2020 yılına girmeden hemen önce tanıtımı yapılan ve ülke genelinde büyük heyecan uyandıran yerli ve milli otomobillerimiz TOGG SUV ve sedan modelleri bilindiği üzere tamamen elektrikli araçlar olacaklar ve bilindiği kadarıyla herhangi bir içten yanmalı motorlu, yani benzinli ve dizel varyasyonu piyasaya sürülmeyecek. Yükselen akaryakıt fiyatları nedeniyle her geçen gün biraz daha pahalıya dolan depolar nedeniyle cebi yanan pek çok araç sahibi elektrikli bir araç alıp büyük ölçüde tasarruf edebileceğini düşünüyor. Ancak gerçekten elektrikli araç kullanmak gerçekten de tasarruf sağlayacak mı? Sağlayacaksa ne kadar sağlayacak. Sağlanacak tasarruf elektrikli otomobil almaya değer mi? Şimdi tüm bu sorulara cevap arayalım.
Öncelikle C segmentinde bir araç olduğu biline TOGG SUV için doğru kıyaslama yapabilmek için piyasadaki C segmentinde bulunan atmosferik motorlu SUV'leri karşılaştırmaya dahil etmek gerekli. Sedan versiyonu daha sonra piyasaya sürüleceğinden şimdilik sedan versiyonu için bir kıyaslama yapmayacağım. Ancak SUV için yapılan değerlendirmeler büyük ölçüde sedan otomobiller için de geçerli olacaktır.
Ülkemizde C segmentinde yer alan belli başlı SUV'ler Dacia Duster, Nissan Qashqai, Volkswagen Tiguan, Hyundai Tucson, Toyota C-HR, Peugeot 3008, Renault Kadjar, Honda CR-V, Ford Kuga ve Kia Sportage. Tanıtılan TOGG SUV'nin teknik özellikleri, tasarım, malzeme kalitesi ve işçilik gibi unsurlar üst düzeyde olduğundan listemizdeki araçlardan Nissan Qashqai, Volkswagen Tiguan'ı ele alalım.
Nissan Qashqai 1.5 dci motorlu versiyonu için ortalama karma yakıt tüketimi 3,8 lt olarak resmi internet sitesinde belirtilmiş. Volskwagen Tiguan 1,6 TDI motorlu versiyonu için bu değer 4,9 lt. En düşük yakıt tüketimi Nissan Qashqai'de olduğu için Qashqai ile kıyaslamaya devam edelim. 3.8 lt en ideal koşullar ve en ideal sürüş için geçerli bir değer olduğundan hemen hemen hiçbir sürücü bu değeri görmemektedir. Bu nedenle biz ortalama 4,5lt/100km varsayacağız. Motorinin litre fiyatı değişkenlik gösterse de yaklaşık 6.75 TL kabul edildiğinde 100km'yi 30,38 TL gibi bir yakıt maliyeti ile gitmek mümkün olmaktadır.
TOGG'a geldiğimizde işin rengi biraz değişiyor. Bilindiği kadarıyla TOGG tam dolu batarya ile 300km ve 500km yol gidebilen iki farklı versiyon seçeneğe sahip olacak. 300km yol gidebilen versiyon bilindiği kadarıyla 45kWh'lik bir bataryaya sahip olacak. Basit bir hesapla ile 100km'de 15kWh elektrik enerjisi tükettiği görülmektedir. TOGG'u evinizde şarj ederseniz mesken elektriğinden fiyatlandırılacağından ve elektriğin kwh fiyatı şu anda 0,7102TL olduğundan, 100km yol gitmenizi sağlayan 15kWh enejinin 10,65 TL gibi bir maliyeti olduğu görülmektedir. Ancak özellikle uzun yolda hızlı şarj istasyonlarında aracınızı şarj ederseniz, istasyonun elektriği ticarethane fiyatı ile fiyatladığını kabul eder ve üzerine kar payı koymadığını kabul edersek 15kWh enerjinin olası en düşük maliyeti 14,17TL seviyesine çıkmakta. Bu durumda en kötü ihtimalle dahi yaklaşık %50 düşük maliyetle 100km yol gidebileceğiniz görülmektedir. Ancak elektrik tüketiminde çıplak fiyatı esas aldık. Evinizdeki elektrik faturanızı incelediğinizde toplam tüketiminize ait tutarın üzerine eklenen vergi ve diğer kesintiler ile birlikte elektrik faturanızın salt elektrik tüketiminizden kaynaklı maliyetin iki katını aştığı görülmektedir. Haliyle yaklaşık 10 TL olan mesken şarj edildiğinde yolculuk maliyeti faturanızda 20 TL'den fazla bir artışa yol açacaktır. Ticarethane söz konusu olduğunda vergisel durum incelenmeli. Ticarethane elektriğinde meskenlerdeki vergi ve kesintiler aynen uygulanıyor ise dizel ve elektrikli araç arasında yolculuk maliyeti açısından anlamlı bir fark olmadığı görülür. Eğer ticarethane söz konusu olduğunda vergi ve kesintilerde avantaj varsa veya hızlı şarj istasyonlarına özel bir tarife uygulanırsa, elektrikli otomobilleri ev yerine hızlı şarj istasyonlarında şarj etmek çok daha karlı olabilir.
Elektrikli otomobillerdeki vergi avantajlarını da göz önüne almak gerekiyor. Öncelikle elektrikli araç alırken benzinli veya dizel araçlara göre daha düşük ÖTV ödeniyor. Aynı zamanda MTV söz konusu olduğunda da elektrikli otomobiller ciddi bir avantaj sağlıyor. Bununla birlikte elektrikli otomobillerin fiyatları genellikle benzinli ve dizel modellere göre çok daha yüksek fiyatlı oluyor. Yani alırken biraz fazla ödeme yapılıyor ancak zamanla hem kullanım maliyetindeki düşüklük hem de vergi avantajı ile sürekli kendini amorti eden bir araç olarak görmek mümkün. Elektrikli otomobiller çok daha az sayıda çalışan mekanik parçaya sahip olduklarından çok daha az tamir ve bakıma ihtiyaç duyacağını da göz önüne alırsak, kullanım maliyetinin benzinli ve dizel araçlara göre çok düşük olduğu görülmektedir.
TOGG SUV ve Sedan versiyonları kabul edilebilir fiyatlarla piyasaya çıkar ve fabrikanın inşaası ve araçların piyasaya sürülmeye başlandığı zamana kadar gerek meskenlerde ve gerekse yakıt istasyonlarında elektrikli araçlar için şarj altyapısı geliştirilir ise ülkemizde ciddi bir talep görmesi, kullanım ekonomisi ve vergi avantajları düşünüldüğünde kaçınılmaz görünüyor. Elbette elektrikli otomobiller için cazip finansman imkanları da devlet tarafından desteklenirse elektrikli araçlara olan talep daha da artacaktır.
Her yıl milyarlarca dolarlık petrol ithal ediyor oluşumuz ve mevcut dış ticaret açığımızın çok büyük bir bölümünün sırf petrol ithalatımızdan kaynaklanıyor olduğu da göz önünde bulundurulur ise elektrikli otomobillerin sürekli olarak teşvik edilmesinin ülke ekonomisi açısından gerekliliği anlaşılmaktadır. Sadece binek araçlar değil, görece yüksek miktarda yakıt tüketen, aynı zamanda havayı kirleten ve gürültülü çalışan şehir içi toplu taşımada kullanılan otobüs ve minibüslerin de elektrikli modelleri geliştirilse hatta bu alanlarda benzinli ve dizel motorlu araçların kullanılması zamanla tamamen yasaklansa güzel olmaz mı?
1 Ocak 2020 Çarşamba
1 Aralık 2019 Pazar
Cep Telefonlarında Kamera Savaşları
Cep telefonu alırken insanların büyük bir bölümü ilk önce telefonların kamera özelliklerine odaklanıyor. Sosyal medyada daha güzel fotoğraflar paylaşmayı kim istemez? Değil mi? Haliyle bunu bilen telefon üreticileri de potansiyel müşterilerini ikna etmek için daha güçlü kameralara sahip telefonları piyasaya sürüyorlar. En son örnek ise Xiaomi Mi Note 10. Ön tarafta 32mp selfie kamerası varken arkasında tam 5 farklı kamera bulunuyor. Üstelik bu kameralardan biri tam 108mp. Peki mp, yani çözünürlük her şey mi? Elbette ki değil...
Öncelikle Xiaomi Mi Note 10'da en çok ilgimi çeken 108mp kamera değil de, telefonun arkasındaki 2mp makro kamera oldu. Küçük nesneleri fotoğraflamak için 108mp kamera ile biraz uzaktan çekim yapıp elde edilen görüntüyü büyütmek varken ilave bir kamera konulmasındaki amacı daha çok kamera daha çok satış mantığıyla hareket edildiği şeklinde yorumladım. Zaten makro fotoğraf çekmek ve çok iyi sonuçlar almak isteyenler bu iş için profesyonel makineler ve objektifler kullanırlar. Normalde insanlar makro fotoğraf çekimine genellikle ihtiyaç duymazlar, duyduklarında da ellerinde ciddi kalite kaybı yaşamadan oldukça fazla büyütebilecekleri fotoğraflar çekebilen 108mp'lik bir kamera zaten olacak değil mi?
108mp kamera ile çekilen fotoğrafların dosya boyutu devasa olacağından fotoğraf çekmeyi seven bir kullanıcı telefon hafızasını kısa sürede doldurabilir. Daha fazla mp daha fazla depolama alanı gerektirir. Neyse ki Xiaomi sd kart desteği sunarak kullanıcıların kolay çözüm bulabilmesini sağlamış.
Peki 108mp kamer aile Xiaomi çok mu başarılı. Yazının başında dediğim gibi, her şey mp değil. Youtube'da hemen Xiaomi Mi Note 10'u inceleyen ve hatta 12mp kameralara sahip iPhone 11 Pro ile kıyaslayanlar var. Çekilen fotoğrafları gördüğümde iPhone 12mp kamera ile çok daha kaliteli sonuç veriyor diyebilirim. Renkler, dokular çok daha gerçekçi. Ancak elbette 12mp kamera ile çekilen görüntüyü büyütmeye kalktığınızda 108mp ile kıyaslanamayacak kadar çabuk bozulmalar başlıyor. Burada telefon alacakların kendilerine sormaları gereken asıl soru şu, cep telefonunuzla çektiğiniz fotoğrafları en son ne zaman ve ne kadar büyüttünüz. Bilgisayarınıza masaüstü arka planı olarak ayarlamak için 12mp yeterli gelecektir örneğin. Ama kağıda basıp evinizin bir duvarına büyük bir tablo olarak asacaksanız 108mp'i tavsiye ederim. Ama böyle bir iş için DSLR kullanmak çok daha ideal bir seçimdir.
Ayrıca iPhone 11 Pro 60 fps 4k video çekim performansı ile işlemci gücünü ve yazılımsal uzmanlığını sergiliyor. Xiaomi ise ancak 30fps 4k video çekebiliyor. Üstelik görüntü sabitleyicisi kapalı. Eğer Xiaomi Mi Note 10 alacaksanız yürürken 4k video çekmemenizi şiddetle öneriyorum.
Xiaomi 108mp ile ciddi bir atak yapıyor. Ancak telefonlarda dosya boyutunu ve işlenecek veri miktarını ciddi oranda artıran, haliyle hem bellekte çok yer kaplayan hem de çok daha fazla işlemci performansı gerektiren yüksek mp kameralar yerine, telefonla fotoğraf çeken insanların bu fotoğrafları genellikle sosyal medyada paylaşacağı ya da dijital ortamda depolayacağı ortada iken, daha gerçekçi fotoğraflar sunabilmek adına iyileştirmeler peşinde koşulmasının çok daha yerinde bir strateji olacağı kanaatindeyim. Apple bunu iPhone'da başarılı bir şekilde uyguluyor. Ancak rakipleri mp yarışında yeni rekorlar kırarken 12mp'de kalması, hele hele selfie kameralarındaki iPhone 11 öncesine kadarki zayıf performansı da Apple'a yakışmıyor.
Öncelikle Xiaomi Mi Note 10'da en çok ilgimi çeken 108mp kamera değil de, telefonun arkasındaki 2mp makro kamera oldu. Küçük nesneleri fotoğraflamak için 108mp kamera ile biraz uzaktan çekim yapıp elde edilen görüntüyü büyütmek varken ilave bir kamera konulmasındaki amacı daha çok kamera daha çok satış mantığıyla hareket edildiği şeklinde yorumladım. Zaten makro fotoğraf çekmek ve çok iyi sonuçlar almak isteyenler bu iş için profesyonel makineler ve objektifler kullanırlar. Normalde insanlar makro fotoğraf çekimine genellikle ihtiyaç duymazlar, duyduklarında da ellerinde ciddi kalite kaybı yaşamadan oldukça fazla büyütebilecekleri fotoğraflar çekebilen 108mp'lik bir kamera zaten olacak değil mi?
108mp kamera ile çekilen fotoğrafların dosya boyutu devasa olacağından fotoğraf çekmeyi seven bir kullanıcı telefon hafızasını kısa sürede doldurabilir. Daha fazla mp daha fazla depolama alanı gerektirir. Neyse ki Xiaomi sd kart desteği sunarak kullanıcıların kolay çözüm bulabilmesini sağlamış.
Peki 108mp kamer aile Xiaomi çok mu başarılı. Yazının başında dediğim gibi, her şey mp değil. Youtube'da hemen Xiaomi Mi Note 10'u inceleyen ve hatta 12mp kameralara sahip iPhone 11 Pro ile kıyaslayanlar var. Çekilen fotoğrafları gördüğümde iPhone 12mp kamera ile çok daha kaliteli sonuç veriyor diyebilirim. Renkler, dokular çok daha gerçekçi. Ancak elbette 12mp kamera ile çekilen görüntüyü büyütmeye kalktığınızda 108mp ile kıyaslanamayacak kadar çabuk bozulmalar başlıyor. Burada telefon alacakların kendilerine sormaları gereken asıl soru şu, cep telefonunuzla çektiğiniz fotoğrafları en son ne zaman ve ne kadar büyüttünüz. Bilgisayarınıza masaüstü arka planı olarak ayarlamak için 12mp yeterli gelecektir örneğin. Ama kağıda basıp evinizin bir duvarına büyük bir tablo olarak asacaksanız 108mp'i tavsiye ederim. Ama böyle bir iş için DSLR kullanmak çok daha ideal bir seçimdir.
Ayrıca iPhone 11 Pro 60 fps 4k video çekim performansı ile işlemci gücünü ve yazılımsal uzmanlığını sergiliyor. Xiaomi ise ancak 30fps 4k video çekebiliyor. Üstelik görüntü sabitleyicisi kapalı. Eğer Xiaomi Mi Note 10 alacaksanız yürürken 4k video çekmemenizi şiddetle öneriyorum.
Xiaomi 108mp ile ciddi bir atak yapıyor. Ancak telefonlarda dosya boyutunu ve işlenecek veri miktarını ciddi oranda artıran, haliyle hem bellekte çok yer kaplayan hem de çok daha fazla işlemci performansı gerektiren yüksek mp kameralar yerine, telefonla fotoğraf çeken insanların bu fotoğrafları genellikle sosyal medyada paylaşacağı ya da dijital ortamda depolayacağı ortada iken, daha gerçekçi fotoğraflar sunabilmek adına iyileştirmeler peşinde koşulmasının çok daha yerinde bir strateji olacağı kanaatindeyim. Apple bunu iPhone'da başarılı bir şekilde uyguluyor. Ancak rakipleri mp yarışında yeni rekorlar kırarken 12mp'de kalması, hele hele selfie kameralarındaki iPhone 11 öncesine kadarki zayıf performansı da Apple'a yakışmıyor.
16 Kasım 2019 Cumartesi
Android Telefonlar Neden Güncelleme Almıyor?
Eğer yeni bir telefon alacaksanız, yeterli ekonomik gücünüz var ve mevcut en yüksek teknolojileri barındıran en yeni ve en üst düzey, high-end bir cep telefonu alacaksanız dikkat! Eğer seçiminiz Android telefonlardan yanaysa kendinizi kısa bir süre sonra aldatılmış hissedebilirsiniz. Çünkü muhtemelen telefonunuzun android sürümü şanslıysanız en çok bir defa güncelleme alacaktır. Eğer şanssızsanız telefonunuzu aldığınız andaki android sürümü ile yeni telefon alana kadar kullanabilirsiniz.
Kullandığım son android telefon olan Samsung S3'ü daha piyasaya yeni sürülmüşken, o zamana göre hiç de ucuz olmayan bir fiyata almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam android sürümü yalnızca bir defa güncelleme alan S3'ü Samsung android 3.4'te bıraktı ve yoluna devam etti. Bu blogta Samsung'u bu konuda sert şekilde eleştirdiğim yazıları kolayca bulabilirsiniz. Çıktığı zaman o dönemin en gelişmiş telefonlarından biri olan S3'ü aldıktan sonra android güncellemesinin çabucak kesilmesi ve uygulamaların yeni android sürümlerine göre güncellenmesi kısa sürede telefonun aşırı yavaşlamasına yol açmıştı. Hatta bazı uygulamalar artık android 3.4 sürümü ile çalışmadığından telefonumda bu uygulamaları kullanamaz hale gelmiştim. O dönem çözümü telefonu formatlayarak Custom OS kurmakta bulmuştum. Custom OS ile telefonu uzun süre kullanmaya devam etsem de bu yöntem hem herkesin üstesinden gelemeyeceği kadar karmaşık, hem telefonunuzdaki üretici tarafından özelleştirilmiş yazılımlar gerektiren bazı donanım ve özellikleri kullanılamayabildiğinden hem de kuracağınız Custom OS'un ne kadar güvenilir olduğu bilinemediğinden uzak durmanızı öneriyorum. Çünkü sırf kullanıcıların kişisel verilerini ele geçirme amacıyla Custom OS hazırlayanlar bile olabilir. Böyle bir telefonda bankacılık uygulamalarını kullanmak kesinlikle ateşle oynamak gibi olduğundan çok dikkatli olunması gerekir.
O dönem büyük bir hayal kırıklığı ile Samsung'u suçlamış olsam da, internette karşıma çıkan bir grafik diğer üreticilerin de bu konuda Samsung'tan çok da iyi olmadıklarını gösteriyor. Android telefon üreticileri o kadar çok sayıda farklı özelliklere sahip telefon modellerini piyasaya sürüyorlar ki tüm enerjilerini sürekli yeni ve farklı özelliklere sahip telefonlar geliştirmeye harcıyorlar. Mevcut ürettikleri sistem özellikleri son derecede güçlü, donanımsal olarak adeta birer canavar olan en üst düzey telefonlarını bile piyasaya sürdükten sonra bu nedenle yazılım açısından unutuyorlar. Yani telefonlarını alanlara "Biz yeni model çıkardık gidin onu alın" diyorlar.
Android dünyasında durum böyle iken Apple çok daha farklı bir strateji izliyor. Apple öncelikle Android telefon üreticileri gibi aynı anda çok sayıda farklı telefon modelini piyasaya sürmüyor. Genellikle bir baz model ve bir adet de plus versiyonu ile yetiniyor. Donanım özellikleri açısından Android üreticilerden bazı açılardan geride kalabiliyor. Ancak yazılım, donanım yazılım uyumluluğu ve çalışma verimliliği açısından rakipsiz. Ayrıca ürettiği telefonlara uzun yıllar sistem güncellemesi desteği sunuyor. Örneğin en son iOS 13 güncellemesi geldiğinde Apple 2014 yılında piyasaya sürdüğü iPhone 6 ve iPhone 6S modellerine destek vermedi. Ancak iPhone 6 ve 6S sonrası tüm modeller güncelleme aldı. Yeni iPhone alan bir kişi yaklaşık 5 yıl boyunca sistem güncellemesi almayı bekleyebilir. Android dünyasında ise bu süre bir yılı geçmiyor. Bu durum iPhone 7 ve sonraki modellere sahip olanların en güncel uygulamaları gönül rahatlığı ile telefonlarında kullanabilmelerini sağlıyor.
Android telefonlar çok güçlü donanım özelliklerine sahip olsalar da kısa sürede Android sürümleri eski kalacağından ve tüm uygulamalar güncel android sürümüne göre güncelleneceğinden yazılımsal uyumsuzluklar nedeniyle sorun çıkarmaya başlıyor. Yavaşlama, takılma, donma, hızlı şarj tüketimi gibi pek çok problemle kullanıcısına saç baş yoldurabiliyorlar. Bugün 10 bin TL ve hatta üzerinde bir tutarı ödeyerek aldığınız bir telefon en çok bir yıl sonra tadınızı kaçırmaya başlıyor.
Hangi üreticinin telefonlarına ne kadar güncelleme desteği sunduğunu aşağıdaki grafikte görebilirsiniz:
Grafikten de görüleceği üzere piyasaya hakim markalar adeta dökülüyor. Ülkemizde başarılı bir reklam kampanyası yürüten OPPO'nun eski telefonlarına güncelleme sağlama oranı %10, LG ise OPPO'dan bir tık daha iyi ama hemen hemen aynı. Samsung'da oran %20'lerde kalıyorken ABD ile başı dertte olan Huawei %40'lar seviyesi ile Samsung'u ikiye katlıyor. Lenovo %50 seviyelerine ulaşan ilk marka ve şaşırtıcı şekilde yine bir Çin'li marka olan Xiaomi %60 ile ikinci en iyi. Birinciliği ise bir zamanların efsane markası olan Nokia %90'ın üzerinde bir orana ulaşarak açık ara göğüslüyor. Nokia'nın iflasına neden olan Android işletim sistemine en çok güncelleme sağlayan marka olması da dikkat çekiyor.
Nokia artık piyasada hakim olmasa da ürettiği telefonların %90'ından fazlasına android güncellemesi sağlamış olması ile diğer android telefon üreticilerinden pozitif ayrışıyor. Muhtemelen bu durum güncelleme konusunu rafa kaldıran piyasaya hakim markalar karşısında bir pazarlama stratejisinin sonucu. Eğer android kullanıcısı iseniz ve güncelleme sizin için önemli ise Nokia sizin tercih etmeniz gereken tek marka olarak görünüyor.
Apple tarafında ise grafiğe gerek yok. 2014 yılında iPhone 6 ve 6S iOS 8 ile gelmişti ve en son iOS sürümü olan iOS 13'e kadar güncellemeleri aldılar. Yani iPhone 6'yı 2014 yılında iOS 8 ile alan ve halen kullanan bir kullanıcı şu anda iOS 12'yi kullanıyor.
5 Kasım 2019 Salı
Bir Şehre Yabancılaşma
Hiç uzun yıllar yaşadığınız bir şehre yine uzun yıllardan sonra dönüp kaldınız mı? Her ne kadar bildiğiniz, tanıdığınız bir şehir de olsa, kendinizi o şehirde tıpkı bir yabancı gibi hissettiniz mi? Tam olarak şu anda hissettiğim gibi?
Evet! Uzun yıllar yaşadığım, üniversite hayatımı geçirdiğim şehirde, bir otel odasından yazıyorum bu yazıyı, tıpkı bir yabancı gibi hissederek. Hemen her köşede geçmişimin bir döneminden izler var. Kimileri silinmiş biraz. Ama yine de oradalar. Eskiden yaşadığım apartman artık farklı bir renge bürünmüş. Ama uzaktan kendi kaldığım odanın penceresini görebiliyorum. Artık benim odamın penceresi değil. Artık o dairede tanıdığım kimse yok. Artık hiç tanımadığım insanlar kendi hatıralarını sindiriyor benim hatıralarımı sindirdiğim duvarlara.
Öğle yemeğini bir zamanlar sık sık gittiğim restoranda yedim. Tanıdık kimse yoktu. Sokaklarda tanıdık kimse yoktu. Bu şehirde artık beni tanıyan kimse yok... İşte bu yüzden bir yabancı gibi hissediyorum kendimi. Bu şehir artık beni tanımıyor. Sanırım annesi babası alzheimer olup da kendisini tanımayanlar benim şu anki hissiyatımı anlayabilir.
O kadar da kötü değil aslında. Bu şehirde yaşayan, memleketi bu şehir olan arkadaşlarım var. Ama çok az sayıdalar. Geçmiş hiç geçmemiş gibi, bir yandan da o kadar çok geçmiş. Hem onların varlıkları var olmayanların eksikliğini daha da keskin hissettiriyor gibi.
İşte böyle... Bir zamanlar kendi evimde kaldığım bir şehirde, geçmişin özlemiyle yüklenmiş bir yürekle, bir yabancı gibi hissediyorum.
Çok mu duygusalım? Ne dersiniz?
Evet! Uzun yıllar yaşadığım, üniversite hayatımı geçirdiğim şehirde, bir otel odasından yazıyorum bu yazıyı, tıpkı bir yabancı gibi hissederek. Hemen her köşede geçmişimin bir döneminden izler var. Kimileri silinmiş biraz. Ama yine de oradalar. Eskiden yaşadığım apartman artık farklı bir renge bürünmüş. Ama uzaktan kendi kaldığım odanın penceresini görebiliyorum. Artık benim odamın penceresi değil. Artık o dairede tanıdığım kimse yok. Artık hiç tanımadığım insanlar kendi hatıralarını sindiriyor benim hatıralarımı sindirdiğim duvarlara.
Öğle yemeğini bir zamanlar sık sık gittiğim restoranda yedim. Tanıdık kimse yoktu. Sokaklarda tanıdık kimse yoktu. Bu şehirde artık beni tanıyan kimse yok... İşte bu yüzden bir yabancı gibi hissediyorum kendimi. Bu şehir artık beni tanımıyor. Sanırım annesi babası alzheimer olup da kendisini tanımayanlar benim şu anki hissiyatımı anlayabilir.
O kadar da kötü değil aslında. Bu şehirde yaşayan, memleketi bu şehir olan arkadaşlarım var. Ama çok az sayıdalar. Geçmiş hiç geçmemiş gibi, bir yandan da o kadar çok geçmiş. Hem onların varlıkları var olmayanların eksikliğini daha da keskin hissettiriyor gibi.
İşte böyle... Bir zamanlar kendi evimde kaldığım bir şehirde, geçmişin özlemiyle yüklenmiş bir yürekle, bir yabancı gibi hissediyorum.
Çok mu duygusalım? Ne dersiniz?
Etiketler:
geçmiş,
hayat,
insan,
şehir,
yabancılaşma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)