaktır. Ancak bazı net tespitlerde de bulunmak mümkün.
KARAYEL
Net bir tespit yapılacaksa o da şudur. Heronlar kesinlikle başarısız. Heronlar sayesinde kaç terörist faaliyet engellendi? Heronlar devredeyken bu ülkede askeri noktalara baskınlar düzenlendi, hem de çok sayıda terörist tarafından. Heronlar varken pkk militanları Türkiye-Irak sınırından çok da sıkıntı çekmeden geçmeye devam ettiler. Heronlar varken de yollara bomba döşediler. Peki o zaman insan sormaz mı? Bu heronlar ne işe yarıyor? Ben soruyorum ve pek aklıma gelen bir mantıklı cevap bulamıyorum. Genelkurmay başkanlığı heronlar sayesinde önlenen pkk sızmalarını, saldırılarını bir liste halinde açıklasa, hadi bunu yapmadı en azından sayı verse de bu milleti rahatlatsa olmaz mı? Sonuçta bu oyuncakların parası bizim, hepimizin cebinden çıkıyor. Kimin cebine girdiği de ayrı bir sorun zaten. Hele Mavi Marmara baskınından sonra hiçbir Türk İsrail'in kasasına parasının böyle girmesini istemez, bunu içine sindiremez. Sindirebiliyorsak şapkamızı önümüze alıp düşünmemiz gerekiyor demektir.
TSK silah gereksinimlerini iç kaynaklarla sağlama konusunda önemli adımlar atıyor. Aslında bu adımları atan TSK değil. Tabi TSK tüm silah ve mühimmat ihtiyacını yerli kaynaklarla karşılayabilmeyi arzular. Stratejik açıdan da bu çok önemlidir. Bir silah ambargosu halinde elinizdeki uçaklar, helikopterler, füze rampaları vs. mühimmatsız kalabilir. Ancak yerli imkanlarla bunlar sağlanırsa, yedek parçadan mühimmata ihtiyaç halinde pek sıkıntı çekilmeden gerekli tedarik kolayca sağlanabilir. Bu konuda SSM yani Savunma Sanayi Müsteşarlığı çok büyük işler başarıyor. Yerli tank projesi, ATAK helikopterleri vs. Güzel gelişmeler.
TSK'nın üzerine çok gelindi. Kişisel olarak ben de TSK'ya karşı muhalif kanatta yer aldım. Ancak şu gerçeği de göz ardı etmemek gerkiyor. Türkiye gibi son derecede hareketli, tüm diplomatik ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı olduğu, her an öngörülemeyen bir krizin patlak vermesinin hiç de düşük bir olasılık olmadığı bir coğrafyada iseniz, güvenliğiniz için kesinlikle güçlü bir orduya ihtiycınız vardır. Benim muhalif olduğum noktalar genellikle üst rütbelere sahip olanların haddini aşan hareketleri. Tıpkı üzerine vazife olmadığı halde elindeki gücü kullanarak kendini bir zamanlar Cumhurbaşkanı seçtiren, bununla da yetinmeyip hiç üzerine vazife değilken, Atatürk'ün ilkelerinden bile hiç utanmadan -ki o Atatürk "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" demiştir- yeni otoriter, baskıcı bir anayasa yazdırarak tarihe ve millete karşı büyük bir ayıp işleyen Kenan Evren gibi. Bir ülkede kurumlar ve o kurumların başındakiler kendi üzerlerine vazife olmayan alanlarda söz söylemeye başlarsa kaos ortaya çıkar. Herkes sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmeli -ki PKK'ya karşı verilen başarısız mücadele TSK'daki komutanların bu konudaki notunu düşürüyor, çünkü havadan bomba yağdırarak ve farazi öldürülen militan ve hasar ropuru vererek ancak bu milletin cebine zarar verirsiniz. O bombalar bedava değil, o uçaklar su yakmıyor çünkü- ve başka alanlarda yani yetki ve sorumlulukları olmayan alanlarda haddini bilip oturmalıdır. Bu Cumhurbaşkanından tutun da köydeki çobana kadar böyledir. Ancak TSK komutanları kendini cumhuriyet kurulduğundan beri TBMM'nin üstünde görmektedir. Aksi halde bu kadar darbe, sivil otoriteye müdahale ve hele hele de anayasa yazma gibi hadlerini kat kat aşan işlere yeltenmezlerdi.
Neyse, gelecekte daha güçlü bir ordumuz olacağı açık. Bu gelişmeleri olumlu görmek gerek. Normalde askeri harcamaların bu kadar yüksek olması anormal karşılanabilir. Ancak bu kadar karmaşık ve her tarafta kaynayan kazanlar olan bir coğrafyada, askeri harcamaların düşük olması intihar demektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)