Öldükten sonra herkes cennete gitmek ister. Kendini cehenneme layık gören kimse yoktur. Cennete gitmek konusunda insanlar ümitsiz olabilirler, ancak yine de kendilerini cennete layık görmektedirler. İnsanların kendilerini nereye layık gördükleri bir tarafa, bu dünya hayatı cennet-cehennem arasında insanların nereye gideceğinin belirlendiği bir sınav niteliği taşımaktadır dinlere göre. Yani bu dünyada yaşıyor olmamızın amacı, nereye gideceğimizin belirlenmesidir.
Baştan sona bir sınav olan bu hayatın karşılığında alacağımız ödül ya da ceza, bu dünya hayatına ne kadar değer? İşte bu sorunun cevabını bilen kimse yok sanırım. Aslında bu soruyu soran da yok. Herkes sonsuz bir cennet hayatının hayalini kurar. Ancak sonsuz! olması biraz kafa karıştırıcı değil mi? Yani, öldünüz ve sizi cennete koydular, güzel de bir yer verdiler, fazlasında gözünüz yok zaten. Hoş, olsanız oraya girememeniz gerekir aç gözlü olmaktan, değil mi? Gerçi orasını biz bilemeyiz, sadece kişisel düşüncede kalır. Ancak sonsuz bir hayat, garip biraz.
Cennetteyiz diyelim, bir elimiz yağda ötekisi balda yaşayıp gidiyoruz. Ancak bir amaç olmalı? Hayatımızı anlamlandıracak bir amaç. Ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar muhteşem olursa olsun, hiç bir yerde insan sonsuza kadar sıkılmadan yaşayamaz. Hayatınızı anlamlandıracak bir amaç olmalı, ancak ne olabilir ki? Hiç yok olmayacaksınız, ölmeyeceksiniz, hasta olmayacaksınız vs. Çalışmanız gerekmeyecek, her şey hazır, emrinizde hizmetçiler, huriler, güzel yiyecekler, içecekler. Sonusuza kadar yiyip içecek mi bu cennete giden insanlar. Sonsuza kadar yiyip içmek için mi cenneti kazanmaya çabalıyoruz, ya da çabalamalıyız. Burada cennetin alternatifinin cehennem olmasının da etkisi büyük tabi. Kimse yanmak istemez. Ancak cehennem olmasaydı cennetin ne kadar cazibesi kaldırdı?
Bülbülü altın kafese koymuşlar yine de evim demiş derler ya, öyle bir durum olur. Ne kadar rahat içinde olursak olalım, bir süre sonra cennete gidenlerin sıkılmaya başlayacağı muhakkak. Sonsuz bir hayat aynı zamanda amaçsız bir hayattır. Her şey ertelenebilir, üstelik ne yapacaksınız? Neden yapacaksınız? Zaten her şeye sahipsiniz? Ötesi yok!
Bu durumda cenneti cennet yapan, cenneti değerli yapan, güzelliğinden ziyade, alternatifinin cehennem oluşudur da diyebiliriz. Cehennem korkusu olmasa idi, cennet için bu dünyanın çilesini çekmeye değmezdi de denilebilir. Sonsuza kadar önünüzde yiyecekler içecekler içinde yiyip içip iyice obez olacağınız sonsuz bir hayat kadar sıkıcı başka bir şey hayal etmek güç. Cennet, cenneti kazananların güzel hapishanesi olacak da diyebiliriz belki. Sadece işkencenin olmadığı, sonsuza kadar mahkum olduğunuz bir hapishane.
Tanrı Yalan Söyler Mi?
Bu durumdan şikayetçi olanlar da olacaktır elbette bir süre sonra. Belki cennette 1000 yıl yaşayıp, " Yeter artık 1000 yıldır aynı şeyler sıkıldım ben" diyenler de olacaktır, peki o zaman ne olacak? Yeni bir dünya hayatına mı gönderilecek insanlar? Belki de sonsuz hayatı kaldıramamaya başlayan bazı kişiler var edildikleri gibi yok edilmeyi dileyebilirler. Yani hiç var edilmemiş gibi olmayı dileyecekler de olacaktır belki. Ancak Tanrı'nın bunu hoş karşılayacağını sanmam. Ama burada şöyle de bir sorun var, tanrı insanları yaratırken var olmayı isteyip istemediklerini sormadı. Zaten soramazdı, henüz var edilmemiş bir kişiye var olmak istiyor musun diye bir soru yöneltmek Tanrı için bile mümkün olmasa gerek. Ancak bu da bir çelişki doğuruyor, Kuran'da "O'nun her şey gücü yeter" ifadesi çok yerde geçer. Bu durumda Tanrı'nın gücü, bir varlığı yaratmadan da ona bir şeyler sormaya yetiyor olması gerekir. Bunun olabilmesi imkansız gibi görünüyorsa da öyle olmalı, aksi halde Tanrı yalan söylemiş demektir. Yalan söyleyen bir Tanrı ise inandığımız Tanrı olamaz. İnandığımız Tanrı yalan söylemiş ise, bu durumda diğer söyledikleri de sorgulanmaya başlanır ki, bu da tüm semavi dinleri batıl dinlere çevirir.
Tanrı'nın yalan söylemiş olamayacağına inanıyoruz, ancak bir varlığı yaratmadan onunla diyalog da kurabiliyor olmasını aklımız almıyor. Belki de "her şeye gücü yeter" ifadesinde bu durum kastedilmemiştir.
Bunula birlikte, Tanrı insanı yaratmadan önce, var olmayı isteyip istemediğini sormadı ise, var olmayı insana dayattı demektir. Bu durumda Tanrı despot, baskıcı ve de otoriter bir yapıya da sahip olmuş olur. Tanrı'yı benyaptımolducu olarak da tasvir edebiliriz. Bu durumda da adaleti sorgulanabilecektir. Tanrının adaleti, yani ilahi adalet gerçek manada kusursuz, saf bir adalet midir onun da temeli benyaptımolduculuk mudur?
Ancak bu konuları düşünmenin pratikte insana hiç bir faydası yoktur. Hatta zararı vardır, iç huzuru kaçabilir. Bununla birlikte, sonsuz bir yaşam, cennette bile olsa, ürkütücü seviyede sıkıcı olacaktır.