30 Ocak 2012 Pazartesi

Yenilenebilir Enerji Antibiyotik mi Vitamin Mi?

Yenilenebilir Enerji Kaynakları
Başlık biraz tuhaf gelebilir. Ancak özellikle yakın gelecekte artan enerji ihtiyacının azalan enerji kaynakları ile nasıl karşılanacağı insanlığın karşısında çok önemli bir sorun, adeta bir hastalık ve bu hastalığa yenilenebilir enerji kaynakları bir antibiyotik gibi iyileştirici bir etkide mi bulunur yoksa sadece direnci artırıcı ve tedaviyi destekleyici vitamin takviyesi rolü mü üstlenebilir? Hep beraber gerçeklere bakalım.

Öncelikle yenilenebilir enerjiden kasıt, kendiliğinden doğanın güçleri ile, emek ve enerji harcanmadan yerine gelen enerji kaynakları kullanarak elde edilen enerjidir. Rüzgar kendiliğinden doğada var olan bir enerji kaynağıdır, dalgalar, güneş, biyolojik atıklar vb kaynaklar doğal bir döngü içerisinde yinelenen ve enerji elde edilebilen kaynaklardır. Barajlardan elektrik elde edilmesi de yeşil enerji kapsamına girer. Çünkü barajı yaptıktan sonra elektrik üretmek için tek yapmanız gereken dolmasını beklemektir. Doğa barajı doldurur ve siz de elektrik elde edersiniz. Doğa rüzgar oluşturur ve siz elektrik elde edersiniz. Dünya döner ve siz gündüzleri güneş panellerinizle elektrik üretirsiniz. Bitkiler ölür, yenileri büyürken ölür, doğalgaz açığa çıkarır ve siz o gazı kullanarak enerji elde edersiniz. Hatta onları doğrudan yakar ve enerji elde edersiniz. Ancak petrol bittiğinde - ki bir süre sonra bitecek- doğalgaz yatakları bittiğinde, kömür yatakları bittiğinde doğa onların yerine yenilerini koymayacak. En azından insan yaşamı için mantıklı bir süreçte bunu yapmayacak.

Kömür, petrol ve doğalgaz günümüzde insanlığın enerji ihtiyacının çok büyük bir kısmını sağlamaktadır. Gün geçtikçe tükenen bu enerji kaynaklarına bu kadar çok bağlı oluşumuz ise ciddi anlamda düşündürücüdür. Bilim adamları bu nedenle uzun süredir tehlikenin farkında olarak yeni enerji kaynakları aramaktalar.

Rüzgar Enerjisi


Türkiye de enerji açısından farklı bir konumda değil. Türkiye'de tüketilen elektriğin sadece yüzde 22-24 kadarlık bir kısmı barajlardan elde ediliyor. Doğalgaz çevrim santrallerinden %46 kadarı ve geri kalanının da tamamına yakını termik santrallerden karşılanıyor. Termik santrallerde kullanılan kömür ile doğalgazın ise tamamına yakını ithal edilmektedir.

Su Potansiyeli
Nükleer santraller alternatif bir elektrik enerji kaynağı olarak görünüyor. Türkiye de nükleer trenine binmek üzere. Nükleer enerji riskleri olan bir enerji kaynağı olmakla birlikte, tedbirler alındığında termik ve doğalgaz çevrim santrallerinden çok daha sağlıklıdır. Nükleer santraller havaya sera etkisi yapan karbon salınımı yapmazken özellikle termik santrallerin çevresinde yaşayanlar hava kirliliği nedeniyle ciddi sağlık problemleri ile karşılaşmaktadırlar. Ancak olası bir doğal afet ya da kazada nükleer santrallerden radyasyon sızıntısı olması bir termik santallin ömrü boyunca vereceği hasardan çok daha büyük zararı çok daha kısa sürede verebilir. 

Peki yaşil enerji kaynakları ya da yenilenebilir enerji kaynakları nelerdir ve bu soruna bir çözüm olabilirler mi?


YEŞİL ENERJİ KAYNAKLARI: 

Önce yeşil enerji kaynaklarına bir bakalım.
  1. Güneş Enerjisi
  2. Rüzgar Enerjisi
  3. Su potansiyeli ( Barajlar )
  4. Dalgalar
  5. Biyokütle
  6. Jeotermal Enerji
Güneş enerjisi iki şekilde elektrik üretmekte kullanılırlar. İlk ve en eski yöntem aynalar ile güneş ışığını bir noktada toplamak ve bu noktaya büyük bir kazan yerleştirmek suretiyle kazandaki suyun kaynamasını ve buradan elde edilen kızgın buhar ile de türbinleri çevirerek elektrik üretilmesi yöntemidir. Küçük bir büyüteçle bile güneş ışığını bir noktaya odaklamak ve orada özellikle siyah renkli bir cismi yakmak ya da ateş tutuşturmak mümkündür.

İkinci yöntem ise gelişmiş teknoloji ile üretilen güneş panelleri ile güneş enerjisinden düşük akımda da olsa enerji üretmektedir. Bu paneller halen daha gelişme aşamasında olup pahalıdırlar. Güneş arabalarında bu panellerden kullanılmaktadır.

Rüzgar enerjisi yel değirmenlerinden ve yelkenli gemilerden beri insanlar tarafından kullanılıyordu zaten. Burada rüzgar bir türbinin çarklarını döndürür, adeta bir rüzgargülü ya da yel değirmeni gibi. Tabi değirmen taşının yerine bir jenaratör bağlıdır ve rüzgar estikçe elektrik üretebilirsiniz.  Batı ülkelerinde çok sayıda rüzgar türbininden oluşan ve rüzgar tarlası olarak anılan yerler vardır. Yıllık ortalama rüzgar hızı belli bir değerin üzerinde olan yerlerde kurulması ekonomiktir. Bu hız 4,6-6 m/s arasında bir değerdi ancak şu anda tam hatırlamıyorum. Yani rüzgar almayan yerlerde bu enerji kaynağından faydalanılamıyor.

Güneş Enerjisi
Su potansiyeli barajlarda ve şelalelerde bulunur. Yüksekten düşen suyun momentumu ile türbinler döner ve elektrik üretilir. Ancak dünyadaki baraj kurulabilecek akarsulardan bu anlamda neredeyse tamamen faydalanılmaktadır. Yeni barajlar kurmak için doğa insanlara çok da fazla yer sağlamamaktadır. Ayrıca baraj altında kalan topraklardan, köylerden, tarlalardan vazgeçmek zorunda kalınmaktadır.

Dalgalardan eneji üretmek de mümkün. Dalgalar rüzgara göre yavaş olabilir ancak çok güçlüdürler. Dalgalar ile çok büyük türbinler döndürülebilir. Denize kıyısı olan ve denizleri dalgalı olan ülkelerde rahatlıkla kullanılabilir. 

Biyokütle genel anlamda biyolojik çöplerdir. Bu çöpler doğrudan yakılabileceği gibi çürürken ürettikleri doğalgaz  boru sistemleri ile toplanarak da enerji üretmekte kullanılabiliyor.

Biyokütle


Jeotermal enerji belli bölgelerde sınırlı miktarda bulunur ve sadece lokal olarak kullanılabilir. 

Tüm bu enerji kaynakları malesef tükenmekte olan enerji kaynaklarımıza alternatif olacak yeterlilikte değildirler. Öncelikle elektrik enejisi depolanabilen bir enerji değildir. Pillerde ve akülerde çok çok düşük miktarlarda depolanabilmektedir ve bu da yeterli değildir. Elektrik enerjisi üretildiği anda tüketilirse ancak ekonomik olmaktadır ve insanlar her gün elektrik enerjisine kesintisiz ihtiyaç duymaktadır.

Güneş enerjisi ile güneşli havalarda eneji üretebilirsiniz. Ancak geceleri güneş yoktur, hatta sabah ve akşama doğru güneş batmadığı halde enerji üretim kapasiteniz düşecektir. Bulutlu havalarda da enerji üretmekte zorluk çekilir. Bu nedenle güneşli havalarda genel tüketime destek olabilirler.

Rüzgar santralleri her ne kadar rüzgarlı bölgelere kurulsa bile rüzgar sürekli esmemektedir. Bazen türbinleri çevirecek kadar hızlı esmez bazen de fırtına şeklinde eser ve türbinler zarar görmemeleri için kilitlenir. Yani rüzgar esmiyorsa ya da şiddetli esiyorsa elektriğiniz yok demektir. Aynı durum dalga için de geçerli. Denizin durgun olduğu zamanlarda enerji üretimi duracaktır.

Kurak geçen günlerde barajlardaki doluluk oranı azalmaktadır. Her ne kadar barajlar rejimi belli bir düzene sahip akarsulara kurulsa da, zaman zaman barajlardaki elektrik üretimi dahi durabilmektedir.
Dalga Enerjisi

Biyolojik atıklar üretildiği ve çürüdüğü sürece biyokütleden faydalanmak mümkündür. Ancak koca bir şehirin çöplüğünden elde edilebilecek enerji miktarı belki bir ya da iki mahalle için yeterli olabilir.

Jeotermal Enerji
Eelektrik enerjisi kesilmemesi gereken bir enerjidir. Kesilirse telefonlar durur, trenler durur, hastanelerde hastaları hayata bağlayan cihazlar durur, trafik ışıkları durur, havalandırma sistemleri durur, asansörler durur, hayat dururu.... Bu nedenle elektirk enerjisinin devamlılığı insanlık için artık hayati öneme sahiptir. Asansörde olduğunuzu ve asansörün bir anda durduğunu düşünün. Ne olduğunu sorduğunuzda size görevlilerin " Rüzgar kesildi, essin çalışır" ya da " güneşin önüne bulut geldi" gibi bir cevap verdiğini hayal edin.

Bu demek değil ki bu enerji kaynaklarını kullanmayalım. Aksine, yenilenebilir eneji kaynakları sayesinde en azından sera gazı salınımı yapan termik santrallere bağımlılığımız azalacaktır. Dünyadaki toplam kömür, doğalgaz ve petrol tüketiminin yüzde 20 azalması bile büyük bir başarıdır. Hem doğayı koruma, hem de Türkiye gibi enerji ithalatçısı ülkelerin ekonomisi için önemlidir.




29 Ocak 2012 Pazar

Türk Dizileri ve Osmanlı Ruhu

Bir zamanlar Osmanlı sınırları içinde yer alan ülkelerin okullarında okutulan tarih kitaplarında Osmanlı ve Türkler işgalci olarak tanımlanıyor olsa gerek. Buradan dilini bile bilmediğim bu ülkelerin tarih kitaplarında Osmanlıdan ve Türkler'den nasıl söz ettiklerini kontrol etmem mümkün olmasa da, bunu tahmin etmek zor olmadığı gibi, hata payımın da gözardı edilecek kadar küçük olduğundan eminim. Bu nedenle olsa gerek, bu ülkelerin toplumları biz Türklere karşı kin güdüyorlardı genellikle. Ermeni diasporasının, Ayşe'nin tatile çıkışı ile başlayan Kıprıs Barış Harekatı, Kardak Krizi, sık sık PKK'ya yönelik yapılan sınırötesi operasyonlar, zamanında Süleyman Demirel'in TBMM'deki bir konuşması ile Suriye'ye aba altından sopa göstermesi ve Suriye'yi yola getirmesi ( ki ondna sonra Abdullah Öcalan Suriye'den çıkarılmış, Suriye-Türkiye ilişkileri bir anda gelişmişti, ta ki Arap baharına kadar ), İsrail ile Mavi Marmara olayının ardından çekişmemiz gibi pek çok olay da destek vermektedir.

İnsanlar bilmediğinden korkar ve korktuğu şeyden de genellikle nefret eder. Buna istisna olarak sadece Tanrı gösterilebilir. İnsanlar Tanrıdan korkar ama ondan sapkın değilse nefret etmez. Söz konusu ülkelerdeki insanlar Türkleri ve Osmanlı'yı yanlı tarih kitaplarından öğrendiği için, yeterince sağlıklı bilgiler ile Türkleri, Türkiyeyi ve Osmanlıyı tanıyımıyor ve nefret demesek bile, bizlere ve ülkemize karşı önyargılı davranıyorlardı. Ancak son dönemlerde yaygınlaşan Türk dizileri bu ülkelerde gösterilmeye başlayınca bir anda politikacıların onlarca yılda sağlayamayacağı bir gelişme ortaya çıktı. Sahra üstü Afrika'dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada insanlar Türklerin dizilerini gördü, beğendi. Türk kültürü, Türklerin yaşayışları önlerindeydi artık. Bu reklam ve Türkiye propagandası o kadar başarılı oluyor ki, artık bu ülkelerden biri ile karşılaşırsak mutlaka dizilerden söz ediyorlar.

Birkaç yıl önce Riyad'dan, şimdi adını hatırlamadığım biri ile konuşmaktaydım. Bana orada gösterilen bir Türk dizisinden söz etmişti. Ben pek dizi daha doğrusu televizyon seyretmediğim için hangi diziden söz ettiğini anlayamamıştım. Üstelik dizideki karakterlerin isimlerini de değiştirmişler ve arkadaş dizinin Türkçe ismini de bilmiyordu. Dizinin ne kadar hayranı olduğundan ve akşamları dizinin yayınlandığı saatlerde sokaklarda kimsenin olmadığından söz ediyordu. Aklıma bir zamanların Kurtlar Vadisi gelmişti. İnsanlar bir anda sokaklardan eve koşuştururur, hatta işini yarım bırakır, vadi başlıyor diyerek eve koşuştururdu.

Bir süre sonra dizinin müziğini buldu bir yerlerden ve bana dinletti. TV ve  dizilerle hiç aram olmadığından şu anda hangi dizi emin olamıyorum ama sanırım Ihlamurlar Altında'ydı. Sonra Behlül hayranlığı ve arkası geldi.

Dün gazetede gördüğüm bir haber ise tek bir bölümüne bile bakmadığım Muhteşem Yüzyıl hakkında. Slovakya'da meğer çok meşhurmuş ve bu dizinin oyuncuları Slovakya'ya bile gitmiş. Son olarak bir Slovak müzik grubu dizi oyuncularının maketlerini kliplerinde oynatmış. Video'yu izlerken bizim Muhteşem Süleyman'ı oynayan Halit Ergenç'in maketinin yanında şarkı içinde ingilizce "Son of a bitch" ( o.ç. anlamına gelir ) dediklerini duydum ama Slovakça bilmediğimden kast ettiği Sultan Süleyman mıydı anlayamadım. Müzik berbattı, hatta müzik bile değildi ama, bütün bunlar iyi kötü bir tür tanıtım ve reklamdır. ABD'nin Hollywood ile tüm dünyaya kendi reklamını ve propagandasını yaptığını herkes bilir. Hatta bu filmlerden etkilenip Ruslar'a canavar gözüyle bakabilirsiniz. Ama bu his tatil için Türkiye'ye gelen manken vücutlu ve melek yüzlü Rus kızlarını görene kadar sürer. Eğer entelektüel iseniz Dostoyevski, Tolstoy ya da Gorki'den bir kitap okumanız da size Rusların iç dünyasını gösterir. Tabi bu yazarları okumakla entelektüel olamayacağınız gibi, bana göre okumadan kesinlikle olamazsınız, ama okunası yazarlardır ve pek çok İngiliz ve Fransız yazardan kıyas kabul etmez şekilde başarılıdırlar.

Medyanın toplum üzerindeki etkisi ve gücü artık su götürmez bir gerçek. Türk dizileri de bir zamanların Osmanlı tebaasını oluşturan toplumlara Türk'lerin ve Osmanlı'nın propagandasını yapıyor. Türk dizileri devletten destek alıyor ama daha çok teşvik edilmeleri gerekir. Bu etki artırılmalıdır. Bazı hayalperestler gibi o ülkeleri tekrar sınırlarımıza katıp Osmanlıyı canlandırma gibi bir gerçeküstü hayalim yok ve olmamalı ama o ülkelerdeki insanların sempatisini kazanmanın her anlamda Türklere ve Türkiye'ye çok olumlu etkileri olacaktır. Aşağıda bu müzik klibini görebilirsiniz.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Psikozik Düşüncelerle Yaşam

Yaşam! Sihirli bir kelime gibi. Ama pek de sihirli bir tarafını göremedim şimdiye kadar. Algılayabildiğimiz varlıklar içerisinde en üstün olan insanlar bile aslında o kadar sıradan ki...

Evet insanlar sıradan canlılar. Temel eğitimi almış herhangi biri buna rahatlıkla itiraz edebilecek yetersizliktedir kuşkusuz. Yetersizliktedir çünkü kitapta yazanları ezberletmeye, ancak düşünmeyi gereksiz, yersiz, zararlı bir fiil haline getirmeye dayalı bir sistemden çıkıp geliyorlar. Başkası da beklenemez haliyle böyle kimselerden. Ancak tabi ki aralarında istisnai durumda olanlar bulunuyor. Onlar şanslı olanlar ve belki de biraz zeki. Tabi burada böyle olmayanlar zeki demek doğru değil ama kullanılmayan zeka potansiyel olarak var olsa da, atalarımızın dediği gibi, işleyen demir pas tutmaz, ama işlemeyen tutar. Bu durumda kullanılmayan zeka var olsa da sönmeye mahkumdur.

Zekayı bir kenara bırakıp yaşama ve yaşayanlara bakmalı. Sonuçta bir ağaç ya da bakterinin pek de zekaya ihtiyacı yoktur yaşamak için. Hatta insanların bile. Cehalet mutluluktur sözüne inan pek çok insan bulmak mümkündür ki, bir yere kadar doğruluk payı da vardır. Aslında tamamiyle doğrudur. İnsan ne kadar çok şey bilirse o kadar çok şeyi anlamaya, kavramaya çalışır. Kafasında onlarca soru işareti, arayış yer alır ve bunlara bazen yeterli bir cevap bulamadığından bazen de bulduğu cevapları beğenmediğinden sürekli mutsuz olur. Cahil olmak kafayı takacak az şeye sahip olmak demektir ve bu bakımdan cehalet kesinlikle mutluluk kaynağıdır. Ama en azından ben bu şansı, yani cahil olup da mutlu olma şansını kayettim. Çok bilge olduğu iddia etmiyorum kesinlikle, aksine çok şey bildiği iddiası cahillikten doğar zaten. Çünkü cahil olan öğrenilecek ne kadar çok şey olduğunu da bilmemektedir. Bir bakıma yumurtadan çıkamamış civciv gibidir ve tüm kainat onun için içinde bulunduğu küçücük yumurtadır. Oysa o ince çeperin dışında kıyas kabul etmez boyutlarda bir evren vardır.

Canlılara baktığımızda yaptıkları şeyler basittir. Çok tepeden bakarsak, doğra, büyür, neslini garantiye alır yani ürer ve ölür. Bu bütün canlılar için ortaktır. İnsanlar için de bu aynen geçerlidir. İnsanlar da doğar, büyür, ürer ve ölür. Onun dışında diğer pek çok canlının dert etmediği pek çok şeyi kendine dert edip durur. Avcı-toplayıcı ilkel insan doğasının çağdaş insana yansıması hortumcu, servetine servet katma düşkünü, ikinci ev, ikinci araba peşinde koşan insandır. Ama neden böyle gereksiz şeyler için zaman harcıyoruz?

Bir insan anne ya da baba olduktan sonra, eğer bir Thales, bir Dostoyevski, bir Beethoven olamamışsa (ki böyleleri çok binde bir çıkar ) torunlarının çocukları isimlerini hatırlamaz ve torunları öldüğünde bu dünyadan tamamıyla silinirler. Hatta, torunları bile isimlerini hatırlamayabilir. Ancak servet paylaşımı gibi nedenlerle eski defterler karıştırılırsa büyükanne ve büyükbabalarının isimlerini görürler. Evlerinin duvarında onların resmini asma, ya da bir çerçeveye koyup işyerlerindeki masalarının üstüne koyma gibi şeylere ihtiyaç duymazlar.

O nedenle bu yalan dünyada insan yaşamının herhangi bir canlının yaşamından çok daha derin bir anlamı yoktur. Sonuçta bizi hatırlamyacak neslimiz için çalışıyor hatta savaşıyoruz.

Ev alanları düşünün. Toprağa paralarını, emeklerini, yıllarını gömerler. Gömdükleri aslında hayatlarıdır. Bugün ortalama bir gelir ile herhangi bir kişinin ev sahip olabilmesi için en az 20 yıl tasarrufta bulunması gerekir. Yani 20 yıl boyunca sürekli insanı mutlu edecek zevklerden uzak durmalıdır. Sonra bizi hatırlamyacak, hatta  buraktığımız mirası çoğu zaman çarçur edecek, o serveti biriktirmek için sarf ettiğimiz emeğin değerini hiç anlamayacak çocuklarımız, bir güzel gününü gün edecek. Ama yine de didinir dururuz. Bu nedenle etrefaımızda emekli olduğu halde kredi taksiti ödeyen onlarca inasan bulmak mümkündür.

Oysaki şu kısacık insan ömründe yapılması gereken en doğru şey, "Carpe Diem" felsefesini benimeyip, anı yaşamaktır. Taşa toprağa gömeceği para ile bir insan, kendi hayatını yaşayabilir. Gezip tozabilir, dilediği pek çok şeyi yapabilir. Sonuçta çadırda yaşayan da sarayda yaşayan da toprak olup giderken yanlarında götürmüyorlar bu dünyada uğruna hayatlarını harcadıkları evleri, fabrikları, şirketleri... Ama yanlarında götürüyorlar sadece dolu dolu yaşadıkları zamanlardan kalma hatıraları.




5 Ocak 2012 Perşembe

O Kadar Çatlağım Ki Yazılarım Red Ediliyor!!!

Bu yazıyı yazarkafe'ye gönderiyorum. Ama kabul etmeleri için değil, red etmeleri için...

Hürriyet Bumerang'a üye olduğumu hemen fark edebilirsiniz. Yazarkafe Platin üyeliğine sahip olduğumdan, yine Bumerang ile bağlantılı olan yazarkafe'ye bu blogta paylaştığım yazılarımı göndermekteyim. Gelin görün ki gönderdiğim içeriklerin bazıları red ediliyor. Bunu normal olarak görüyorum aslında, sonuçta paylaşılan her içeriği yazarkafe'de paylaşmak için yeterli görmeyebilirler. Ancak yazılarımın bazıları siyasi içerikli olduğu için kabul edilmiyor. Bana göre ise siyaset de hayatın bir parçası. Ancak siyasi propaganda ya da karalama niteliği taşıyan yazıların kabul edilmemesi normal olabilir. Ancak özellikle red edilen son yazım kesinlikle siyasi bir yazı olduğu için red edilemez. Bu benim düşüncem. İtiraz edilen yazıya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Enflasyondaki Yükseliş Geçici Mi? 

Yazının kabul edilmemesine gerekçe olarak yapılan açıklamayı içeren e-postadaki ifade ise tam olarak şu:
Yazarkafe.com sitesi güncel haber sitesi yada siyasi tartışma platformu değil yaşama ilişikin konuların ve bilgilerin paylaşıldığı bir platformdur. Göndermiş olduğunuz içerik bu kapsamda değerlendirilerek reddedilmiştir.

Başka bir gerekçe ile yazımın red edilmesi halinde bunu son derecede doğal karşılayabilirdim. Ancak söz konusu yazım, yaşama ilişkin, üstelik içinde bulunduğumuz dönemde önemi çok daha artmış olan ekonomi ile ilgilidir. Yani yaşama ilişkin bir konudur. Söz konusu yazıda Başbakan yardımcısı Ali BABACAN'ın bir ifadesine yer verilmiş ve bu ifadenin olası bir panik havasını engellemek için söylenmiş olabileceği ima edilmiştir. Sonra, ülkemizde enflasyonun yükseleceği iddia edilmiş ve bu iddia çeşitli şekillerde desteklenmeye çalışılmıştır. Ekonomi de hayatın, yaşamın bir parçasıdır, üstelik çok önemli bir parçasıdır. Ekonomi siyasetin de bir parçası olabilir, zaten siyaset de hayatın bir parçasıdır. Burada paylaşılan içerikte AKP'yi övücü ya da yerici bir ifade bulunmadığı gibi, hiçbir siyasi partinin politikaları desteklenmemiş ya da eleştirilmemiştir. Yazı daha çok ülkemizin çok uzun yıllardan beridir başına bela olan enflasyonun tekrar yükselme eğilimine gireceği endişesini yansıtmaktadır. Bu yazı eğer siyasi ise, yaşamın kendisi de siyasidir. Çünkü siyasetin önemli bir parçası olan ekonomik politikalardan ve gelişmeler sonucu elde edilen kazanımlar ya da yaşanan kayıplardan doğal olarak hükümeti oluşturan AKP sorumlu olacaktır. Bunu söylemek siyaset yapmak değildir.

DİKKAT: YAZININ BUNDAN SONRAKİ KISMI SİYASİDİR!

Evet, artık bu yazının bundan sonraki bölümünde siyaset yapmaya başlıyorum. Yaşanan, gönderdiğim içeriğin siyasi bir yazı olması, siyasi bir tartışmaya yol açacağı endişesi falan değildir. Olay, yazarkafe'ye gönderilen içeriklere uygulanan ve nesnel olmayan bir SANSÜRDÜR. Bu durum da ülkemizdeki DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜnün ne kadar geri bir durumda olduğunun en açık ve net ifadesidir. Ve değerli okuyucular, bu durumun da tek sorumlusu, neredeyse FAŞİZAN bir yönetim anlayışı ile, çok sayıda GAZETECİYİ HAPSE ATTIRAN, daha YAYINLANMAMIŞ bir kitabı toplatan AKP'dir. O kadar ki, başımıza bir iş gelmesin diye yazarkafe'ye gönderilen içerikleri değerlendirenler, AKP'lileri kızdırabilecek her türlü yazıyı, AKP'yi eleştirsin eleştirmesin her türlü yazıyı SANSÜRLÜYORLAR.

Yazarkafe ve Bumerang Hürriyet gazetesi ile ilişkili internet siteleridir. Benim sansürlenen yazımdan on kat daha siyasi, on kat daha eleştirel yazıları Hürriyet gazetesinde bulabilirsiniz (bknz. Yılmaz ÖZDİL'in yazıları ). Ancak Yazarkafe tabi ki gazete değil ve başka politikalar güdebilir.

Sonuç olarak kızgınım. Kızgınım çünkü yapılan tam anlamıyla düşünce özgürlüğünün ihlalidir ve bunu da Hürriyet gazetesine bağlı bir kuruluş yapmaktadır. Kızgınım ama bir yandan da üzgünüm. Ülkemin geldiği hale üzgünüm. Yazılarımı red eden ekibe en küçük bir öfke ya da kızgınlık duymuyorum. Onlara sadece acıyorum. Yapmak zorunda kaldıkları işin çirkinliğinin eminim ki onlar da farkındadırlar. En azından öyle olduklarını ümit ediyorum.

Fazla uzattım ama uzun lafa gerek yok... Helal olsun AKP diyorum.

Eee ne diyelim

"DURMAK YOK, YOLA DEVAM"