yaratılış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaratılış etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2010 Pazartesi

Sonsuz Hayatın Sıkıcılığı Ve Tanrı'nın Yalancı Olup Olmadığı

Öldükten sonra herkes cennete gitmek ister. Kendini cehenneme layık gören kimse yoktur. Cennete gitmek konusunda insanlar ümitsiz olabilirler, ancak yine de kendilerini cennete layık görmektedirler. İnsanların kendilerini nereye layık gördükleri bir tarafa, bu dünya hayatı cennet-cehennem arasında insanların nereye gideceğinin belirlendiği bir sınav niteliği taşımaktadır dinlere göre. Yani bu dünyada yaşıyor olmamızın amacı, nereye gideceğimizin belirlenmesidir.

Baştan sona bir sınav olan bu hayatın karşılığında alacağımız ödül ya da ceza, bu dünya hayatına ne kadar değer? İşte bu sorunun cevabını bilen kimse yok sanırım. Aslında bu soruyu soran da yok. Herkes sonsuz bir cennet hayatının hayalini kurar. Ancak sonsuz! olması biraz kafa karıştırıcı değil mi? Yani, öldünüz ve sizi cennete koydular, güzel de bir yer verdiler, fazlasında gözünüz yok zaten. Hoş, olsanız oraya girememeniz gerekir aç gözlü olmaktan, değil mi? Gerçi orasını biz bilemeyiz, sadece kişisel düşüncede kalır. Ancak sonsuz bir hayat, garip biraz.

Cennetteyiz diyelim, bir elimiz yağda ötekisi balda yaşayıp gidiyoruz. Ancak bir amaç olmalı? Hayatımızı anlamlandıracak bir amaç. Ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar muhteşem olursa olsun, hiç bir yerde insan sonsuza kadar sıkılmadan yaşayamaz. Hayatınızı anlamlandıracak bir amaç olmalı, ancak ne olabilir ki? Hiç yok olmayacaksınız, ölmeyeceksiniz, hasta olmayacaksınız vs. Çalışmanız gerekmeyecek, her şey hazır, emrinizde hizmetçiler, huriler, güzel yiyecekler, içecekler. Sonusuza kadar yiyip içecek mi bu cennete giden insanlar. Sonsuza kadar yiyip içmek için mi cenneti kazanmaya çabalıyoruz, ya da çabalamalıyız. Burada cennetin alternatifinin cehennem olmasının da etkisi büyük tabi. Kimse yanmak istemez. Ancak cehennem olmasaydı cennetin ne kadar cazibesi kaldırdı?

Bülbülü altın kafese koymuşlar yine de evim demiş derler ya, öyle bir durum olur. Ne kadar rahat içinde olursak olalım, bir süre sonra cennete gidenlerin sıkılmaya başlayacağı muhakkak. Sonsuz bir hayat aynı zamanda amaçsız bir hayattır. Her şey ertelenebilir, üstelik ne yapacaksınız? Neden yapacaksınız? Zaten her şeye sahipsiniz? Ötesi yok!

Bu durumda cenneti cennet yapan, cenneti değerli yapan, güzelliğinden ziyade, alternatifinin cehennem oluşudur da diyebiliriz. Cehennem korkusu olmasa idi, cennet için bu dünyanın çilesini çekmeye değmezdi de denilebilir. Sonsuza kadar önünüzde yiyecekler içecekler içinde yiyip içip iyice obez olacağınız sonsuz bir hayat kadar sıkıcı başka bir şey hayal etmek güç. Cennet, cenneti kazananların güzel hapishanesi olacak da diyebiliriz belki. Sadece işkencenin olmadığı, sonsuza kadar mahkum olduğunuz bir hapishane.

Tanrı Yalan Söyler Mi?

Bu durumdan şikayetçi olanlar da olacaktır elbette bir süre sonra. Belki cennette 1000 yıl yaşayıp, " Yeter artık 1000 yıldır aynı şeyler sıkıldım ben" diyenler de olacaktır, peki o zaman ne olacak? Yeni bir dünya hayatına mı gönderilecek insanlar? Belki de sonsuz hayatı kaldıramamaya başlayan bazı kişiler var edildikleri gibi yok edilmeyi dileyebilirler. Yani hiç var edilmemiş gibi olmayı dileyecekler de olacaktır belki. Ancak Tanrı'nın bunu hoş karşılayacağını sanmam. Ama burada şöyle de bir sorun var, tanrı insanları yaratırken var olmayı isteyip istemediklerini sormadı. Zaten soramazdı, henüz var edilmemiş bir kişiye var olmak istiyor musun diye bir soru yöneltmek Tanrı için bile mümkün olmasa gerek. Ancak bu da bir çelişki doğuruyor, Kuran'da "O'nun her şey gücü yeter" ifadesi çok yerde geçer. Bu durumda Tanrı'nın gücü, bir varlığı yaratmadan da ona bir şeyler sormaya yetiyor olması gerekir. Bunun olabilmesi imkansız gibi görünüyorsa da öyle olmalı, aksi halde Tanrı yalan söylemiş demektir. Yalan söyleyen bir Tanrı ise inandığımız Tanrı olamaz. İnandığımız Tanrı yalan söylemiş ise, bu durumda diğer söyledikleri de sorgulanmaya başlanır ki, bu da tüm semavi dinleri batıl dinlere çevirir.

Tanrı'nın yalan söylemiş olamayacağına inanıyoruz, ancak bir varlığı yaratmadan onunla diyalog da kurabiliyor olmasını aklımız almıyor. Belki de "her şeye gücü yeter" ifadesinde bu durum kastedilmemiştir.

Bunula birlikte, Tanrı insanı yaratmadan önce, var olmayı isteyip istemediğini sormadı ise, var olmayı insana dayattı demektir. Bu durumda Tanrı despot, baskıcı ve de otoriter bir yapıya da sahip olmuş olur. Tanrı'yı benyaptımolducu olarak da tasvir edebiliriz. Bu durumda da adaleti sorgulanabilecektir. Tanrının adaleti, yani ilahi adalet gerçek manada kusursuz, saf bir adalet midir onun da temeli benyaptımolduculuk mudur?

Ancak bu konuları düşünmenin pratikte insana hiç bir faydası yoktur. Hatta zararı vardır, iç huzuru kaçabilir. Bununla birlikte, sonsuz bir yaşam, cennette bile olsa, ürkütücü seviyede sıkıcı olacaktır.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Şeytan'ın Masumiyeti

Şeytan, insanları cehenneme sürüklemeye çalışan kötü varlık. Cehennem bildiğimiz kadarıyla insanların gitmek istemeyeceği, dünyadaki en dayanılmaz acıları ve en zalim işkenceleri kat be kat aşacak derecede acı dolu bir yer. Böyle kötü bir yere insanları çekmeye çalışan bir varlıktan korkulması ve onun kötü kabul edilmesi de tartışılmayacak bir şey. Ancak Şeytan'ın insanlarla derdi ne?

Adem (a.s) yaratıldığında bildiğimize göre, Tanrı meleklerle birlikte Şeytan'a da Adem'e secde etmesini buyurdu. Ancak Şeytan kibirliydi, karşı geldi, ve lanetlendi. O zamandan beri de insanların düşmanıdır.

Burada kafalarda soru işareti uyandıran bazı noktalar yok mu? Şeytan kendini yaratan mutlak güç sahibi varlığa karşı gelmiştir, üstelik O'na karşı gücünün yetmeyeceğini bile bile. Şeytan gerçekten ya çok aptal olmalı, ya da bu işte başka, bilmediğimiz bir şeyler olmalı.

Tanrı her şeyi yaratan, her şeyi gören, duyan ve bilendir. O'ndan bir şey saklamak, imkansızdır. Kuran'ı Türkçe'sinden okuyan herkes, buna benzer ifadelerin defalarca tekrarlandığını görür. O halde Tanrı Şeytan'a secde etmesini buyurduğunda, Şeytan'ın karşı geleceğini zaten bilmekte olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü Şeytan'ı yaratan, Şeytan'ın hamurunu karan O'dur. Tanrı yarattığı Şeytan'a ne kadar kibir kattığını zaten biliyordu. Normalden on kat fazla tuz kattığınız çorbadan tatlı olmasını nasıl bekleyemezseniz, Şeytan'ın da kendi kibir sınırlarını aşan bir emre uymasını da o kadar bekleyemezsiniz. Tanrı Şeytan'dan kabullenemeyeceği, kaldıramayacağı bir şey isteyerek, kendisine asi gelmesini sağlamıştır denilebilir.

Bu açıdan bakıldığında Şeytan'ın suçu, kendini yaratan Tanrı'ya bile asi gelmesine neden olabilecek kadar kibirli yaratılmış olmaktır. Şeytan'ın suçu, kendi tahammül sınırlarını aşan bir emri kaldıramamaktır. Şeytan'ın suçu, günahı Şeytan olarak yaratılmış olmaktır. Şeytan yaratılışına uymuştur, ve lanetlenmiştir. Hatta Şeytan, lanetlenmek için yaratılmıştır, lanetlenmek onun yazgısıdır.

İşin çok daha garip bir boyutu daha vardır. Şeytan, her nasılsa Tanrı'ya bir teklif götürür, ve insanları kandırabileceğini, yani insanların gerçekten de ondan daha aşağı bir varlık olduğunu ispatlayacağını iddia eder. İnsanları ve Şeytan'ı yaratan Tanrı'nın, kimi kimden üstün yarattığını bilmemesi mümkün müdür? Eğer şeytan kesin olarak aptal değil ise, insanların Şeytan'dan daha üstün olmaması gerekir. Bu durumda Şeytan'a kendisinden daha düşük yaratılmış varlıklara secde etmesi buyurulmuş demektir.

Sonra Şeytan ve Tanrı bir iddiaya girerler. Şeytan insanları yoldan çıkaracağım derken Tanrı, hayır çıkaramayacaksın der. Yeryüzüne binlerce peygamber geldiğini kabul ettiğimize göre, Şeytan başarısız da sayılamaz. İnsanları defalarca yoldan çıkarmıştır ve Tanrı tekrar insanları yola getirmek için peygamber göndermiştir. Ancak Şeytan o kadar başarılıdır ki, inen peygamberlerin bir kısmı, indirildiği toplumca linç edilmiştir. İslama göre Tanrı en son İsa'yı insanların zulmünden kurtarmıştır. Ancak, günümüz dünyasına, çıkan savaşlara, dökülen kanlara, gazetelerin ikinci sayfa haberlerine, dünyada şeriat adı altında gerçekleştirilen ve insanlığa sığmayan işkencelere (Daha geçenlerde bir Afrika ülkesinde tecavüze uğrayıp hamile kalan bir kadın taşlanarak öldürülmüştür, tecavüzcü de beraat etmiştir, ve bu kararı şeriat mahkemesi vermiştir), dökülen kan ve gözyaşına bakarsak, Şeytan yine kazanmaktadır.

Tanrı'nın insanlar yoldan çıktıkça peygamber göndermesi de bir bakıma hiledir. Tanrı ve Şeytan insanlar üzerinden bir kumar oynamıştır, ve Şeytan kazandıkça Tanrı, peygamberler göndererek hile yapmıştır.

Sınav diye gönderildiğimiz bu dünya hayatı, Şeytan ve Tanrı'nın kumar masasından başka bir şey değildir. Bu dünyada çektiğimiz acılar da, bu oyunun gereğidir. Yani aslında bir oyuncaktan başka bir şey değildir insanlar. Ve bu oyunun oyuncakları olan biz insanlar, Şeytan'dan kat be kat fazla Tanrı'dan korkmalıyız. Çünkü Tanrı Şeytan'ın olabileceğinden çok daha zalim ve kötü olabilir. Unutmayın, Şeytan kendiliğinden var olmadı, ve cehennemi Şeytan yaratmadı. Tanrı Şeytan'ı yaratacak ve bir cehennem inşa edecek kadar zalim ve kötüdür. Tanrı aynı zamanda hiç bir başka varlığın olamayacağı kadar iyi ve merhametlidir de. Kimse onun kadar iyi ve merhametli olamaz, ancak kimse onun kadar kötü ve zalim de olamaz. Tanrı tüm sıfatların limitidir. Ondan ötesi yoktur.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Tanrı bir düzen kurmuş, ve bu düzene göre Şeytan'ın asi olması gerekmiştir. Şeytan bir bakıma isyana bizzat Tanrı tarafından azmettirilmiştir. Aslında, her ne kadar başımızın belası olsa da, her ne kadar düşmanımız olsa da, Şeytan yaratılış amacını gerçekleştirmektedir. O aslında masumdur. Canımızı alan Azrail'e ne kadar nefret besleme hakkımız varsa, Şeytan'a da o kadar nefret besleme hakkımız vardır. Çünkü her iki varlık da, bu açıdan bakıldığında, kendi işlerini yapmaktadır. Yapmak için yaratıldıkları işi yapmaktadırlar. Şeytan, yine bu açıdan bakıldığında, acınası bir varlıktır. O yaratılıştan kaybetmiştir.