Avrupa ekonomisi 2008 krizinden sonraki dönemde bir türlü toparlanmayı başaramadı ve yakın bir gelecekte de krizden çıkış yönünde pek umut vaat etmiyor. Son 4 yıl boyunca tökezleyerek ilerleyen Avrupa ekonomisinin bu durumu, küresel çapta tüm dünyayı etkiliyor. Her ne kadar AB üyesi olmasa da Gümrük Birliği içinde yer alan ülkemiz de AB ükelerinin toparlanamamasının olumsuz etkilerini yaşıyor ve daha yaşayacak. Peki acaba bu durumun nedeni nedir? Hiç merak ettiniz mi? Bir kriz neden bu kadar uzun sürer?
Konuya ilk başta modern iktisadın kurucusu diyebileceğimiz Adam Smith'in ekonomi teorisinin çöktüğü BÜYÜK BUHRAN ve sonrasındaki büyük ekonomik krizleri inceleyerek başlamak akıllıca olabilirdi. Ancak her olayda olduğu gibi, bu krizde de kendine has pek çok özellik bulunuyor ve bu nedenle tam anlamıyla bir benzerlik kurmak mümkün olmayacaktır. Dünya değişti, dengeler değişti ve değişiyor.
İkinci olarak bu krizin neden böyle uzun sürdüğünü anlamak için başta AB ülkelerinin ekonomik verilerinin incelenmesi gerektiği de düşünülebilir. İşin açıkçası gereklidir de bu, sonuçta rakamlar yanlış yorumlanabilir ama yalan söylemezler.
Ben olaya biraz daha farklı bir pencereden bakmaya çalışacağım. Çok genel ve neredeyse düz bir mantık üzerinden gideceğim. Hiç öyle rakamlarla, istatistiki verilerle yazımı doldurmayacağım. Bunun için bilinen en basit gerçeklerden yola çıkacağım ve sorunların temelini görmeye çalışacağım. Kanserli bir akciğerdeki kanserli hücrelerindeki bozuklukları, bunların nedenlerini karmaşık olarak açıklamak olmayacak ama "bu kadar sigara içersen kanser olursun işte böyle" demeye çalışacağım.
AB ülkelerinde nüfusun yaşlandığını bilmeyen yok. Lüksüne ve rahatına düşkün Avrupalılar çocuk yapmak konusunda isteksiz davranmaya başlayınca batılı toplumlar yaşlandı. Sonuçta bazı ülkelerde öyle bir noktaya gelindi ki, dışarıdan göçmenler gelmese, ülkede mal ve hizmet üreten kuruluşlarda çalışarak üretim yapacak, aynı zamanda kazandığı para ile tüketimi artırarak ekonomiyi dinç ve dinamik tutacak, yine aynı zamanda ödediği sigorta primi ile sosyal güvenlik sistemini ayakta tutacak bir işgücünden yoksun duruma düştüler. Ayrıca AB ülkelerindeki yaşlanan nüfusun tüketimi de azaldı. İnsanlar yaşlandıkça pek çok konuda eskisi kadar tüketim yapmamaya başlıyorlar. En çok talep ettikleri şey sağlık hizmeti oluyor ki bu da sosyal güvenlik sistemlerinde derin açıklara yol açan bir durum.
AB ülkelerinde görülen bir diğer ortak özellik de üstün standartlar. AB standartları kağıt üstünde günümüz insanlığının eriştiği en ileri uygarlık düzeyini ifade eder. Ancak bu kadar yüksek standartların da kendine has maliyetleri vardır. Bu maliyetler AB ülkelerinde mal ve hizmet üretimini sürekli olarak daha zor, daha pahalı hale getirirken, pek çok sanayi kuruluşu standartların çok daha düşük olduğu gelişmemiş ülkelere üretim faliyetlerini kaydırmaya başladı. Bugün özellikle içinde Made in China ya da Made in P.R.C. ifadesi olmayan hemen hiçbir ürün yoktur. Pahalı emek, yüksek maliyetli standartlar ve beklentiler nedeniyle Avrupadan kaçan sanayi, bu ülkeleri mal üreten ülkeler olmaktan iyice çıkarıp, hizmet üreten ülkeler haline getirdi. Ancak insanların geliri azalırsa hizmet talep edemezler.
Avrupa ülkelerinde yüksek maliyetli yüksek yaşam standartları ekonomik kriz ile birlikte sürdürülebilirliğini kaybetmiş durumda. Bu nedenle pek çok ülkede maaşlardan kesintiler ve ek vergiler gibi önlemler alınıyor. Bu tür gelişmeler ise yüksek yaşam standartlarına alışmış bu ülkelerde insanların sert bir şekilde tepki göstermesine yol açıyor. Bu nedenle geçmişte pek çok liderin başının yandığını gördük ve daha görmee de devam edeceğiz.
Petrol, doğalgaz vb enerji kaynaklarından mahrum ve bu konuda neredeyse tamamen dışa bağımlı olan AB ülkeleri, yükselen enerji maliyetleri ile de başa çıkmak durumunda. Avrupada devletler gelirlerini artıramazken giderlerini azaltmakta büyük bir direniş ile karşı kaşıyalar. Dünyada artan politik riskler ise eneji maliyetleri başta olmak üzere pek çok önemli kalemin çok daha zorlayıcı seviyelere yükselmesine yol açıyor.
Tüm bunlar gerçekleşirken AB toplumları azalan gelirler, artan riskler ve belirsizlikler yüzünden acil olmayan pek çok giderini sürekli olarak erteliyor. Yani bir başka değişle insanlar çok gerekli olmayan harcamaları kesiyorlar. Bu tüketimi azaltırken, zaten zorlanan üretimin de düşmesine ve istihdamın azalmasına yol açıyor. Bir sarmal şeklinde kötüye gidiş devam ediyor.
Elinde bol miktarda sermaye bulunan küresel güçler ise, artan belirsizlikler yüzünden paralarını daha güvenli gördükleri gelişmekte olan ülkelere aktarıyorlar ya da güvenli liman olarak gördükleri altına yöneliyorlar. Sonuçta Batı toplumları yeterine sorunları yokmuş gibi bir de nakit sıkıntısı içine düşüyor.
Tüketmeyen ya da tüketemeyen AB ülkeleri, bu ülkelere büyük oranda ihracat yapan ülkemizin sanayisini de olumsuz etkiliyor. AB ülkelerine yapılan ihracatın ülkemizin toplam ihracatı içindeki payı her geçen yıl biraz daha eriyor.
Sonuç olarak denilebilir ki, AB ülkelerinde insanlar önlerini sağlam görüp tüketimlerini artırmadıkça ve bu artan tüketime bağlı olarak bu ülkelerde mal ve hizmet üretimi, dolayısıyla istihdam artmadıkça, bu kriz her geçen gün biraz daha kronik bir hale geliyor.
Gelişen BRIC ülkeleri ve Türkiye gibi belli başlı görece güvenli limanlar ise bu olumsuz havadan çok sert etkilenmiş gibi görünmüyor. Bununla birlikte gidişat böyle devam ederse, gelişmekte olan ülkeler pek çok açıdan yaşlı Avrupayı yakalayacak ve geçecektir.
Benzer sorunları ABD'de de görmek mümkün. Ancak ABD görece AB ülkelerinden iyi durumda.
Üretim olmaz ise tüketim olmaz, Tüketim artmaz ise üretim artmaz. Üretim artmaz ise İstihdam artmaz... İstihdam artmaz ise refah düzeyi artmaz.
Bu böyle nereye kadar gidecek ve bizler daha ne kadar kurtarma operasyonları, kredileri, fonları, görüşmeleri, kavgaları göreceğiz bilinmez. Ancak AB ülkelerinin işi zor. İşte bundan kimsenin kuşkusu yoktur.