Dünya nüfusu 7 milyarı aştı ve 8 milyara doğru gidiyor. 2050 yılında 9.7 milyara ulaşması beklenen dünya nüfusunun içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda 11 milyara ulaşması bekleniyor. Tabi ki bu beklentinin içinde olası salgın hastalıklar ve savaşlar ne kadar hesaba katıldı bilemiyoruz. Ayrıca dünyadaki pek çok ülkede nüfus artışı durmuş ve hatta bazı ülkelerde nüfus azalmaya başlamış durumda. Buna en dramatik örnek olarak Japonya verilebilir.
Nüfus artışı ülkeler için önemli. Nüfus ülkelerin gücünün ölçümünde dahi kullanılıyor. Demografik güç doğrudan nüfusa bağlı bir unsur olarak ülkelerin gücünün kıyaslanmasında kullanılıyor. Sonuçta nüfusu kalabalık bir ülke çok sayıda savaşabilecek askere de sahip oluyor. Ancak bu yazıda askeri konulara değinmeyeceğim.
Ekonomi açısından da nüfus önemlidir. İstisnasız her insan ya hem üretici hem tüketici ya da sadece tüketici olarak ekonomik sistemde yerini alır. Sadece tüketiciler grubuna herhangi bir alanda üretim yapamayacak kadar sağlık sorunları olan hastaları, küçük çocukları ve emekli maaşı ile geçinen yaşlıları koyabiliriz. Geri kalan nüfus mutlaka bir şeyler üretiyor ve tüketiyordur. Burada üretim tarladaki bir üründen fabrikadan çıkan bir mala veya kuaförün kestiği saça kadar her türlü mal ve hizmeti kapsarken, tüketim ise bu mal ve hizmetlerin bedel karşılığı kullanılmasıdır.
Ekonomilerde üretim tüketim tarafından tetiklenir. Ne kadar çok tüketim olursa, yani talep fazla ise üretim yapanlar o kadar çok üretmek isteyecektir. Nüfusun çokluğu da mal ve hizmetlere olan talebin artması demektir. Yani müşteri sayısı artıyor, pazar büyüyordur. Basit bir örnekle nüfusu 100 bin olan bir ülkede pantolon üreten bir işletme yılda 10 bin pantolon satabiliyorsa aynı işletme nüfus 1 milyon olması halinde 100 bin pantolon satabilecek denilebilir. Elbette buradaki düz mantık genellikle gerçek hayatta bire bir örtüşmese de ekonominin mantığını kavramak için kullanılır ve iktisatta ceteris paribus (diğer değişkenler sabitken) olarak bilinir.
Daha fazla insan daha fazla müşteri, daha büyük pazar ve daha çok gelir anlamına geldiğinden büyük işletmeler için nüfus artışı kar potansiyellerinin de artışı anlamına gelir. Elbette ki piyasadaki işletme sayısı da artacağından rekabet ortamı zorlaşacaktır ancak pasta büyümektedir ve pastadan alınan pay oran olarak sabit kalsa bile pasta büyüdükçe reel anlamda büyüme yaşanacaktır. Bu nedenle iş dünyası nüfusun büyümesini ister.
Sosyal güvenlik sistemleri nüfus artış hızı düşük ülkelerde zarar eder. Bunun nedeni de emekli maaşı ödenmesi gereken kişi sayısının çalışıp prim ödeyen kişi sayısından çok çok fazla hale gelmesidir. Nüfus artarsa iş hayatına atılıp çalışacak ve prim ödeyecek kişi sayısı da artacağından sosyal güvenlik sistemlerinin açığı azalır. Hatta tamamen kapanması dahi olasıdır. Nüfusu azalan ülkelerde sosyal güvenlik sisteminin açığı kamu maliyesinin üzerine çok büyük bir yük olarak biner. Çaresi ise nüfus artışıdır. Almanya gibi ülkelerin dışarıdan işçi almasının nedenlerinden biri de bu açığı kapatmaktır.
Nüfus azalan ülkelerde işletmeler personel bulmakta da zorlanacaktır. Emekli olan ya da bir nedenle işten çıkan bir kişinin yerine yeni personel bulmak nüfus azlığı nedeniyle zorlaşacaktır. Çünkü emek piyasası küçülecek, emek arzı daralacaktır. Bunun çaresi Almanya başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi işsizliğin çok olduğu ülkelerden emek ithal ederek çözülebilir. Ancak bu da sosyal sorunlara yol açmaktadır. Hatta ülkelerin demografik yapısına zarar vermektedir. Almanya'da almandan çok göçmen olduğu bir gelecek olasıdır. Peki göçmenler kendi kültürel özelliklerini terk edip almanlaşacak mıdır yoksa nüfusu azalan almanlar kendi öz yurtlarında bir azınlık haline gelecek ve ülkelerinin kültürel ve sosyolojik dokusu göçmenler tarafından belirlenir bir hale mi gelecektir? Bu gelişmiş ve nüfusu artmayan hatta azalan ülkelerin önündeki en çetin sorulardan biridir.
Dünya nüfusunun artışı ülkeler tarafından askeri amaçlarla istenir, iş dünyası tarafından istenir, sosyal güvenlik kurumları tarafından istenir peki dünyamızın bir limiti yok mudur?
Asıl problem burada başlıyor. Dünya'da çok geniş alanlara yayılan devasa şehirlerde iç içe yaşayan insanlar trafik, stres, strese bağlı psikolojik bozukluklar gibi pek çok problemle başa çıkmak zorunda kalmaktadır. Aynı zamanda artan nüfusun beslenmesi gereklidir. Ancak şehirleşmeye açılan tarım alanları, sanayi atıkları ile kirletilen toprak ve sular, yok olan canlı türleri, kesilen yağmur ormanları dünyanın dengesinin iyice bozulmasına yol açmakta, bir yandan da insan sağlığını ve yaşamını tehdit eder hale gelmektedir.
Dünya'daki tarım alanları dünya nüfusunu doyurmak için yetersiz hale geldiğinde çözüm olarak fabrikalarda üretilen sentetik gıdalar tüketilmek zorunda kalınabilir. Matrix filminde örneğini gördüğümüz gibi, vücut için gerekli gıdaları içeren tamamen sentetik gıdalar tüketiyor olabiliriz. Hoş bir düşünce değil ancak şu anda bile tükettiğimiz gıdaların büyük bir bölümü hormonlu, GDO'lu... Bu şekilde üretilen tarım ürünlerinin insan sağlığına zararının olmadığını kabul etsek bile, dilimiz, damağımız bize bunların lezzet yoksunu olduğunu açıkça söylüyor. Sadece bitkisel ürünler de değil, meralarda otlayarak beslenen bir hayvanın etinin lezzetini mandırada neredeyse hiç gün ışığı görmeden hazır yemlerle beslenmiş bir hayvanın etinde bulamazsınız.
Damak tadı sonradan geliştiğinden gelecek nesiller doğal meyve ve sebzelerin ve doğal ortamda yetişmiş hayvanların etinin, sütünün, yumurtasının tadını bilmeyecek ve hormonlu, GDO'lu üretilmiş gıdalara alışacaktır. Onlar için bu konuda üzülsek de asıl sorun gıdanın yeterli olup olmayacağıdır. Tarım alanları yetersiz kalmaya başladığında ve fabrikasyon gıdalar piyasaya sürüldüğünde gıda fiyatları da ciddi oranda artacaktır. Özellikle de fakirler üzerinde ciddi yıkıcı etki gösterebilecek olan böyle bir senaryoda çok ciddi toplumsal krizler yaşanabilir. Çünkü insan beyninin bir kısmı hayatta kalma ve üreme gibi karşı konulması güç ve ilkel dürtülerin üretildiği ancak sosyal öğrenmeyle baskılanmış haldedir. Açlık ise hayatta kalma güdüsünü tetikleyerek insanları saldırgan canlılara dönüştürebilir.
Ayrıca dar alanlara sıkışan, gün ışığı görmeden çok uzun süreler kapalı alanlarda çalışılan hayatlar insan psikolojisini bozarak depresyona yol açmaktadır. Haliyle daha kalabalık bir dünya daha sorunlu toplumlar demek olacaktır. O halde nüfus artışına insanlar bir çözüm bulmak durumundadır. Ancak nüfusun artmamasının ve hatta azalmasının yaratacağı sorunlara da bir çözüm bulmak gerekecektir. Gelişen teknoloji ile pek çok işin robotlara devredilmesi böyle bir dünyayı mümkün kılabilir. Pek çok can sıkıcı işi robotlar yapabilir. Ancak bu durumda robotlar tarafında işleri elinden alınan insanlar hayatlarını nasıl idame ettirecekler. Yıllarca bir işi yapmış, o alanda uzmanlaşmış bir kişinin bir anda işini kaybettiğini düşünün. Böyle birinin daha önce hiç çalışmadığı bir alanda iş bulabilmesi ne kadar mümkün olacaktır? Küçük bir azınlık dışında geneli büyük bir travma yaşayacaktır.
İnsanlığın önünde çok büyük sorunlar var ve bu sorunların en büyüklerinden biri de nüfus artışı. Dünyamızın kaldırabileceği bir limit var. Ve belki de biz o limiti çoktan aştık ya da aşmak üzereyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder