Çekip gitmek gerek bazen uzaklara. Ne bağlar insanı bulunduğu yere. Koskoca bir dünya var üzerinde yaşadığımız, ya da yaşadığımızı sandığımız. Oysa kim yaşıyor ki bu koca dünyada. Herkes görünmez duvarlarla örülmüş birer zindanda ölümü bekliyor. Kafesteki kuşlardan farklı değil kimse. İşin garibi rutin bir döngünün esiri olabilmek için canla başla çırpınıp duruyor herkes. Evet, hayat rutin bir döngü oluyor bir süre sonra. İşten eve, evden işe. Hoş, öğrencilikte de durum farklı değil elbet.
Kimse çekip gidemiyor. Kolay değil öyle kopmak, asi gelmek onbinlerce yıldan bu yana yaşatılan sisteme. Çalışmak gerek, para kazanmak gerek, kirayı, faturaları ödemek gerek. Kaç kişi düşünüyor günde bir kez, bir an olsun, yaşamanın da gerekli olduğunu. Kaç kişi sorguluyor yaşamanın gerçekten de faturaları ödeyecek parayı kazanmanın dışında bir eylem olduğunu. Ya da okulda başarılı olmanın, yüksek notlar almanın dışında bir eylem.
Bir an yaşadıysa insan koca ömrünü tamamlayıp son nefesini verdiğinde, ne kadar şanslıdır bilemez. Bir an yaşamak belki yetmiş yıllık zamanda bir an. Bir an kaldırmak kafayı, dik durmak, milyarlarca soruyu, o ana kadar sorulmamış, beklemiş durmuş milyarlarca soruyu yıldırım hızında sormak. Deşmek üzeri tozlanmış meseleleri, tozu dumana katmak, bir an, bitince gündelik hayatın savsatalarına dalıp, aslında yaşam olmayan bir şeyi yaşam diye yaşamak.
Sevgi, en komik ve yüzeysel kavram, derin olması gerekirken. Alışmakla karıştırılır çoğu zaman. Kimi sürekli görse bir süre sonra alışır insan. Sevmeden evlenenler, ya da sevdiğini sanarak evlenenler, eşini sevdiğini sanarak yaşayanlarla dolu bir dünya. Hayır, siz onun varlığına alıştınız desek gülerler, çünkü sevmemişler, gerçek sevgiyi aşkı tatmamışlar ki, ne olduğunu, olduğu sandıkları şeyden nasıl farklı olduğunu nereden bilsinler. Zaten sorun da burada başlamıyor mu? Bir şeyler hissetmek kolaydır, zor olansa sevmek. Nereden bilebilirsiniz hissettiğiniz şeyin gerçek sevgi olup olmadığını, aslında aşık olmadığınızı? İmkansız gibi, ama düşünmez insan, zaten önemli de değildir çoğu zaman. Bir erkeğin bir kadına, bir kadının da bir erkeğe ihtiyacı vardır. Karşı cinslerin birlikteliğini insanlarda hayvanlardan ayıran tek insani unsur, insanların hayvanların ihtiyaç duymadığı, aslında son derecede gereksiz olan, yapmacık olan, olsun diye olan evlilik gibi bir töreni gerçekleştirmeleridir. Yoksa insanları kalıplara sokamazsınız, ergimiş metal gibi bir daha kolay kolay değişmeyeceği bir şekle sokamazsınız. Kültür diyeceksiniz adına, etik diyeceksiniz, ahlak diyeceksiniz, gelenek, görenek, örf, adet her ne boksa artık.
Düzeni korumaktır asıl amaç, düzeni korumak. Ne için olduğu belli olmayan bir düzeni korumak. İnsanlar kendini hayvanlardan üstün göredursun, aslında en vahşi hayvan olma özelliğine sahiptir, her ne kadar kendine yakıştıramaıyorsa bile. Hangi hayvan bu kadar ölüme sebep olmuştur ki, üstelik sadece öldürmek için öldürerek.
Ama insan yaşar bu hayatı. Yaşadığını sanarak. Sokulduğu kalıbı kendi şekli sanarak yaşar. Bir kişilik geçirilir üzerine, bir elbise gibi. Kimse kendine ait değildir, herkes toplumun malıdır. Herkesin görevi yaşadığını sanıp, yaşadığı toplumun düzenini sağlamaya yarayan eylemlerle ömrünü harcamaktır. Bir parmak da bal çalarlar ağzına insanın, yaşadığını sansın diye. Bir parmak bal çalarlar insanın ağzına, göğün maviliğine kansın diye. Bir parmak bal çalarlar insanın ağzına, kalıba mahkum edilen özü uyusun diye.
Sonra insan kendi olmaktan çıkar. Sonra insan artık insan bile değil bir makinedir. sonra insan kördür, sağırdır, dilsizdir. Görmesi istenilenleri görür, duyması istenilenleri duyar, istenilenleri dillendirir, inanması istenilenlere insanır. Kaç kişi çocukken Allah'a annesi ve babası inandığı için inanmadı? Hiç görmediği, bilmediği, ne olduğunu anlamadığı, aslında onu çok da umursamayacak olan, hatta ona bin türlü çile çektirip, adında da kaza ve kader diyen bir varlığa inandı. Sevdi güya onu, sevdi öyle mi...
Yani yaşamak nedir? Yaşamak, yaşarken bilemeyeceğiniz ve yapamayacağınız, nefes alıp vermenin ötesinde, canlılığın ötesinde, hayatı idame ettirmenin ötesinde, zincirlere boyun eğmenin ötesinde bir şeydir. O öyle bir şeydir ki, insanın yüreğine bahar gelir. Cenneti içinizde bulursunuz. İçinizde size ait bir güneş vardır, ve de yıldızlar. İçinizde size ait bir dünya vardır, size ait bir cennet. Ne göğün sahte maviliği, ne tanrının bal, süt ve şarap ırmakları ile donattığı cenneti değildir umurunuzda. Siz kendi içinizdeki cennetinizde yaşarsınız, kendi içinizdeki güneşle aydınlanırsınız. İşte o zaman kendi benliğinizi bulur, ve kendi yüreğinizle konuşur, ve gerçek sevgi ne imiş o zaman anlarsınız. Bu nedenle belki de bu dünya yalandır. Bu dünyada yaşayan herkes ama herkes, kendi dışında biri olup, o kendi dışındaki kişiyi kendi sanmaktadır.
Bir an olsun yaşayın, bir an. Son nefesinizi vermeden bir an.
1 yorum:
hayatınızdaki sınırlardan ve bu sahte hayattan kurtulmak için elinizdeki her şeyden ve hayatınızdaki herkesten vazgeçip yeni bir hayata başlamak ... gerçek bir yaşam için özgür bir hayat için birisi yada bir amaç için değilde sadece yaşamak için yaşamak... bence bunun tek yolu vazgeçmek ve aslında hiçbir şeye ihtiyacımızın olmadığını anlamak sizce de böyle mi ? yoksa daha farklı bir yolu var mı ?
Yorum Gönder