Bu yazıya başlamadan önce, çok iyi bir müslüman olmasam bile, inancımın oldukça sağlam olduğunu belitmem gerek. Çünkü Allah'ın var olduğuna sadece bir kitapta öyle dediği için değil, aklım ve mantığım kesinlikle var olmalı dediği için de inanıyorum.
İnsan, bildiğimiz canlıların en zayıflarından biridir, belki de en zayıf olanıdır. Eğer yaratıcı insana akıl vermemiş olsaydı, yeryüzüne gelen ilk insanlar kesinlikle çok fazla varlık gösteremezler ve yok olurlardı. Bunun nedeni insan bedeninin zayıflığıdır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu vahşi hayvanlardan korkar. Çükü yılanların bir kısmı oldukça zehirli dişlere sahip, ayıların çok güçlü dişleri ve pençeleri var, kurtlar ekip halinde çalışan ölüm makineleri, aslanlar öyle, kaplanlar, sırtlanlar... Dünyanın pek çok yerinde insanlar nehirlere girmeye korkuyor, çünkü hiçbir insan suda Timsaha karşı silahsız galip gelemez. Denizlerde köpek balıkları, tam anlamıyla muhteşem yırtıcılardır. İnsan gece göremez, yarasalar gözleri olmadan görür, insanlar çok iyi koku alamaz, bazı hayvanlar onlarca km uzaktaki yemeğin kokusunu alır. İnsanlar iyi duyamaz, küçücük bir örümcek bile insanı öldürebilecek zehire sahip olabilir. Allah yarattığı her varlığa bir ya da birçok silah vermiş. İnsanın ise tek silahı aklı. Pençelerimiz, dişlerimiz, boynuzlarımız zehirimiz yok, aşırı hassas duyu organlarımızı yok, hızlı da değiliz. Doğada tam anlamıyla kör ve savunmasızız.
Ancak akıl tüm diğer canlıların silahlarından çok daha üstün geldi ve insanlar yaşadı. Çünkü insan, çevresindeki hemen her şeyi kendi için faydalı hale dönüştürmeyi başardı. Diğer canlılar çevresine uyum sağlayabildiği ölçüde hayatta kalır. Oysa insan, çevresini kendine uydurabildiği ölçüde hayatta kalabilir.
Ancak akıl düşünmeyi gerektirdi kaçınılmaz olarak. İnsan tüm bu olup bitene bir anlam vermeye çalıştı. Neden varım? Neden yaşıyorum? Neden ölüyorum? Bir sürü soru doğurdu zihinler ve cevap verecek biri yoktu bu sorulara. Yine insan aklı ile cevap bulmaya çalıştı ve felsefe doğdu.
İnsanlar tüm bu sorulara cevap araken, Tanrı dediğimiz varlık(ları) hayal etti. Öyle bir şey(ler) olmalıydı ki, tüm bu evreni bir şekilde düzende tutsun. Yani Tanrıyı var eden insandır, insan aklıdır. Yok olduğundan değil, ancak akıl olmasaydı, tanrı insan için var olmayacaktı. En azından insan, Tanrının varlığı ya da yokluğu ile hiç ilgilenmeyecekti.
Ancak sorular derin ve insanlar zayıf. İnsan var olduğunun farkında ve ölünce ne olduğunu bilmiyor. Bu nedenle Tanrı insanları düzene sokmalıydı, biraz olsun bu kafa karışıklığını gidermeliydi. Bu nedenle elçiler gönderdi, kitaplar indi. İnsanlar, gerçekte var olan Tanrının gönderdiğine inansın inanmasın, mutlaka var oluşla alakalı bu sorulara kendine bir cevap aramaktaydı, ve bu cevabı ona veren bir şeye inanıyordu, doğru ya da yanlış.
Günümüzde gelişen bilim bize gösterdi ki evren sonsuz değil. Ancak insan boyutları ile kıyaslanamayacak kadar küçük. Hacmen neredeyse insan, evrende sıfır yer kaplar. Oysa Tanrı, Alemlerin Tanrısıdır. İnsanın her sıkıştığında el açıp yardım dileyeceği bir tanrı, bu kadar küçük varlıklara ne kadar kulak asacaktır. Pek de asmadığı ortadadır.
İslam dininin ilk yıllarında, ilk müslümaların bir kısmı işkenceye maruz kaldı, hatta işkence ile acılar içinde ödürüldüler. Dünya pek çok haksız cinayet gördü Habil-Kabil olayı ile başlayan bir kan dökme yarışına sahne oldu. Yüzlerce savaş, soykırımlar vs. Peki Tanrı neredeydi? Yanlış yoldan döndüğü için, Hz. Muhammed (SAV) 'e uyduğu için, ilk müslümanlar can verirken Allah neredeydi? Cennet, öyle acılar içinde ölmeye değecek kadar mı güzeldi, ya da pahalıydı. Eğer o kadar pahalı ise, kimse cennet için heves etmemeli. Kendine ilk itaat eden insanların acılarına seyirci kalan Tanrıdan ne bekleyebilir ki insan. Allah'tan umut kesilmez derler. Tam anlamıyla kurulu bir düzendir bu. Nasıl ki yüksek bir yerin kenarında insan düşmekten korkar, adrenalin seviyesi kanında zirve yaparsa, umut konusunda da insan böyledir. Umut olmadan yaşayamaz. Sürekli kendini gözleyen, sesini duyan, önemseyen bir Tanrıya ihtiyaç duyar. Oysa Tanrı, gerçekte var olan Tanrı, Allah deyin adına, God deyin, ne derseniz deyin, öyle bir Tanrı olmaktan çok uzak olduğunu defalarca göstermiştir.
Din kuralları toplumları bir arada tutan kurallar haline geldi zamanla. O kadar ki, dine aykırı gelenler cezalandırıldı. Hatta öldürüldü. Ama toplumun, ya da toplumdaki birilerinin kendini Tanrının yerine koyup, birilerini yargılamaya ne kadar hakkı vardır?
İnsanlar hep bir umut taşır. Bu umudun kaynağına zarar verecek ( dinsel inanışlar ) hemen her şeye şiddetle karşı çıkabilir. Oysa insan neden var olduğunu bilmeyecektir hiçbir zaman. Aslında, müslümanlar buna bir cevap verebilir inandıkları kitap ile. O kitapta Tanrı insanları ve cinleri ancak kendisine ibadet etmeleri için yarattığını buyuruyor. Ego sahibi insanlar için ne kadar da açıklayıcı ve tatmin edici bir açıklama değil mi?
İnsanı hayatta tutan akıl, aynı zamanda insanın huzurunu bozan tek şeydir. Aksi halde felsefe dahil hiçbir şey icat olunmazdı. İnsanlar ise tam anlamıyla boş, sadece genetik kodları neye programlandı ise ona göre yaşarlardı.