5 Temmuz 2010 Pazartesi

Türk Sorunu

Hep Kürt sorunu denilip duruluyor. Oysa ortada yıllardık kimsenin bilmediği bir Türk sorunu var. Bu sorun temeldir. Tıpkı üzerine katlar inşa edilmiş bir binanın temelinin görünmemesi gibi, görünmez. Ancak tüm sorunlar ondan kaynaklanmakta, ondan beslenmektedir. Yıllardır biz Türklerin kanını emen Kürt sorununun da bir temeli vardır ve bu temel Türk sorunudur.

Türk sorunu oldukça eskidir. Yüzyıllar öncesine dayanır. Hatta Türkistan'daki ilk Türk boylarına kadar dayanır. Ancak ben o kadar eskiye gitmeyeceğim. Daha yakın bir tarihe gidelim, örneğin 16. yy. Yani Osmanlı İmparatorluğu'nun iyice güçlendiği, batı devletlerini titrettiği ve de güçlenmeye devam etmekte olduğu zamanlar. Ancak kokuşmanın ilk öncü sinyalleri de bu yüzyılda görülür. Ancak o zamanın şartlarından kaynaklansa gerek, kimse bu sinyalleri algılamaz. Kötüye gidişin artçı sarsıntılarıdır gelen, ancak hisseden olmaz.

17. YY'a gelindiğinde, artık artçı sarsıntılar yerini depremlere bırakmıştır. Artık acil ve keskin çözümler gerekmektedir. Ancak bu çözümler de üretilemez. Sorunun temeli, Türklerin dünya görüşüdür. Sorunun temeli Türklerin aymazlığıdır. Sorunun temeli, her şeyin baki kalacağına safça inanıştır. Sorunun temeli körlüktür.

Türkler geri kaldı. Sadece ilimde değil üstelik, insanlıkta da geri kaldı. Avrupa devletleri hızla karanlık çağdan çıkmakta iken, Türkler kendi karanlık çağlarını hazırlamaktaydı. Hatta bir anda kendilerini içinde buldular.

Hala aynı aymazlık devam etmektedir. Türklerin çok büyük pek çok hatası vardır. Bunların en başında da, kendilerini diğer milletlerden üstün görmeleridir. Zaten bu nedenle gelişmeye gerek görmemişlerdir. Kendilerini yenilememişler, bir tembellik hastalığına yakalanmışlardır.

Her Türk milliyetçisi tarihimizde kurduğumuz devlet sayısı ile övünür. Güya çok iyi organize olan, hemen bir devlet kuran, başka milletlerin boyunduruğu altına yaşayamayan bir milletmişiz. Ancak hiç kimse onca kurulan devletin, yine Türklerin aymazlığı yüzünden yıkıldığını, devlet kurmaktan ziyade, devleti yaşatmanın da bir erdem ve fazilet olduğuna değinmez. Bu konu atlanır. Ne oldu o kurulan devletler? Neden yıkıldılar? Üstelik o devletlerin pek çoğu oldukça güçlenmişlerdi.

Bugüne gelelim biraz, en azından yaklaşalım. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, doğuda bir Kürt meselesi çıktı. Burada etnik yapıdan çok sosyal yapının etkin olduğu kanısındayım. Şarkın derebeyleri, yani ağalar, aşiret reisleri, kendi çıkarları uğruna Kürtleri kullanmıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin de pek çok hatası olmuştur. Kürtlere yapılan yok sayma, asimile etme politikaları başarıya ulaşamamış, aksine Türklere karşı kini, öfkeyi tetiklemiştir.

Doğuda çıkan olaylar bastırılırken ölçüsüz kuvvet kullanılmıştır. Kaldı ki darbe dönemlerinden, Türk Ordusunun Türklere bile son derecede acımasızca, orantısız şiddet kullandığını gördük, yaşadık. Türk ordusunu her bakımdan eleştirmeye hakkımız vardır, ancak, şiddet uygulama konusundaki tarafsızlığını eleştiremezsiniz. Önüne gelenin etnik, dini, siyasi vb kimliği ile ilgilenmeden öldürebilen, işkence edebilen bir ordudur kendisi. Yani pek çok Türk'ün da canını yakmış, hatta almıştır.

Türk ordusu, doğudaki olaylarda ölçüsüz şiddet uygulayınca, ve de devlet yöneticileri yaraları sarmakta yetersiz kalınca, doğudaki Kürtler kendilerini terkedilmiş hissetmişlerdir. Devlete bağlılık hisleri bizzat devlete bağlı olmadıklarını düşüneneler tarafından zayıflatılmıştır. Kürtler sokakta kendi dillerini konuşamaz, kendi şarkılarını söyleyemez olmuşlardır. Bu adeta bir soykırımdır. İnsanlara topluca etnik kimliğini unutturma baskısı, kültürel bir soykırımdır ve temelde de Kürt meselesinin özünü teşkil eder. Türklerin de ne kadar vurdumduymaz olduğunun göstergesidir.

Türk televizyonlarında, çok yakın bir tarihte savaştıkları, düşman oldukları İngilizlerin, Fransızların, Almanların filmleri, müzikleri yayınlanmış, okullarda bu diller ders olarak okutulmuş, hatta eğitim tamamen bu dillerde verilmiştir. Ancak, bu ülkenin bir kısım insanları, kendi anadillerini televizyonda, radyoda duyamamış, kendi anadillerinde yazılmış bir gazete, dergi ya da kitap okuyamamıştır. Bir etnik kimliğin reddi, bir etnik kimliğin ezilişi ve buna karşı haklı bir tepki doğmuştur.

Kürtlerin bu duruma tepki göstermeleri son derecede haklı nedenlere dayanmaktadır. Bununla birlikte, silaha sarılıp dağlara çıkmak, eşkiyalık yapmak, adam ödürmek, elini kana bulamak, yeterince kanla sulanmış bu toprakları daha da kana bulamak asla va asla kabul edilemez. Hele AB'nin eşiğindeki bir Türkiye'de. Hele yavaş yavaş demokratik hakların tanınmaya başladığı bir Türkiye'de. Hele cuntacıların hazırladığı bir baskıcı anayasanın etkilerinin silinmesine umut doğduğu bu günlerde kesinlikle yapılan eylemleri haklı görebilme imkanı yoktur. Türk milleti belki de tarihinde ilk defa, en azından cumhuriyet tarihinde ilk defa, doğru bir noktaya gelmektedir. Terör örgütünün eylemleri ise, aradaki sorunların çözümünü zorlaştırmaktan, bu iyiye gidişi baltalamaktan öteye gitmemektedir.

Üzülerek görmekteyiz ki, Kürtlerin sorunlarını TBMM gündemine taşımakla kendilerini doğal olarak yükümlü kabul eden Kürt milletvekillerinin, kapatılan DTP ve şimdiki BDP'nin vekilleri ve yöneticileri de, diyalog köprülerini atmakta, anlaşmamakta uyuşmamakta ısrarcı olmaktadırlar. Hem halkların kardeşliğinden bahsedip, hem de bu halklar arasına nifak sokanlar, aradaki bu kandan şikayetçi olup daha da çok akmasına neden olacak işler yapanları tarih asla ama asla affetmeyecektir.

Türkler, biraz da AB'nin sopası ile, hatalarından istemeyerek de olsa dönmekte iken, Kürtler bir zamanlar Türklerin içine düştüğü hataya göz göre göre düşmektedirler.

Türkler pek çok hata yapmıştırlar, Kürtler de pek çok hata yapmıştırlar. Bununla birlikte, her iki halk da aptal değildir. Bu nedenler hiç kimse, bu iki halkı aldatmaya yönelik girişimlerde bulunmamalıdır. BDP'li vekillerin söylemleri, güttükleri çözümsüzlük politikası, haklarını savundukları Kürt yurttaşlarımızın sorunlarının çözülmesini geciktirmekte, ve belki de engellemektedir.

Hiç yorum yok: