Çeşitli İnançların Sembolleri |
Tarih insanların kendilerini bulma arayışıdır denilebilir. Tüm bilimler ve felsefi akımlar insanların kendilerini bulma uğraşları sonucu doğmuştur. Hatta dinlerin de temelinde bu ihtiyaç vardır. Din adamları insanların inanmak için bir tanrıya ihtiyaçları olduğunu ve aslında ateistlerin bile bir insanca sahip olduklarını iddia ederler. Aslında Tanrı kavramının varlığı insanların kendi varlıklarına bir anlam vermeleri konusunda yardımcı olur. Kendi varlığına bir anlam arayan insanların büyük bölümü, bu anlamı dinlerde bulur. İnsanların pek azı dinlerin verdiği anlamın ötesini kurcalayabilecek kadar meraklı, inatçı, azimli ve korkusuzdur. Burada özellikle korkusuzdur ifadesinin altını çizmek istiyorum. Burada korkusuz olmak, dini inançlara aykırı düşünceler ve söylemler üreterek toplumun tepkisini çekmekten duyulabilecek korkuya sahip olmama değil, din sayesinde insan varlığının kazandığı anlam da yitirip, varlığının anlamsızlaşması tehlikesinden korkmamaktır.
Tarih boyunca düşünürler kendi varlıklarına bir anlam aradılar. Yaşıyor olmanın, nefes alıyor olmanın bir anlamı olmalıydı. Doğada insan dışında hiçbir varlık kendi varlığının anlamını sorgulamaz. Onlar dünyaya çeşitli görevlerle programlanarak gelmiş organik robotlardır. İnsanlar da diğer canlılar ile ortak çeşitli programlara sahiptir. Bunlara içgüdü ya da dürtü diyebilirsiniz. Ancak insanların programı diğer canlılar gibi değildir. İnsanlar kendi programları üzerinde değişiklik yapabilir, farklı amaçlar edinebilir ve farklı davranabilirler. Bu hem büyük bir ödül, hem de ağır bir yüktür.
Cehalet mutluluktur. Çünkü insanlar öğrendiği her bilgi ile birlikte aslında bilmedikleri pek çok yeni şeyin var olduğunu da öğrenirler. Bu da bir insan ne kadar çok şey biliyorsa, bildiklerinden kat kat daha fazla şeyi bilmediğini de biliyor demektir. Yani insanların tek öğrendiği aslında ne kadar az şey bildiğidir. Ne kadar çok şey bilirseniz, henüz bilmediğiniz ama bilebileceğiniz o kadar çok şeyin var olduğunu öğrenirsiniz ve bu insana ne kadar cahil olduğunu gösterir. Salt bu nedenle az şey bilenler çok şey bildiğini sanırken, çok şey bilenler aslında ne kadar az şey bildiklerini öğrendiklerinden, kendilerini o kadar cahil hisseder.
Cehalet mutluluktür çünkü çok şey bildiğini sanan cahillerde yeni birşeyler öğrenme arzusu o kadar gelişmiş değildir. Onlar pek çok şeyi sorgulamazlar hatta sorgulayanları, bildikleri yanlışları yüzlerine vuranları yalancılıklar suçlarlar. Malesef ki bu tür insanlar tüm dünyada çoğnuluğu oluştururlar. Bulundukları halde mutludurlar ve kimsenin rahatlarını bozmasını istemezler. Ancak çok şey bilenler cahil olduklarının farkında olduklarından o kadar çok merak sahibidirler. Anlamak, kavramak, öğrenmek için sürekli bir çaba içindedirler. Huzursuz ve mutsuzdurlar. Bu çabaları da onları daha çok mutsuzluğa, daha çok huzursuzluğa götürmekten öte geçmez.
İnsan varlığına bir anlam ararken kendini kaybedebilir. Ancak varlığına bir anlam aramayan insan, kendini bulmuş bile değildir. Bir kovandaki herhangi bir işçi arıdan ya da bir yuvadaki karıncadan pek de farkı yoktur. Doğadaki diğer canlılardan daha değerli birşeyler yapmaz. Onlar gibi doğar, büyür, ürer ve ölür. Bu dünyada kalıcı olarak tek yaptığı şey ( onu da yaptıysa ) neslini devam ettirmektir. Bunun dışında yaşamına ve varlığına alam katacak hiçbir değeri yoktur. İstediği kadar zengin ya da fakir olsun, istediği kadar toplum önünde saygınlığı olsun, istediği kadar büyük bir makamı meşgul ediyor olsun varlığının pek bir anlamı yoktur.
Varlığına bir anlam arayan insanlar sayesinde bugüne kadar geldik. Ancak ilk insandan beri kat ettiğimiz yol bir arpa boyu bile değildir. Çünkü öğrendiğimiz her bir yeni şey ile, aslında bilmediğimiz yeni onlarca şeyin daha varlığından haberdar oluyoruz. Yani aslında insan, kendini arayış yolunda ileri doğru değil, geri geri gitmektedir.