Bu belki de tüm Android telefonlar için geçerli ama, özellikle Samsung marka telefonlardan uzak durulması gerektiğini belirtmem gerek.
PEKİ NEDEN?
Samsung telefonlar tasarım açısından gayet başarılılar. Teknik özellikle açısından bakarsak, yine çok başarılılar. Peki neden Samsung telefonlardan uzak durmalısınız?
Bunun çok basit bir cevabı var. O dünyanın parasını verip aldığınız telefon çok geçmeden size saç baş yoldurcak.
Çünkü Samsung için önemli ola
n, sürekli high-end modeller üretmek. Yani öyle telefonlar üreteyim ki, rakipler arasında ne güzeli, en güçlüsü olsun diyor adamlar.
Samsung aldığınız son model telefonunuza bu neden güncelleme yayınlamıyor. Haksızlık da etmeyelim, belki bir iki güncelleme gelebilir. Ama sonrası kesiliyor. Özellikle yeni bir model çıktıktan sonra güncellemeyi unutun artık. Yani satış sonrası hizmet diye birşey yok. Oysa uygulamalar sürekli güncellenecek. Telefonunuz ağırlaşacak, donacak, çökecek. Evet evet... O çok güçlü telefonunuz en geç 6 ay sonra donmaya, çökmeye başlayacak büyük ihtimalle. Şarjı o kadar hızla bitecek ki, mümkün olduğu kadar şarjda takılı tutacaksınız.
Samsung haricinde başka bir android sistemli telefon kullanmadığımdan diğer markaları bilmiyorum. Ama aynı zamanda ipad sahibi olan biri olarka, iOS'u şiddetle tavsiye ederim. Sürekli güncelleme geliyor ve her güncelleme önceki modelleri de (birkaç çok eski model hariç olmak üzere) destekliyor. Sistem kağıt üstünde daha zayıf olabilir ama tasrım gayet başarılı. Kullanış da çok pratik. Performans dersen, donma mı? Çökme mi? Yaşama olasılığınız neredeyse yok. Aşırı stabil bir yapı.
Hal böyle olunca paranızla rezil olacağınıza, alın bir iPhone rahat edin. Sisteminiz sürekli güncel kalsın.iPhone sahibi olmanın havası da...Tabi böyle boş bir hava peşinde koşuyorsanız...Ama koşmasanız da o havaya sahip olacaksınız zaten :D
Bunu yazarken, Samsung Galaxy S3 telefonu inatla kullanmaya devam ettiğimi, Samsung'un Android 3.4'ten sonra S3'e güncelleme yayınlamadığını, bu nedenle Custom OS yükleyerek ancak Android'in en güncel versiyonuna (5.0.2) kavuşabildiğmi belirtmem gerek. Ne fark oldu derseniz... Telefon eskisine göre ciddi oranda hızlandı, donma miktarı ciddi oranda azaldı, çökme neredeyse yaşanmaz hale geldi, batarya ömrü uzadı...
28 Ekim 2015 Çarşamba
21 Ekim 2015 Çarşamba
Şarjlı Diş Fırçası Almaya Değer Mi?
İtiraf etmeliyim ki sigara tiryakisiyim. Üstelik çay ve kahve içmeyi de çok severim. Tüm bunlar da dişlerin sararmasına yol açan etkenler. Uzunca bir süre önce aşırı kola tüketiyor olmam nedeniyle dişlerimde hassasiyet var ileri derecede. Artık sadece maden suyu tüketiyorum asitli içecek olarak. Çok nadir kola vb. içecekleri tüketiyorum. Size de asitli içeceklerden uzak durmanızı tavsiye ederim. Çikolata yerken insanın dişi sızlar mı? Sızlıyor...
Klasik diş fırçaları ile ne kadar fırçalarsam fırçalayım dişlerimin sararmasının önüne geçemiyordum. Diş hekimine gidip dişlerimi beyazlatmam gerekiyordu. Ama onların kullandığı beyazlatıcılar da dişleri aşındırıyor ve zaten hassas olan dişlerimin daha da hassaslaşmasına yol açıyor. Aynı zamanda dolgular için de zararlı olabilir bu beyazlatma olayı. Dişlerinizi beyazlatırken dolgunuz düşebilir. Kaş yapayım derken göz çıkarmak da var yani.
Sonunda paraya kıyıp şarjlı diş fırçası aldım. İlk başta yadırgıyor insan. Ama dişlerimi klasik fırçadan daha iyi temizlediği de bir gerçek. Ancak mucize de beklememek gerekiyormuş.
Tabi diş fırçanızın dişi beyazlatma yeteneği biraz da kullandığınız macuna bağlı. Dişleri beyazlatma özelliği olan macunların içinde aşındırıcı partiküller var. Bu partiküller diş minesini çiziyor ve lekeleri böyle temizliyor. Bu da iyi bir durum değil. Yani beyazlatıcı özelliğe sahip macun kullanmak daha beyaz ama daha sağlıksız dişler demek bir yerde. Seçim sizin.
Ayrıca her insanın bir doğal diş rengi var. Dişinizi ne kadar özenle temiz tutsanız dahi doğal renginden daha beyaz olmayacaktır. Daha beyaz olması için kimyasal yöntemlerle (mümkünse tabi-bilmiyorum) rengini açmak veya bir tür boya kullanmak gerekir ki, hiçbir hekimin tavsiye edeceğini sanmam.
Sözün özü, düzgün ve sürekli kullanıldığı takdirde şarjlı diş fırçaları klasik fırçalara göre dişleri daha iyi temizliyor ve bir miktar beyazlatıyor da. Ama mucize beklemeyin. Ayrıca beyazlama hemen olmayacaktır. Belli bir süre alacaktır. Bazı lekeler yavaş yavaş yok olacaktır. Hatta olmayabilir de. Durumun ağırlığına göre hekime gidip temizletmeniz gerekebilir. Hekime temizlettikten sonra sürekli kullanmanız halinde şarjlı fırçalar dişlerinizin tekrar sararmasınız ciddi miktarda önleyecektir.
Ben memnun kaldım ve tavsiye ediyorum.
Klasik diş fırçaları ile ne kadar fırçalarsam fırçalayım dişlerimin sararmasının önüne geçemiyordum. Diş hekimine gidip dişlerimi beyazlatmam gerekiyordu. Ama onların kullandığı beyazlatıcılar da dişleri aşındırıyor ve zaten hassas olan dişlerimin daha da hassaslaşmasına yol açıyor. Aynı zamanda dolgular için de zararlı olabilir bu beyazlatma olayı. Dişlerinizi beyazlatırken dolgunuz düşebilir. Kaş yapayım derken göz çıkarmak da var yani.
Sonunda paraya kıyıp şarjlı diş fırçası aldım. İlk başta yadırgıyor insan. Ama dişlerimi klasik fırçadan daha iyi temizlediği de bir gerçek. Ancak mucize de beklememek gerekiyormuş.
Tabi diş fırçanızın dişi beyazlatma yeteneği biraz da kullandığınız macuna bağlı. Dişleri beyazlatma özelliği olan macunların içinde aşındırıcı partiküller var. Bu partiküller diş minesini çiziyor ve lekeleri böyle temizliyor. Bu da iyi bir durum değil. Yani beyazlatıcı özelliğe sahip macun kullanmak daha beyaz ama daha sağlıksız dişler demek bir yerde. Seçim sizin.
Ayrıca her insanın bir doğal diş rengi var. Dişinizi ne kadar özenle temiz tutsanız dahi doğal renginden daha beyaz olmayacaktır. Daha beyaz olması için kimyasal yöntemlerle (mümkünse tabi-bilmiyorum) rengini açmak veya bir tür boya kullanmak gerekir ki, hiçbir hekimin tavsiye edeceğini sanmam.
Sözün özü, düzgün ve sürekli kullanıldığı takdirde şarjlı diş fırçaları klasik fırçalara göre dişleri daha iyi temizliyor ve bir miktar beyazlatıyor da. Ama mucize beklemeyin. Ayrıca beyazlama hemen olmayacaktır. Belli bir süre alacaktır. Bazı lekeler yavaş yavaş yok olacaktır. Hatta olmayabilir de. Durumun ağırlığına göre hekime gidip temizletmeniz gerekebilir. Hekime temizlettikten sonra sürekli kullanmanız halinde şarjlı fırçalar dişlerinizin tekrar sararmasınız ciddi miktarda önleyecektir.
Ben memnun kaldım ve tavsiye ediyorum.
18 Ekim 2015 Pazar
Kültürel Metamorfoz ve Kültürel Reform
Toplum nedir? İnsanlar topluluğu mu? Belki belli bir coğrafi bölgede, belli sınırlar içinde yaşayan insanlar için toplum ifadesinin kullanıldığını düşünüyor olabilirsiniz. Toplumları belirleyen sınırlar olduğu bir gerçek olmakla birlikte, bu sınırların coğrafi sınırlar olmayabileceğini de göz önünde bulundurmak gerekir. Peki nedir toplumları birbirinden ayıran sınırlar? Kültür, etnik kimlik, dini kimlik, dil olarak sıralamak mümkün olsa gerek. Ancak bunların içinde kültür en önemli yere sahiptir. Kültür aynı anda dini kimliği ve dili de kapsar. Bu açıdan bakınca toplumları aynı kültüre sahip insanlar topluluğu olarak tanımlamak mümkün olacaktır. Etnik kimlik kültürleri başkalaştırsa da, farklı etnik kimliklerden gelen bireyler ortak bir kültürü benimsemiş olabilmektedirler.
Toplumun oluşmasında bireylerin varlığı ve ortak kültürün paylaşılmasının önemi ortadır. Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken unsur ortak kültürdür. Çünkü kültür toplumdaki bireylerin görevlerini, haklarını, sorumluluklarını ve pek çok yerde davranışlarını belirler. Bir tür kalıp gibidir. Toplumdaki her birey bu kalıplara göre hareket eder. Toplumdaki diğer insanlar bireylerden bu şekilde hareket etmesini bekler. Kültürel kalıplar ile zıt düşenler topum tarafından yadırganır, dışlanır, ötekileştirilir ve hatta bazen ağır şekilde cezalandırılır.
Bireyler içinde yaşadıkları kültürü doğdukları andan itibaren benimsemeye zorlanırlar. Ama bu zorlamanın farkında olamazlar. Akvaryumdaki balıklar gibi, dünyaya belli bir kültür tarafından çepeçevre sarmalanmış olarak gelirler ve bu kültürü her an yaşayarak büyürler.
Burada sorulması gereken önemli bir soru, kültürel kalıpların bireylerin kendi öz kişiliklerini ne kadar etkilediği, ne kadar baskıladığıdır. Kültürler tarafından biçimlendirilen kişiler, farklı toplumlarda doğmuş olsalar yapmayacakları pek çok şeyi isteyerek yaparlar. Belli şeylerden hoşlanmazlar, hatta nefret ederler, belli şeylere karşı da aşırı bir bağlılık, sevgi ve sadakat gösterebilirler. Hatta bazen bu fanatiklik düzeyinde olabilir. O halde bizi biz yapan kendi iç benliğimiz dışında sahip olduğumuz kültür olabilir mi? Hatta, kültürün bize sahip olduğunu söylemenin yanlış olup olmayacağı sorulabilir.
Kültürler insanları belli kalıplara sokar ve insanlar bu kalıpları kendi benlikleri, kendi öz varlıkları olarak algılarlar diye bir sonuca ulaşmak zor değil. Bu durumda aslolan insandan ziyade, aslolan kültürdür demek yanlış olmaz. Üstelik bireyler bu durumun farkında bile değildirler.
Zaman zaman aynı coğrafi sınırlar içinde farklı kültürler bir arada yaşamaya zorlanır. Bu durumda aynı coğrafi sınırları paylaşan farklı kültürlerin birbirlerine karşı tahammülleri önem arz eder. Farklı kültürler arasında karşılıklı bir hoşgörü olursa huzur içinde insanlar bir arada yaşayıp gidebilirler. Hatta bu kültürler birbirlerinden etkilenebilir. Ancak farklı kültürler birbirlerine karşı hoşgörüsüz olursa ortaya kesin bir çatışma çıkar. Toplumsal huzur bozulur. Farklı kültürden olan insanlar birbirlerini tehdit, düşman olarak görmeye başlar. Karşılıklı mücadele sonunda kanlı çarpışmalara dönüşüp bir kültüre ait bireylerin diğer kültüre ait bireyleri toplumdan uzaklaştırması, bir bakıma temizlemesi ile sonuçlanabilecek ve insanlıkla hiç bağdaşmayan olayların yaşanabileceği bir ortam gelişir. Yakın geçmişte Ruanda'da yaşanan iki etnik kimlik arasındaki iç savaş buna güzel bir örnektir. İki etnik kimlikten biri diğerine karşı soykırım uygulamıştır. Yine Bosna'da yaşanan ve binlerce insanın göç etmesine yol açan kanlı olaylar da güzel bir örnektir.
Verilen örneklerden kültürel çarpışmanın sadece farklı etnik kimlikler arasında olacağı gibi bir sonuç çıkması hatalı olur. Aynı etnik kimliğe sahip insanlar arasında da benzer çatışmalar yaşanabilir.
Daha önce, karşılıklı hoşgörü olması halinde bir arada yaşayan farklı kültürlerin birbirlerinden etkinlenebileceğini belirtmiştik. Buradan kültürlerin iletişim ve diyalog ile değişip dönüştüğü sonucu ortaya çıkmaktadır. Kültürel değişim iletişim ne kadar yoğun olursa o kadar hızlı olacaktır. Özellikle içinde bulunduğumuz iletişim çağında kültürel etkileşim oldukça şiddetlidir.
Bu kadar şiddetli kültürel etkileşim aynı kültür içinde farklı bireylerin kültürel dünyasında farklılaşmalara yol açar. Öyle ki aynı kültür içindeki farklı gruplara ait farklı alt kültürler belirir. Bu değişime, farklılaşmaya kültürel metamorfoz demek mümkündür. İlk kültüre ise temel kültür veya çatı kültür denilebilir.
Aynı kültür içindeki farklılaşmış alt kültürlere ait gruplar arasında da belli konularda ayrışmalar ortaya çıkabilir. Böylece aynı etkin kimlikler içinde bile şiddetli çatışmaların ortaya çıkması mümkün olur. Burada genel olarak kültürel metamorfoza karşı katı şekilde direnç gösteren ve eski kültürlerini azami ölçüde korumak isteyen toplumsal grupların, kültürel metamorfoz sonucu başkalaşmış alt kültürleri sindirmeye çalıştığı ve saldırgan bir tutum takındığını söylemek mümkündür (Erkek adam saç uzatır mı? - Erkek adam küpe takar mı? - Kadın kısmı çalışmaz - Kadın kısmı tiyatrocu olmaz - Kadın kısmı oy kullanmaz - Kadın kısmı bekaretini evlenen kadar korur - Kot pantolon giyilmez vb.). Burada bir tür kültürel savunma mekanizmasının varlığından söz etmek mümkündür.
Bazı durumlarda ana kültür alt kültürlere karşı hoşgörülü davranır. Bu durumda alt kültürler gelişip güçlenir. Bu durm çatı kültürde korumacı kesimlerin ortaya çıkıp ve seslerini yükseltmeye başlamasına yol açar. İşte en tehlikeli durum o zaman ortaya çıkar. Çünkü alt kültürler de güçlenmiştir. İki taraf arasında ciddi bir mücadele başlar. Çatı kültür kazanırsa bu zafer çoğu zaman kanlı bir baskı ve temizlik dönemi gelir. Alt kültürler kazanır ise de bir kültürel reform gerçekleşir.
İçinde bulunduğumuz çağda ilericiler ve gericiler arasında yaşanan kanlı olayların da temelinde kültürel metamorfoz vardır. Herkes kültürel reformun sancılarını hissetmektedir. Bu reform kanlı canlı bir şekilde mi yoksa ölü olarak mı doğacak bunu zaman gösterecektir.
Toplumun oluşmasında bireylerin varlığı ve ortak kültürün paylaşılmasının önemi ortadır. Ancak burada asıl üzerinde durulması gereken unsur ortak kültürdür. Çünkü kültür toplumdaki bireylerin görevlerini, haklarını, sorumluluklarını ve pek çok yerde davranışlarını belirler. Bir tür kalıp gibidir. Toplumdaki her birey bu kalıplara göre hareket eder. Toplumdaki diğer insanlar bireylerden bu şekilde hareket etmesini bekler. Kültürel kalıplar ile zıt düşenler topum tarafından yadırganır, dışlanır, ötekileştirilir ve hatta bazen ağır şekilde cezalandırılır.
Bireyler içinde yaşadıkları kültürü doğdukları andan itibaren benimsemeye zorlanırlar. Ama bu zorlamanın farkında olamazlar. Akvaryumdaki balıklar gibi, dünyaya belli bir kültür tarafından çepeçevre sarmalanmış olarak gelirler ve bu kültürü her an yaşayarak büyürler.
Burada sorulması gereken önemli bir soru, kültürel kalıpların bireylerin kendi öz kişiliklerini ne kadar etkilediği, ne kadar baskıladığıdır. Kültürler tarafından biçimlendirilen kişiler, farklı toplumlarda doğmuş olsalar yapmayacakları pek çok şeyi isteyerek yaparlar. Belli şeylerden hoşlanmazlar, hatta nefret ederler, belli şeylere karşı da aşırı bir bağlılık, sevgi ve sadakat gösterebilirler. Hatta bazen bu fanatiklik düzeyinde olabilir. O halde bizi biz yapan kendi iç benliğimiz dışında sahip olduğumuz kültür olabilir mi? Hatta, kültürün bize sahip olduğunu söylemenin yanlış olup olmayacağı sorulabilir.
Kültürler insanları belli kalıplara sokar ve insanlar bu kalıpları kendi benlikleri, kendi öz varlıkları olarak algılarlar diye bir sonuca ulaşmak zor değil. Bu durumda aslolan insandan ziyade, aslolan kültürdür demek yanlış olmaz. Üstelik bireyler bu durumun farkında bile değildirler.
Zaman zaman aynı coğrafi sınırlar içinde farklı kültürler bir arada yaşamaya zorlanır. Bu durumda aynı coğrafi sınırları paylaşan farklı kültürlerin birbirlerine karşı tahammülleri önem arz eder. Farklı kültürler arasında karşılıklı bir hoşgörü olursa huzur içinde insanlar bir arada yaşayıp gidebilirler. Hatta bu kültürler birbirlerinden etkilenebilir. Ancak farklı kültürler birbirlerine karşı hoşgörüsüz olursa ortaya kesin bir çatışma çıkar. Toplumsal huzur bozulur. Farklı kültürden olan insanlar birbirlerini tehdit, düşman olarak görmeye başlar. Karşılıklı mücadele sonunda kanlı çarpışmalara dönüşüp bir kültüre ait bireylerin diğer kültüre ait bireyleri toplumdan uzaklaştırması, bir bakıma temizlemesi ile sonuçlanabilecek ve insanlıkla hiç bağdaşmayan olayların yaşanabileceği bir ortam gelişir. Yakın geçmişte Ruanda'da yaşanan iki etnik kimlik arasındaki iç savaş buna güzel bir örnektir. İki etnik kimlikten biri diğerine karşı soykırım uygulamıştır. Yine Bosna'da yaşanan ve binlerce insanın göç etmesine yol açan kanlı olaylar da güzel bir örnektir.
Verilen örneklerden kültürel çarpışmanın sadece farklı etnik kimlikler arasında olacağı gibi bir sonuç çıkması hatalı olur. Aynı etnik kimliğe sahip insanlar arasında da benzer çatışmalar yaşanabilir.
Daha önce, karşılıklı hoşgörü olması halinde bir arada yaşayan farklı kültürlerin birbirlerinden etkinlenebileceğini belirtmiştik. Buradan kültürlerin iletişim ve diyalog ile değişip dönüştüğü sonucu ortaya çıkmaktadır. Kültürel değişim iletişim ne kadar yoğun olursa o kadar hızlı olacaktır. Özellikle içinde bulunduğumuz iletişim çağında kültürel etkileşim oldukça şiddetlidir.
Bu kadar şiddetli kültürel etkileşim aynı kültür içinde farklı bireylerin kültürel dünyasında farklılaşmalara yol açar. Öyle ki aynı kültür içindeki farklı gruplara ait farklı alt kültürler belirir. Bu değişime, farklılaşmaya kültürel metamorfoz demek mümkündür. İlk kültüre ise temel kültür veya çatı kültür denilebilir.
Aynı kültür içindeki farklılaşmış alt kültürlere ait gruplar arasında da belli konularda ayrışmalar ortaya çıkabilir. Böylece aynı etkin kimlikler içinde bile şiddetli çatışmaların ortaya çıkması mümkün olur. Burada genel olarak kültürel metamorfoza karşı katı şekilde direnç gösteren ve eski kültürlerini azami ölçüde korumak isteyen toplumsal grupların, kültürel metamorfoz sonucu başkalaşmış alt kültürleri sindirmeye çalıştığı ve saldırgan bir tutum takındığını söylemek mümkündür (Erkek adam saç uzatır mı? - Erkek adam küpe takar mı? - Kadın kısmı çalışmaz - Kadın kısmı tiyatrocu olmaz - Kadın kısmı oy kullanmaz - Kadın kısmı bekaretini evlenen kadar korur - Kot pantolon giyilmez vb.). Burada bir tür kültürel savunma mekanizmasının varlığından söz etmek mümkündür.
Bazı durumlarda ana kültür alt kültürlere karşı hoşgörülü davranır. Bu durumda alt kültürler gelişip güçlenir. Bu durm çatı kültürde korumacı kesimlerin ortaya çıkıp ve seslerini yükseltmeye başlamasına yol açar. İşte en tehlikeli durum o zaman ortaya çıkar. Çünkü alt kültürler de güçlenmiştir. İki taraf arasında ciddi bir mücadele başlar. Çatı kültür kazanırsa bu zafer çoğu zaman kanlı bir baskı ve temizlik dönemi gelir. Alt kültürler kazanır ise de bir kültürel reform gerçekleşir.
İçinde bulunduğumuz çağda ilericiler ve gericiler arasında yaşanan kanlı olayların da temelinde kültürel metamorfoz vardır. Herkes kültürel reformun sancılarını hissetmektedir. Bu reform kanlı canlı bir şekilde mi yoksa ölü olarak mı doğacak bunu zaman gösterecektir.
11 Ekim 2015 Pazar
Sofie'nin Dünyası Üzerine
Felsefe'yi pek gereksiz görüyoruz. Oysa insanın hem kendini, hem diğer insanları, hem de evreni daha iyi anlaması ve kavraması için vazgeçilmez bir yoldur felsefe. Ancak felsefeyi felsefe kitaplarından öğrenmek de kolay değil. Sıkıcı biraz. Karşılıklı konuşmanın, tartışmanın, farklı düşünceleri çarpıştırmanın gerekli olduğu bir alan felsefe.
Sofie'nin Dünyası ise jostein Gaarder'in insanlığa armağan ettiği mükemmel bir felsefe tarihi romanı. Eksikleri yok mu? Elbette var. Ama daha çocuk yaşta bir gencin bile sıkılmadan okuyacağı bir kitap. Aynı zamanda Thales'ten günümüze pek çok filozofa yer veren, düşüncelerinden ve öğretilerinden söz eden bir kitap. Ne sıkıcı bir felsefe kitabı, ne de sulu bir gençlik romanı. Aksine insanı alıp filozofların dünyasında gezdiren, onlarla tanıştıran bir başyapıt. MEB 100 temel eseri arasında almamış sanırım. Oysa birinci sırada olması gereken bir kitap.
Kitapta Sofie 15. yaş günü yaklaşırken esrarengiz birinden esrarengiz mektuplar ve katpostallar almaya başlıyor. Bu esrarengiz kişi Sofie'ye ücretsiz felsefe dersleri veriyor. Sofie kısa sürede okulda öğrendiğinden çok daha fazle şeyi öğrenmiş oluyor. Ama kitabın sonlarına doğru Sofie ile aynı günde doğan Hilde'nin kim olduğu ortaya çıkıyor ancak daha çözülmesi gereken bir dolu gizem varlığını sürdürüyor.
Felsefenin gizemli dünyasında bir yolculuğa çıkıp, düşünce dünyanızı geliştirmek istiyorsanız Sofie'nin Dünyası'nı mutlaka okumalısınız.
Sofie'nin Dünyası ise jostein Gaarder'in insanlığa armağan ettiği mükemmel bir felsefe tarihi romanı. Eksikleri yok mu? Elbette var. Ama daha çocuk yaşta bir gencin bile sıkılmadan okuyacağı bir kitap. Aynı zamanda Thales'ten günümüze pek çok filozofa yer veren, düşüncelerinden ve öğretilerinden söz eden bir kitap. Ne sıkıcı bir felsefe kitabı, ne de sulu bir gençlik romanı. Aksine insanı alıp filozofların dünyasında gezdiren, onlarla tanıştıran bir başyapıt. MEB 100 temel eseri arasında almamış sanırım. Oysa birinci sırada olması gereken bir kitap.
Kitapta Sofie 15. yaş günü yaklaşırken esrarengiz birinden esrarengiz mektuplar ve katpostallar almaya başlıyor. Bu esrarengiz kişi Sofie'ye ücretsiz felsefe dersleri veriyor. Sofie kısa sürede okulda öğrendiğinden çok daha fazle şeyi öğrenmiş oluyor. Ama kitabın sonlarına doğru Sofie ile aynı günde doğan Hilde'nin kim olduğu ortaya çıkıyor ancak daha çözülmesi gereken bir dolu gizem varlığını sürdürüyor.
Felsefenin gizemli dünyasında bir yolculuğa çıkıp, düşünce dünyanızı geliştirmek istiyorsanız Sofie'nin Dünyası'nı mutlaka okumalısınız.
Etiketler:
felsefe,
Roman,
Sofie'nin Dünyası,
yorum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)