Ortaçağın karanlık Avrupa’sında hakim olan derebeylik
sisteminde köylülere çok fazla söz hakkı yoktu. Sanayi devrimi henüz
gerçekleşmemiş olduğu için ortada bir burjuva sınıfı ve işçi sınıfı da
bulunmuyordu. Gücünü sahip olduğu topraklardan, o topraklar üzerinde yaşayan
köylülerin emeğinden ve sahip olduğu yönetsel yetkilerden alan derebeyleri
arasında ya da derebeyleri ile kral arasında bir sorun çıktığında bu köylülerin
pek ilgilendirmiyordu. Ancak sanayi devrimi bu düzeni altüst etti. Büyük
makinelerin icadından sonra açılan fabrikalar işçi sınıfının doğmasına neden
oldu. Aynı zamanda artık ortada yavaş yavaş derebeylerinden çok daha zengin iş
adamları vardı. Köylülerin önünde ise iki seçenek bulunuyordu. Ya bir
derebeyinin topraklarında önemsiz biri olarak yaşam sürdürecek, ya da gözünü para
hırsı bürümüş bir patronun fabrikasında köle gibi çalışacaktı.
Derebeyleri ile
burjuva sınıfının arasındaki güç mücadelesinin galibi tabi ki burjuva sınıfı
oldu. Topraktan elde edilen gelir sanayi dişlileri tarafından yutuldu. Krallar
artık burjuva sınıfını görmezden gelemedi ve burjuva sınıfı, yani patronlar,
yani zenginler, yani sermaye sahipleri siyasi alanda da güç elde ederek bütün
dünya düzenini değiştirdiler. Artık hiçbir ülkenin anayasasında ya da
kanunlarında yer almayan bir kanun vardı ve bu kanun istisnasız tüm ülkelerde
geçerliydi. O kanun insanın sahip olduğu para kadar özgürlüklere ve haklara
sahip olabileceği kanunudur ve halen daha geçerlidir.
Zaman içerisinde gözünü para hırsı bürümüş sanayiciler
tarafından kanlarının son damlasına kadar sömürülen işçiler ayaklanmaya
başladı. Pek çok acı yaşanmış olsa da sendikal haklar ve grev hakkı gibi uygar
dünyamızın çalışanlarının sahip olduğu haklar bu şekilde kazanıldı. Ancak biraz
önce bahsettiğim kanun yürürlükteydi ve parası olanların hizmetindeydi. Satın
alınamayacak hiçbir şey yoktu artık.
Sermaye sahibi patronlar işçilerin zorla kazandıkları ve
çağdaş uygarlığın gereği olan hakları vermemenin hep bir yolunu buldular. Yeri
geldi işçiler arasından bir grubu satın alarak ikilik çıkardılar. Böylece
alıştıkları sömürü düzenini sürdürebileceklerdi. Halen daha sürdürmektedirler.
Aradan çok zaman geçti, O devrin krallarının hemen hiçbiri
yok artık. O devrin imparatorlukları da yok. Artık demokrasi!!! İle yönetilen
cumhuriyetler var. Krallar olsa bile bu kralların yetkileri sembolik düzeyde.
Kazanan halk, sonuçta cumhur halk demektir ve demokrasi halkın iradesine dayalı
bir yönetimdir. Ancak para kanununun yürürlükte olduğu bir dünyada demokrasiden
ne kadar bahsedilebilir?
Günümüz siyasi partileri patronlar ile iyi geçinmek
zorundalar. Çünkü medya gücü bu patronların ya elindedir ya da kolaylıkla satın
alabilirler. Bir siyasi partinin yapacağı her propaganda karşısında günümüz
büyük patronları bin kat propaganda yapabilirler. Yalan dolan haberlerle halkı
kandırıp kendi istedikleri yönde hareket etmelerini sağlayabilirler. Sonra bir
bakarsınız insanlar sokaklara dökülmüş, ellerinde dövizler, bayraklar,
sloganlar atarak yürüyor ve karşılarında halkın polisi!!!
Burada söz ettiğim konular yalnızca siyasi partilerin
iktidar mücadelesi değildir. Sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun da değildir. Günümüzde dünyanın
hemen hiçbir ülkesinde hiçbir siyasi parti yoktur ki ülkesindeki burjuva
sınıfına rağmen iktidara gelebilmiş ve iktidarda kalabilmiş olsun.
Ülkemizdeki Uzanlar örneği de oldukça ilginç bir örnektir
aslında. Sermaye sahibi Cem Uzan elindeki sermaye ve medya gücü ile propaganda
yaparak çok kısa bir sürede yüzde 7’nin üzerinde oy alabilmiştir. Cem Uzan’ın
çok daha yüksek oy alamamasındaki temel etken ise ticari alandaki rakiplerinin siyasi
alanında da karşılarında olmasıdır kuşkusuz. Ancak bu konu üzerinde durmadan
yazıma devam etmek istiyorum.
Büyük sermaye sahipleri günümüzde odalar ve dernekler gibi oluşumlar ile birleşmiş ve
böylece halkın seçeceği siyasi gücün kendi çıkarlarına ters yasalar koyup
uygulamasını engellemek için dayanışma içine girmişlerdir. Bunun en güzel
örneklerinden biri ülkemizde görünür. Vergi sistemini incelemek yeterlidir. En
düşük ücretle, hatta yardımlar ile geçinen bir kişinin yediği her ekmek için
ülkenin en zengin ile aynı oranda vergi ödemesi hangi adalet sisteminin
terazisinde dengede durur? Ülkemizde fakir zengin ayrımı göstermeden herkesin
aynı vergiyi ödediği KDV, ÖTV gibi
vergiler ( dolaylı vergiler ) devletin gelirlerinin çok büyük bir kısmını
oluşturmaktadır. Dünyadaki en sağlıksız ve adaletsiz vergi türü olan bu tür
vergiler, hukukun bir yere kadar sağlam işleyebildiği ülkelerde ana gelir
kaynağı olmayı bırakın bir gelir kaynağı olmanın dışında, piyasayı
denetleme ve düzenleme amacıyla
uygulanmaktadır. Örneğin bu tür vergiler ile pek çok ülke sigara fiyatlarını
öğrencilerin harçlıkları ile satın alamayacağı düzeye çıkararak gençlerin bu
zararlı ürüne alışmasını engellemeye çalışmakta, hem de yükselen sigara fiyatı
nedeniyle daha az tüketilmesini hedeflemektedir. Ancak her ne kadar ülkemizde
de benzer bir uygulama söz konusu ise de, bu güzel örnek genelin kirli resmi
arasında oldukça cansız ve sönük kalmaktadır.
Bir süredir New York’un meşhur Wall Street’i eylemciler
tarafından işgal edildi. Hem Amerikan hem de uluslararsı sermayenin yığıldığı
bu sokaktan dünyaya yayılan bu isyan dalgası nedeniyle pek çok ülkede olaylar
çıktı. Artık gizli kapalı kapılar ardında, gizli kapaklı hesaplarla
kandırılmaktan, demokratik düzenin yalan dünyasından uyanan insanlar, patronlara
rahatsızlıklarını ifade ediyorlar. Artık sömürülmek değil, üretilen toplam
refahı daha adil paylaşmak istiyorlar. Bu hareket çağımız burjuvasına halkın
indirdiği bir darbedir. Bu isyanlar demokrasilerin üzerindeki yeşil bulutu
dağıtmak içindir. Belki isyan edenlerin bile çoğu farkında değil ancak bu isyan
çağdaş kölelik sistemine karşı yapılmaktadır. Uzun yıllar önce kutuplaşmış
dünyamızın iki kutbundan biri olan komünist sistem çökmüştü. Çökmüştü çünkü
insan doğasına aykırı bir sistemdir. Ancak bugün, komünizm karşısında galibiyet
elde eden kapitalizmin sancı çektiği bir dönemdeyiz. Kapitalizm acı içinde
çünkü ancak sadece büyük balık küçük balığı yutar mantığı ile, ancak vahşi doğa
yasaları ile, ancak para yasası ile temel buluyor. Sancı içinde çünkü gözünü
para hırsı bürümüş büyük patronların fakir insanları sömürmesinin bir aracı
olmanın ötesine gidemedi. Sancı içinde çünkü bu dünyada en çok emek sarf eden,
en çok yorulan insanlar en düşük hayat standartlarında yaşarken, tek yaptığı
adeta bir oyun oynar gibi rakamlarla oynamak olan patronlar kıralları
kıskandıracak bir lüks içinde yaşıyor.
Kapitalizm vahşi doğa kanunlarına uygun olduğundan insan
doğasına da daha uygun bir sistemdir. Bu nedenle komünizm karşısında galip
geldi. Bu nedenle şu anda kadar dayandı. Ancak fazla hırs gözleri kör eder,
riskleri göremez olur insan. İnsan, vahşi doğayı terk edip ilkellikten sıyrılıp
medeniyete bürüneli çok zaman oldu. Eski alışkanlıklar kolay geçmiyor belki
ancak, artık dünyada yükselen ses, para kanunun daha insancıllaştırılmasından,
daha sosyalleştirilmesinden, daha adil bir sistem haline getirilmesinden
yanadır. O halde ekonomik bir reforma ihtiyaç vardır. Keynes, Adam Smith’in
çöken sistemini düzeltmişti. Ancak bugün Keynesyen ekonomi de çökmüştür.
Çökmüştür çünkü devleti yönetenler seçilmiş de olsa büyük patronların
etkisinden kurtulamamaktadır. Nasıl ki büyük patronlar yükselen kar
grafiklerinin hayalini kuruyor ise, seçilmişler de tekrar seçilmenin hayalini
kuruyor, koltuk sevdası ile yanıp tutuşuyorlar. Evet, bu sistem çökmüştür çünkü
halkı anan oldu mu hiç?
Yeni sistem kapitalizm ile uzun süre önce çöken komünizmin
yeni bir sentezi olmak zorundadır. Çağımızın burjuvaları ile proletaryası bir
noktada anlaşmalıdır ve bu nokta her iki taraf için de en hayırlı nokta olmak
zorundadır. Bugün bir ülkedeki burjuva sınıfı kabaca o ülkenin nüfus olarak
yüzde beşi bile değilken, milli gelirin yüzde 90 kadarını ellerinde
tutabilmektedirler. İşte yeni sistem buna karşı olacaktır. Nasıl bir sistem
olacak hep beraber göreceğiz.