Artık hiçbir şey eskisi gibi değil; masallar bile… Ezeli rekabet iş dünyasında devam ediyor! Tavşan ve kaplumbağa bu kez “Bumads” rövanşında karşılaşıp, yeni ürünlerini daha iyi tanıtmak için kıyasıya bir yarışa koyulurlar. İkisi de başarıyı geleneksel medyanın yanı sıra sosyal medya reklamlarında arar. Kahramanlarımızdan biri ise Bumads’in sosyal medyadaki gücünü keşfetmiş, markasını bol bol konuşturmanın formülünü çoktan bulmuştur.
Hürriyet İnternet Grubu’nun sosyal medya reklam platformu Bumads için hazırlanan viral video, aslında bu yeni reklam modelini çok da güzel anlatıyor. Bumads, markaların binlerce Bumerang üyesi blog ve niş web sitesinde advertorial formatında, içerik tabanlı reklam yayınlayarak hedef kitlelerine kolayca ulaşmasını sağlıyor. Bu reklamlar blogların diğer içerikleri ile aynı alanlarda yer alıyor ve daha sonra site sahiplerinin sosyal medya hesaplarından da paylaşılarak yüksek erişim yaratıyor. Sosyal medyada paylaşılabilmesinin yanında içerik tabanlı olması sayesinde arama motorları tarafından da indekslenen reklamlar, olumlu bir SEO etkisi sağlıyor ve aylar boyunca erişilmeye devam ediyor.
Dijital reklam sektörünün akıllı ve güvenilir yeni platformu Bumads, sosyal medyanın merkezinde viral bir iletişim modeli başlatarak markaların endişelerine son veriyor. Bumads ürün tanıtımlarının yanı sıra, kampanya duyuruları, sosyal sorumluluk projeleri, kurumsal mesajlar, marka ve kriz iletişimi gibi konularda da markaların hedefledikleri kitleye uygun web siteleri aracılığı ile ulaşmalarına rehberlik ediyor.
Bugüne kadar Ruffles, Sony, Adidas gibi bir çok önde gelen marka tarafından tercih edilen Bumads hakkında detaylı bilgi almak için http://www.bumads.com.tr web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Eğer bir blog ya da web sitesi sahibiyseniz, sitenizde Bumads içeriklerini yayınlayarak para kazanmak içinse http://bumerang.hurriyet.com.tr adresinden kolayca Bumerang'a üye olabilirsiniz!
Bir bumads advertorial içeriğidir.
18 Kasım 2011 Cuma
14 Kasım 2011 Pazartesi
Modern Çağın Burjuvazi-Proletarya Savaşı
Ortaçağın karanlık Avrupa’sında hakim olan derebeylik
sisteminde köylülere çok fazla söz hakkı yoktu. Sanayi devrimi henüz
gerçekleşmemiş olduğu için ortada bir burjuva sınıfı ve işçi sınıfı da
bulunmuyordu. Gücünü sahip olduğu topraklardan, o topraklar üzerinde yaşayan
köylülerin emeğinden ve sahip olduğu yönetsel yetkilerden alan derebeyleri
arasında ya da derebeyleri ile kral arasında bir sorun çıktığında bu köylülerin
pek ilgilendirmiyordu. Ancak sanayi devrimi bu düzeni altüst etti. Büyük
makinelerin icadından sonra açılan fabrikalar işçi sınıfının doğmasına neden
oldu. Aynı zamanda artık ortada yavaş yavaş derebeylerinden çok daha zengin iş
adamları vardı. Köylülerin önünde ise iki seçenek bulunuyordu. Ya bir
derebeyinin topraklarında önemsiz biri olarak yaşam sürdürecek, ya da gözünü para
hırsı bürümüş bir patronun fabrikasında köle gibi çalışacaktı.
Derebeyleri ile
burjuva sınıfının arasındaki güç mücadelesinin galibi tabi ki burjuva sınıfı
oldu. Topraktan elde edilen gelir sanayi dişlileri tarafından yutuldu. Krallar
artık burjuva sınıfını görmezden gelemedi ve burjuva sınıfı, yani patronlar,
yani zenginler, yani sermaye sahipleri siyasi alanda da güç elde ederek bütün
dünya düzenini değiştirdiler. Artık hiçbir ülkenin anayasasında ya da
kanunlarında yer almayan bir kanun vardı ve bu kanun istisnasız tüm ülkelerde
geçerliydi. O kanun insanın sahip olduğu para kadar özgürlüklere ve haklara
sahip olabileceği kanunudur ve halen daha geçerlidir.
Zaman içerisinde gözünü para hırsı bürümüş sanayiciler
tarafından kanlarının son damlasına kadar sömürülen işçiler ayaklanmaya
başladı. Pek çok acı yaşanmış olsa da sendikal haklar ve grev hakkı gibi uygar
dünyamızın çalışanlarının sahip olduğu haklar bu şekilde kazanıldı. Ancak biraz
önce bahsettiğim kanun yürürlükteydi ve parası olanların hizmetindeydi. Satın
alınamayacak hiçbir şey yoktu artık.
Sermaye sahibi patronlar işçilerin zorla kazandıkları ve
çağdaş uygarlığın gereği olan hakları vermemenin hep bir yolunu buldular. Yeri
geldi işçiler arasından bir grubu satın alarak ikilik çıkardılar. Böylece
alıştıkları sömürü düzenini sürdürebileceklerdi. Halen daha sürdürmektedirler.
Aradan çok zaman geçti, O devrin krallarının hemen hiçbiri
yok artık. O devrin imparatorlukları da yok. Artık demokrasi!!! İle yönetilen
cumhuriyetler var. Krallar olsa bile bu kralların yetkileri sembolik düzeyde.
Kazanan halk, sonuçta cumhur halk demektir ve demokrasi halkın iradesine dayalı
bir yönetimdir. Ancak para kanununun yürürlükte olduğu bir dünyada demokrasiden
ne kadar bahsedilebilir?
Günümüz siyasi partileri patronlar ile iyi geçinmek
zorundalar. Çünkü medya gücü bu patronların ya elindedir ya da kolaylıkla satın
alabilirler. Bir siyasi partinin yapacağı her propaganda karşısında günümüz
büyük patronları bin kat propaganda yapabilirler. Yalan dolan haberlerle halkı
kandırıp kendi istedikleri yönde hareket etmelerini sağlayabilirler. Sonra bir
bakarsınız insanlar sokaklara dökülmüş, ellerinde dövizler, bayraklar,
sloganlar atarak yürüyor ve karşılarında halkın polisi!!!
Burada söz ettiğim konular yalnızca siyasi partilerin
iktidar mücadelesi değildir. Sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun da değildir. Günümüzde dünyanın
hemen hiçbir ülkesinde hiçbir siyasi parti yoktur ki ülkesindeki burjuva
sınıfına rağmen iktidara gelebilmiş ve iktidarda kalabilmiş olsun.
Ülkemizdeki Uzanlar örneği de oldukça ilginç bir örnektir
aslında. Sermaye sahibi Cem Uzan elindeki sermaye ve medya gücü ile propaganda
yaparak çok kısa bir sürede yüzde 7’nin üzerinde oy alabilmiştir. Cem Uzan’ın
çok daha yüksek oy alamamasındaki temel etken ise ticari alandaki rakiplerinin siyasi
alanında da karşılarında olmasıdır kuşkusuz. Ancak bu konu üzerinde durmadan
yazıma devam etmek istiyorum.
Büyük sermaye sahipleri günümüzde odalar ve dernekler gibi oluşumlar ile birleşmiş ve
böylece halkın seçeceği siyasi gücün kendi çıkarlarına ters yasalar koyup
uygulamasını engellemek için dayanışma içine girmişlerdir. Bunun en güzel
örneklerinden biri ülkemizde görünür. Vergi sistemini incelemek yeterlidir. En
düşük ücretle, hatta yardımlar ile geçinen bir kişinin yediği her ekmek için
ülkenin en zengin ile aynı oranda vergi ödemesi hangi adalet sisteminin
terazisinde dengede durur? Ülkemizde fakir zengin ayrımı göstermeden herkesin
aynı vergiyi ödediği KDV, ÖTV gibi
vergiler ( dolaylı vergiler ) devletin gelirlerinin çok büyük bir kısmını
oluşturmaktadır. Dünyadaki en sağlıksız ve adaletsiz vergi türü olan bu tür
vergiler, hukukun bir yere kadar sağlam işleyebildiği ülkelerde ana gelir
kaynağı olmayı bırakın bir gelir kaynağı olmanın dışında, piyasayı
denetleme ve düzenleme amacıyla
uygulanmaktadır. Örneğin bu tür vergiler ile pek çok ülke sigara fiyatlarını
öğrencilerin harçlıkları ile satın alamayacağı düzeye çıkararak gençlerin bu
zararlı ürüne alışmasını engellemeye çalışmakta, hem de yükselen sigara fiyatı
nedeniyle daha az tüketilmesini hedeflemektedir. Ancak her ne kadar ülkemizde
de benzer bir uygulama söz konusu ise de, bu güzel örnek genelin kirli resmi
arasında oldukça cansız ve sönük kalmaktadır.
Bir süredir New York’un meşhur Wall Street’i eylemciler
tarafından işgal edildi. Hem Amerikan hem de uluslararsı sermayenin yığıldığı
bu sokaktan dünyaya yayılan bu isyan dalgası nedeniyle pek çok ülkede olaylar
çıktı. Artık gizli kapalı kapılar ardında, gizli kapaklı hesaplarla
kandırılmaktan, demokratik düzenin yalan dünyasından uyanan insanlar, patronlara
rahatsızlıklarını ifade ediyorlar. Artık sömürülmek değil, üretilen toplam
refahı daha adil paylaşmak istiyorlar. Bu hareket çağımız burjuvasına halkın
indirdiği bir darbedir. Bu isyanlar demokrasilerin üzerindeki yeşil bulutu
dağıtmak içindir. Belki isyan edenlerin bile çoğu farkında değil ancak bu isyan
çağdaş kölelik sistemine karşı yapılmaktadır. Uzun yıllar önce kutuplaşmış
dünyamızın iki kutbundan biri olan komünist sistem çökmüştü. Çökmüştü çünkü
insan doğasına aykırı bir sistemdir. Ancak bugün, komünizm karşısında galibiyet
elde eden kapitalizmin sancı çektiği bir dönemdeyiz. Kapitalizm acı içinde
çünkü ancak sadece büyük balık küçük balığı yutar mantığı ile, ancak vahşi doğa
yasaları ile, ancak para yasası ile temel buluyor. Sancı içinde çünkü gözünü
para hırsı bürümüş büyük patronların fakir insanları sömürmesinin bir aracı
olmanın ötesine gidemedi. Sancı içinde çünkü bu dünyada en çok emek sarf eden,
en çok yorulan insanlar en düşük hayat standartlarında yaşarken, tek yaptığı
adeta bir oyun oynar gibi rakamlarla oynamak olan patronlar kıralları
kıskandıracak bir lüks içinde yaşıyor.
Kapitalizm vahşi doğa kanunlarına uygun olduğundan insan
doğasına da daha uygun bir sistemdir. Bu nedenle komünizm karşısında galip
geldi. Bu nedenle şu anda kadar dayandı. Ancak fazla hırs gözleri kör eder,
riskleri göremez olur insan. İnsan, vahşi doğayı terk edip ilkellikten sıyrılıp
medeniyete bürüneli çok zaman oldu. Eski alışkanlıklar kolay geçmiyor belki
ancak, artık dünyada yükselen ses, para kanunun daha insancıllaştırılmasından,
daha sosyalleştirilmesinden, daha adil bir sistem haline getirilmesinden
yanadır. O halde ekonomik bir reforma ihtiyaç vardır. Keynes, Adam Smith’in
çöken sistemini düzeltmişti. Ancak bugün Keynesyen ekonomi de çökmüştür.
Çökmüştür çünkü devleti yönetenler seçilmiş de olsa büyük patronların
etkisinden kurtulamamaktadır. Nasıl ki büyük patronlar yükselen kar
grafiklerinin hayalini kuruyor ise, seçilmişler de tekrar seçilmenin hayalini
kuruyor, koltuk sevdası ile yanıp tutuşuyorlar. Evet, bu sistem çökmüştür çünkü
halkı anan oldu mu hiç?
Yeni sistem kapitalizm ile uzun süre önce çöken komünizmin
yeni bir sentezi olmak zorundadır. Çağımızın burjuvaları ile proletaryası bir
noktada anlaşmalıdır ve bu nokta her iki taraf için de en hayırlı nokta olmak
zorundadır. Bugün bir ülkedeki burjuva sınıfı kabaca o ülkenin nüfus olarak
yüzde beşi bile değilken, milli gelirin yüzde 90 kadarını ellerinde
tutabilmektedirler. İşte yeni sistem buna karşı olacaktır. Nasıl bir sistem
olacak hep beraber göreceğiz.
10 Kasım 2011 Perşembe
Tablet PC Çocuklara Zararlı Mı?
Bir süre önce ülkemizde öğrencilere Tablet bilgisar dağıtılacağı ile ilgili haberler medyayı meşgul etmekteydi. Araya terör eylemleri ve Van depremi gibi üzücü olayların girmesi nedeniyle medya gündeminde arka sıralarda kalan bu gelişme ile ilgili bazı çevreler geniş lobi faaliyetleri yürüyor. Yerli otomobil yapılabilip yapılamayacağı tartışmalarının ardından tablet bilgisayarların da yerli imkanlarla üretilebileceği iddiaları gündeme gelmişti. Her ne kadar yüksek bir yerli katkı ile bu tür bilgisayarları ülkemizde üretmek imkan dahilinde ise de, ülkemizde böyle bir bilgisayarın en temel bileşenleri olan işlemcisi yani beyni, hafıza birimleri, yazılım vb bileşenlerini üretmek en azından kısa vadede pek olası değil. Bununla birlikte yerli tablet pc üreteceğini iddia edenler malesef sadece montaj yapan firmalar.
Daha önce Türkiye'de Tablet PC Üretilebilir Mi? başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim. Ancak kısa bir süre önce internette gördüğüm bir araştırma bu konuya tekrak değinme gerekliliği hissetmeme neden oldu.
Gelişen teknoloji ile birlikte etrafımızı çevreleyen elektronik cihazlarin yaydığı elektromagnetik dalgaların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğu artık tıp otoritelerince kabul edilen bir gerçek. Kanada başta olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerde bu tür cihazlar için elektromagnetik dalga yaymalarına katı limitler getirilmiş durumda. AB de bu kısıtlamayı uygulayan ülkelerden ancak en katı limitler Kanada'da bulunuyor. Buna rağmen son yapılan deneylerde özellikle bazı kişilerin bu limit değerlerin çok altındaki elektromagnetik radyasyona maruz kaldığında bile bundan olumsuz etkilendiğini kanıtlıyor. Bu da durumun sanılandan çok daha ciddi olabileceğinin önemli bir göstergesi.
Okullarda öğrencilere kilolarca ağırlıkta kitap verip hergün taşıtmak yerine, tüm kitapları içeren, hatta dersleri sesli ve görsel olarak da destekleyen tablet pc dağıtmak oldukça mantıklı bir gelişme olarak duruyor. Üstelik çocuklar bu bilgisayarlar ile internete bağlanabilecekler ve ellerindeki bir kitapta yer alan bilgiler ile sınırlı kalmayacaklar. Her an araştırıp farklı kaynaklardan bilgi temin edebilecekler. Ancak sağlığı olumsuz etkileyen elektromagnetik dalga yayan bu cihazları kullanan çok sayıda öğrencinin bir sınıfta bulunacağı da unutulmamalı. Yapılan araştırma da bunu temel alıyor.
Yapılan araştırmada bir sınıf ortamı oluşturulmuş. Bilgisayarların öğrencilerin doğal olarak bilgisayarda yapacağı dosya indirme, video izleme, gazete okuma vb gibi işlemlerle meşgul olması sağlanmış ve bu sınıftaki elektromagnetik radyasyon miktarı ölçülmüş. Sonuç hiç de iç açıcı değil. Üstelik ülkemizdeki sınıflar o testin yapıldığı sınıftan çok daha kalabalık.
Bugün dünyada öğrencilere kitap yerine bilgisayar verilmesi ile ilgili çeşitli ülkelerde pilot uygulamalar bulunuyor. Ancak ülkemizdeki gibi pilot uygulama yapmadan bu işe soyunan bir başka örnek ülke yok. Sanırım bu da yeni neslimize ne kadar çok değer verdiğimizin!!! en önemli göstergesi.
Daha önce Türkiye'de Tablet PC Üretilebilir Mi? başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim. Ancak kısa bir süre önce internette gördüğüm bir araştırma bu konuya tekrak değinme gerekliliği hissetmeme neden oldu.
Gelişen teknoloji ile birlikte etrafımızı çevreleyen elektronik cihazlarin yaydığı elektromagnetik dalgaların insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğu artık tıp otoritelerince kabul edilen bir gerçek. Kanada başta olmak üzere bazı gelişmiş ülkelerde bu tür cihazlar için elektromagnetik dalga yaymalarına katı limitler getirilmiş durumda. AB de bu kısıtlamayı uygulayan ülkelerden ancak en katı limitler Kanada'da bulunuyor. Buna rağmen son yapılan deneylerde özellikle bazı kişilerin bu limit değerlerin çok altındaki elektromagnetik radyasyona maruz kaldığında bile bundan olumsuz etkilendiğini kanıtlıyor. Bu da durumun sanılandan çok daha ciddi olabileceğinin önemli bir göstergesi.
Okullarda öğrencilere kilolarca ağırlıkta kitap verip hergün taşıtmak yerine, tüm kitapları içeren, hatta dersleri sesli ve görsel olarak da destekleyen tablet pc dağıtmak oldukça mantıklı bir gelişme olarak duruyor. Üstelik çocuklar bu bilgisayarlar ile internete bağlanabilecekler ve ellerindeki bir kitapta yer alan bilgiler ile sınırlı kalmayacaklar. Her an araştırıp farklı kaynaklardan bilgi temin edebilecekler. Ancak sağlığı olumsuz etkileyen elektromagnetik dalga yayan bu cihazları kullanan çok sayıda öğrencinin bir sınıfta bulunacağı da unutulmamalı. Yapılan araştırma da bunu temel alıyor.
Yapılan araştırmada bir sınıf ortamı oluşturulmuş. Bilgisayarların öğrencilerin doğal olarak bilgisayarda yapacağı dosya indirme, video izleme, gazete okuma vb gibi işlemlerle meşgul olması sağlanmış ve bu sınıftaki elektromagnetik radyasyon miktarı ölçülmüş. Sonuç hiç de iç açıcı değil. Üstelik ülkemizdeki sınıflar o testin yapıldığı sınıftan çok daha kalabalık.
Bugün dünyada öğrencilere kitap yerine bilgisayar verilmesi ile ilgili çeşitli ülkelerde pilot uygulamalar bulunuyor. Ancak ülkemizdeki gibi pilot uygulama yapmadan bu işe soyunan bir başka örnek ülke yok. Sanırım bu da yeni neslimize ne kadar çok değer verdiğimizin!!! en önemli göstergesi.
4 Kasım 2011 Cuma
Ülkemin Garip Halleri
Yazının başlığı biraz GARİP! Çünkü bu ülkenin garip halleri başlığını atarsanız muhtemelene bir ansiklopedi yazmaya hazırlanıyor olmalısınız. Ancak benim o kadar ne zamanım ne de yerim var. Hangi blog okuyucusu o kadar uzun bir yazıyı okur ki? Hele de okuma oranının bu kadar düşük olduğu, insanların gazetelerdeki iki satır makeleleri bile okumaya üşendiği bir ülkede bunu beklemek abese iştigal olur. Yazım kısa da olmayacak ama o kadar şok uzun da...
Bu ülkede sadece bir gün dikkatli bir medya gözlemi yapmak, bu ülkenin ne kadar yozlaştığını, değerlerin nasıl yerlerde süründüğünü, boş işlerde uzman olan halkın genelinin dişe dokunur işler söz konusu olduğunda miskinlik konusundaki uzmanlığını konuşturduğunu derhal anlamak mümkün. Gazete haberlerine bir bakmak yeterli. Hemen her gün onlarca boş insan, saçma sapan haberlerle gazetelerde boy gösteriyor. Tabi bu insanların kaşından gözünden, kıçından bacağından göğsünden başka gazete sayfalarında bir iki paragraf ile bahsedilecek nitelikleri olmadığı için fotoğrafları ve o fotoğraftaki anı anlatan iki satır yazı yer alır genelde. Ha bir de üstün nitelikli gazetecilerimizin arada sırada toplumun değer verdiği içi boş ünlü-sanatçı sürüsünden bir adet seçip hakkında uydurma haber yapma yeteneklerini bilerler. Tabi kadınlarımıza altın günlerinde dedikodusunu yapacak malzeme lazımdır, sürekli mahallenin karılarının kocalarının dedikodusunu yapmak bir süre sonra sıkıcı olmalı değil mi? Hele de yeni ve dişe dokunur bir gelişme olmaz ise.
Beş para etmez insanları aya çıkarmaya pek meraklı ve bu konuda üstün meziyetlere sahip bir milletiz. Belki de bu yüzden beş para etmez insanları çoğu zaman bizi yönetmeleri için seçip duruyoruz ve belki de bu yüzden, ikinci dünya savaşında iki atom bombası yemiş Japonya, yine ikinci dünya savaşında ağır yaptırımlara ve ekonomik çöküntüye maruz kalmış ve ağır bir savaşın enkazı haline dönüşmüş Almanya bugünkü gelişmiş ülkelerden iken, ve biz onları gıpta ederken, ikinci dünya savaşına hiç girmemiş böyle felaketler yaşamamış Türkiye halen gelişmekte olan bir ülkedir. Bu gelişmekte olan ülke ifadesi de daha taze bir icattır aslında. Gelişmiş ülkelerin ekonomistleri gelişmemiş ülkeleri gelişmemiş ülke olarak tanımlamanın nahoş ve kırıcı olacağı gerekçesi ile, gelişmemiş ülke yerine gelişmekte olan ülke ifadesini getirmişler. Yani gelişmemiş bir ülkeyiz aslında. Ama gelişiyoruz, Yozlaşmada, yolsuzlukta, hukuksuzlukta, üçkağıtçılıkta, rüşvette, hortumculukta, şakşakçılıkta, yardakçılıkta vsvsvscılıkta çok hızlı gelişiyoruz.
Eee bu gelişmeyi baltalamak isteyen tüm güçlere göğsümüzü siper edeceğiz. DURMAK YOK YOLA DEVAM.
Bu ülkede sadece bir gün dikkatli bir medya gözlemi yapmak, bu ülkenin ne kadar yozlaştığını, değerlerin nasıl yerlerde süründüğünü, boş işlerde uzman olan halkın genelinin dişe dokunur işler söz konusu olduğunda miskinlik konusundaki uzmanlığını konuşturduğunu derhal anlamak mümkün. Gazete haberlerine bir bakmak yeterli. Hemen her gün onlarca boş insan, saçma sapan haberlerle gazetelerde boy gösteriyor. Tabi bu insanların kaşından gözünden, kıçından bacağından göğsünden başka gazete sayfalarında bir iki paragraf ile bahsedilecek nitelikleri olmadığı için fotoğrafları ve o fotoğraftaki anı anlatan iki satır yazı yer alır genelde. Ha bir de üstün nitelikli gazetecilerimizin arada sırada toplumun değer verdiği içi boş ünlü-sanatçı sürüsünden bir adet seçip hakkında uydurma haber yapma yeteneklerini bilerler. Tabi kadınlarımıza altın günlerinde dedikodusunu yapacak malzeme lazımdır, sürekli mahallenin karılarının kocalarının dedikodusunu yapmak bir süre sonra sıkıcı olmalı değil mi? Hele de yeni ve dişe dokunur bir gelişme olmaz ise.
Beş para etmez insanları aya çıkarmaya pek meraklı ve bu konuda üstün meziyetlere sahip bir milletiz. Belki de bu yüzden beş para etmez insanları çoğu zaman bizi yönetmeleri için seçip duruyoruz ve belki de bu yüzden, ikinci dünya savaşında iki atom bombası yemiş Japonya, yine ikinci dünya savaşında ağır yaptırımlara ve ekonomik çöküntüye maruz kalmış ve ağır bir savaşın enkazı haline dönüşmüş Almanya bugünkü gelişmiş ülkelerden iken, ve biz onları gıpta ederken, ikinci dünya savaşına hiç girmemiş böyle felaketler yaşamamış Türkiye halen gelişmekte olan bir ülkedir. Bu gelişmekte olan ülke ifadesi de daha taze bir icattır aslında. Gelişmiş ülkelerin ekonomistleri gelişmemiş ülkeleri gelişmemiş ülke olarak tanımlamanın nahoş ve kırıcı olacağı gerekçesi ile, gelişmemiş ülke yerine gelişmekte olan ülke ifadesini getirmişler. Yani gelişmemiş bir ülkeyiz aslında. Ama gelişiyoruz, Yozlaşmada, yolsuzlukta, hukuksuzlukta, üçkağıtçılıkta, rüşvette, hortumculukta, şakşakçılıkta, yardakçılıkta vsvsvscılıkta çok hızlı gelişiyoruz.
Eee bu gelişmeyi baltalamak isteyen tüm güçlere göğsümüzü siper edeceğiz. DURMAK YOK YOLA DEVAM.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)