kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kapitalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2011 Pazartesi

Modern Çağın Burjuvazi-Proletarya Savaşı


Ortaçağın karanlık Avrupa’sında hakim olan derebeylik sisteminde köylülere çok fazla söz hakkı yoktu. Sanayi devrimi henüz gerçekleşmemiş olduğu için ortada bir burjuva sınıfı ve işçi sınıfı da bulunmuyordu. Gücünü sahip olduğu topraklardan, o topraklar üzerinde yaşayan köylülerin emeğinden ve sahip olduğu yönetsel yetkilerden alan derebeyleri arasında ya da derebeyleri ile kral arasında bir sorun çıktığında bu köylülerin pek ilgilendirmiyordu. Ancak sanayi devrimi bu düzeni altüst etti. Büyük makinelerin icadından sonra açılan fabrikalar işçi sınıfının doğmasına neden oldu. Aynı zamanda artık ortada yavaş yavaş derebeylerinden çok daha zengin iş adamları vardı. Köylülerin önünde ise iki seçenek bulunuyordu. Ya bir derebeyinin topraklarında önemsiz biri olarak yaşam sürdürecek, ya da gözünü para hırsı bürümüş bir patronun fabrikasında köle gibi çalışacaktı.

Derebeyleri  ile burjuva sınıfının arasındaki güç mücadelesinin galibi tabi ki burjuva sınıfı oldu. Topraktan elde edilen gelir sanayi dişlileri tarafından yutuldu. Krallar artık burjuva sınıfını görmezden gelemedi ve burjuva sınıfı, yani patronlar, yani zenginler, yani sermaye sahipleri siyasi alanda da güç elde ederek bütün dünya düzenini değiştirdiler. Artık hiçbir ülkenin anayasasında ya da kanunlarında yer almayan bir kanun vardı ve bu kanun istisnasız tüm ülkelerde geçerliydi. O kanun insanın sahip olduğu para kadar özgürlüklere ve haklara sahip olabileceği kanunudur ve halen daha geçerlidir.

Zaman içerisinde gözünü para hırsı bürümüş sanayiciler tarafından kanlarının son damlasına kadar sömürülen işçiler ayaklanmaya başladı. Pek çok acı yaşanmış olsa da sendikal haklar ve grev hakkı gibi uygar dünyamızın çalışanlarının sahip olduğu haklar bu şekilde kazanıldı. Ancak biraz önce bahsettiğim kanun yürürlükteydi ve parası olanların hizmetindeydi. Satın alınamayacak hiçbir şey yoktu artık.

Sermaye sahibi patronlar işçilerin zorla kazandıkları ve çağdaş uygarlığın gereği olan hakları vermemenin hep bir yolunu buldular. Yeri geldi işçiler arasından bir grubu satın alarak ikilik çıkardılar. Böylece alıştıkları sömürü düzenini sürdürebileceklerdi. Halen daha sürdürmektedirler.

Aradan çok zaman geçti, O devrin krallarının hemen hiçbiri yok artık. O devrin imparatorlukları da yok. Artık demokrasi!!! İle yönetilen cumhuriyetler var. Krallar olsa bile bu kralların yetkileri sembolik düzeyde. Kazanan halk, sonuçta cumhur halk demektir ve demokrasi halkın iradesine dayalı bir yönetimdir. Ancak para kanununun yürürlükte olduğu bir dünyada demokrasiden ne kadar bahsedilebilir?

Günümüz siyasi partileri patronlar ile iyi geçinmek zorundalar. Çünkü medya gücü bu patronların ya elindedir ya da kolaylıkla satın alabilirler. Bir siyasi partinin yapacağı her propaganda karşısında günümüz büyük patronları bin kat propaganda yapabilirler. Yalan dolan haberlerle halkı kandırıp kendi istedikleri yönde hareket etmelerini sağlayabilirler. Sonra bir bakarsınız insanlar sokaklara dökülmüş, ellerinde dövizler, bayraklar, sloganlar atarak yürüyor ve karşılarında halkın polisi!!!

Burada söz ettiğim konular yalnızca siyasi partilerin iktidar mücadelesi değildir. Sadece Türkiye’yi ilgilendiren  bir sorun da değildir. Günümüzde dünyanın hemen hiçbir ülkesinde hiçbir siyasi parti yoktur ki ülkesindeki burjuva sınıfına rağmen iktidara gelebilmiş ve iktidarda kalabilmiş olsun.

Ülkemizdeki Uzanlar örneği de oldukça ilginç bir örnektir aslında. Sermaye sahibi Cem Uzan elindeki sermaye ve medya gücü ile propaganda yaparak çok kısa bir sürede yüzde 7’nin üzerinde oy alabilmiştir. Cem Uzan’ın çok daha yüksek oy alamamasındaki temel etken ise ticari alandaki rakiplerinin siyasi alanında da karşılarında olmasıdır kuşkusuz. Ancak bu konu üzerinde durmadan yazıma devam etmek istiyorum.

Büyük sermaye sahipleri günümüzde odalar  ve dernekler gibi oluşumlar ile birleşmiş ve böylece halkın seçeceği siyasi gücün kendi çıkarlarına ters yasalar koyup uygulamasını engellemek için dayanışma içine girmişlerdir. Bunun en güzel örneklerinden biri ülkemizde görünür. Vergi sistemini incelemek yeterlidir. En düşük ücretle, hatta yardımlar ile geçinen bir kişinin yediği her ekmek için ülkenin en zengin ile aynı oranda vergi ödemesi hangi adalet sisteminin terazisinde dengede durur? Ülkemizde fakir zengin ayrımı göstermeden herkesin aynı vergiyi ödediği  KDV, ÖTV gibi vergiler ( dolaylı vergiler ) devletin gelirlerinin çok büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Dünyadaki en sağlıksız ve adaletsiz vergi türü olan bu tür vergiler, hukukun bir yere kadar sağlam işleyebildiği ülkelerde ana gelir kaynağı olmayı bırakın bir gelir kaynağı olmanın dışında, piyasayı denetleme  ve düzenleme amacıyla uygulanmaktadır. Örneğin bu tür vergiler ile pek çok ülke sigara fiyatlarını öğrencilerin harçlıkları ile satın alamayacağı düzeye çıkararak gençlerin bu zararlı ürüne alışmasını engellemeye çalışmakta, hem de yükselen sigara fiyatı nedeniyle daha az tüketilmesini hedeflemektedir. Ancak her ne kadar ülkemizde de benzer bir uygulama söz konusu ise de, bu güzel örnek genelin kirli resmi arasında oldukça cansız ve sönük kalmaktadır.

Bir süredir New York’un meşhur Wall Street’i eylemciler tarafından işgal edildi. Hem Amerikan hem de uluslararsı sermayenin yığıldığı bu sokaktan dünyaya yayılan bu isyan dalgası nedeniyle pek çok ülkede olaylar çıktı. Artık gizli kapalı kapılar ardında, gizli kapaklı hesaplarla kandırılmaktan, demokratik düzenin yalan dünyasından uyanan insanlar, patronlara rahatsızlıklarını ifade ediyorlar. Artık sömürülmek değil, üretilen toplam refahı daha adil paylaşmak istiyorlar. Bu hareket çağımız burjuvasına halkın indirdiği bir darbedir. Bu isyanlar demokrasilerin üzerindeki yeşil bulutu dağıtmak içindir. Belki isyan edenlerin bile çoğu farkında değil ancak bu isyan çağdaş kölelik sistemine karşı yapılmaktadır. Uzun yıllar önce kutuplaşmış dünyamızın iki kutbundan biri olan komünist sistem çökmüştü. Çökmüştü çünkü insan doğasına aykırı bir sistemdir. Ancak bugün, komünizm karşısında galibiyet elde eden kapitalizmin sancı çektiği bir dönemdeyiz. Kapitalizm acı içinde çünkü ancak sadece büyük balık küçük balığı yutar mantığı ile, ancak vahşi doğa yasaları ile, ancak para yasası ile temel buluyor. Sancı içinde çünkü gözünü para hırsı bürümüş büyük patronların fakir insanları sömürmesinin bir aracı olmanın ötesine gidemedi. Sancı içinde çünkü bu dünyada en çok emek sarf eden, en çok yorulan insanlar en düşük hayat standartlarında yaşarken, tek yaptığı adeta bir oyun oynar gibi rakamlarla oynamak olan patronlar kıralları kıskandıracak bir lüks içinde yaşıyor.

Kapitalizm vahşi doğa kanunlarına uygun olduğundan insan doğasına da daha uygun bir sistemdir. Bu nedenle komünizm karşısında galip geldi. Bu nedenle şu anda kadar dayandı. Ancak fazla hırs gözleri kör eder, riskleri göremez olur insan. İnsan, vahşi doğayı terk edip ilkellikten sıyrılıp medeniyete bürüneli çok zaman oldu. Eski alışkanlıklar kolay geçmiyor belki ancak, artık dünyada yükselen ses, para kanunun daha insancıllaştırılmasından, daha sosyalleştirilmesinden, daha adil bir sistem haline getirilmesinden yanadır. O halde ekonomik bir reforma ihtiyaç vardır. Keynes, Adam Smith’in çöken sistemini düzeltmişti. Ancak bugün Keynesyen ekonomi de çökmüştür. Çökmüştür çünkü devleti yönetenler seçilmiş de olsa büyük patronların etkisinden kurtulamamaktadır. Nasıl ki büyük patronlar yükselen kar grafiklerinin hayalini kuruyor ise, seçilmişler de tekrar seçilmenin hayalini kuruyor, koltuk sevdası ile yanıp tutuşuyorlar. Evet, bu sistem çökmüştür çünkü halkı anan oldu mu hiç?

Yeni sistem kapitalizm ile uzun süre önce çöken komünizmin yeni bir sentezi olmak zorundadır. Çağımızın burjuvaları ile proletaryası bir noktada anlaşmalıdır ve bu nokta her iki taraf için de en hayırlı nokta olmak zorundadır. Bugün bir ülkedeki burjuva sınıfı kabaca o ülkenin nüfus olarak yüzde beşi bile değilken, milli gelirin yüzde 90 kadarını ellerinde tutabilmektedirler. İşte yeni sistem buna karşı olacaktır. Nasıl bir sistem olacak hep beraber göreceğiz.

25 Şubat 2010 Perşembe

Kapitalizmin İnsanı Sömürmesi Üzerine

Eskiden iyi bir işe girmek için tecrübeye bakılırdı. Tabi bunu rüşvet, devreye hatırı geçen birini koyma gibi, onaylamadığımız ama her nedense fırsatını bulduğumuzda faydalanmaktan da geri kalmadığımız yöntemlerin olmadığını kabul ederek söylüyorum. Evet, eskiden tecrübeli olmak önemliydi. Sonra dünya küreselleşmeye başladı. İşletmeler uluslar arası bir hale geldi ya da kaçınılmaz olarak yabancı ülkelerle ilişki içine girdi. Sonuç olarak ise, işe eleman alırlarken tecrübe yanında yabancı dil de talep etmeye başladılar.

İşletmelerin elemanlarından talepleri büyük bir ivme ile artmaya başladı. Bir dil yetmez oldu, yanında ikinci hatta üçüncü bir yabancı dil bilenler öne geçti. Bilgisayar programları çıktı, programlama dilleri (C, C++, Basic), mesleğe özel bilgisayar programları (Auto-Cad, Logo,Photoshop) gibi konularda uzman olmak gerekti. Sonra özel eğitimler çıktı, uzmanlık sertifikaları peşinde koşulur oldu. Bir alanda uzmanlık yetmedi, iki üç alanda bilgi birikimi istediler. Üniversitelerde yandal ve çift anadal programları ortaya çıktı. Peki neden?

İşletmeler zorlu bir rekabet içine girdiler. Daha yüksek teknolojiye sahip olmak büyük bir avantajdı, ama çok sayıda rakip zaten bu avantaja sahipti. Özellikle üretim maliyeti konusunda, küreselleşen dünyada Çin başta olmak üzere çeşitli ucuz işgücü barındıran ülkeler, işletmeler arasında yine bir denklik sağladı. Sonuçta özellikle imalat alanında üretim maliyetleri üç aşağı beş yukarı denkleşti. Kalite konusunda da rakip işletmeler arasında pek fark yoktu. Oysa fark yaratmak ve pazar payını iyileştirmek gerekmekteydi.

Fark yaratmak için fark yaratacak insanlar gerekmekteydi. Fark yaratacak insanları işletmeler adeta avlar oldu. Daha kaliteli eleman ise, bir konuda uzman olsa da çok konuda birikim sahibi, yaptığı işin önceki ve sonraki aşamaları hakkında çok şey bilen bu sayede de büyük resme bakabilen, geniş düşünen insanlardı. Ayrıca bir konuyu pek çok açıdan değerlendirebilen, hızlı düşünüp, çabuk ve doğru karara ulaşabilen insalardı. Böyle biri haline gelebilmek için insanlar birbiri ile yarışır oldu. Böyle insanlar üretebilmek için ülkeler yarışır oldu.

Sonuçta vasat bir işte çalışıp, geçim derdi içinde vasat bir hayat sürmeyen insanlar, kendilerini geliştirebilmek için okullara, kurslara, özel eğitimlere akın ettiler. En zekiler, en çalışkanlar seçildi, diğerleri sınavlarda elendi.

İnsanların amacı oldukça anlaşılır. Daha iyi bir iş, daha çok itibar, daha çok gelir ve daha huzurlu bir hayat. Ancak yaptıkları, kendilerini parlatıp, paketleyip büyük işletmelere pazarlamaktan daha öte değildir. Tam olarak budur, kendini satmak.

Ancak insanlar okullarda, kurslarda, özel eğitimlerde en değerli zamanlarını, gençliklerini heba ettiler. Okuldan çıkıp, kurslara koşturdular. Geçilmesi gereken sınavlar vardı, öğrenilmesi gereken çok şey vardı, ve öne geçmek gerekliydi, öne geçmeliydi ki, iş görüşmelerinde patronların önüne daha süslü bir paketle kendilerini sunabilsinler.

İnsanlar günlerinin çok az bir kısmını kendilerine, arkadaşlarına, sevdiklerine, ailelerine ayırabilir oldular. Üstelik eğitim hayatı bittiğinde bu çile de bitmiyordu. Patronlar sizin paketinizi beğenmiş ve sizi işe almış olabilirlerdi, ancak hala daha iyi olabilirdiniz. Yoksa yerinize geçmek için can atan binlerce insan vardır. Üstelik kendilerini daha geliştirmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi, patronlar bir kişiden eskiden on kişiden beklediklerini bekler oldular. İnsanlar kariyer yapacağım, işimde yükseleceğim diye, eve iş taşır oldular. Sonuçta kazanıyorlar, çok para kazanıyorlar. İyice yaşlanıp artık hayattan o kadar zevk alamaz hale gelene kadar, yani emekliliklerine kadar harcayacak, tadını çıkaracak pek de zamanları olmayacak olan paraları kazanıyorlar. İçinde her gün birkaç saat ancak geçirebildikleri pahalı evler, çoğunlukla işe gidip gelirken kullanacakları pahalı arabalar alıyor ve mutlu oluyorlar.

Bu insanların çocukları anne ve babalarından çok bakıcılarının yüzünü görerek büyüyor. Hatta bu insanların azımsanamayacak bir kısmı evliliğe fırsat bulamadan iyice yaşlanıyor. Sonuç mu, başarı dolu ama yaşanmamış bir hayat. Yarış atı gibi en öne geçmek için yırtınarak geçmiş koskoca bir hayat. İnsanı mutlu eden hemen her şeye pek az zaman ayırarak, pek az arkadaşla, kopma noktasına gelmiş, resmileşmiş aile bağlarıyla, ve yalnızlıkla dolu bir hayat.

Bu sistem, yani kapitalizm insanı sömürüyor. Bu bir tür köleleştirmektir. Sizden çalınan zamanlarınızın, aslında paha biçilemez olduğunu ancak yaşlandığımızda, o da belki anlayabileceğiz.

Bu sistemin hiç mi faydası yok. Ellbette var, toplumu daha bilgili, daha bilinçli, daha kaliteli hale getiriyor. İnsan kalitesini yükseltiyor ve ortaya kısacık ömürlerini çar çur eden kaliteli insanlardan oluşan toplumlar çıkıyor.