Eskiden iyi bir işe girmek için tecrübeye bakılırdı. Tabi bunu rüşvet, devreye hatırı geçen birini koyma gibi, onaylamadığımız ama her nedense fırsatını bulduğumuzda faydalanmaktan da geri kalmadığımız yöntemlerin olmadığını kabul ederek söylüyorum. Evet, eskiden tecrübeli olmak önemliydi. Sonra dünya küreselleşmeye başladı. İşletmeler uluslar arası bir hale geldi ya da kaçınılmaz olarak yabancı ülkelerle ilişki içine girdi. Sonuç olarak ise, işe eleman alırlarken tecrübe yanında yabancı dil de talep etmeye başladılar.
İşletmelerin elemanlarından talepleri büyük bir ivme ile artmaya başladı. Bir dil yetmez oldu, yanında ikinci hatta üçüncü bir yabancı dil bilenler öne geçti. Bilgisayar programları çıktı, programlama dilleri (C, C++, Basic), mesleğe özel bilgisayar programları (Auto-Cad, Logo,Photoshop) gibi konularda uzman olmak gerekti. Sonra özel eğitimler çıktı, uzmanlık sertifikaları peşinde koşulur oldu. Bir alanda uzmanlık yetmedi, iki üç alanda bilgi birikimi istediler. Üniversitelerde yandal ve çift anadal programları ortaya çıktı. Peki neden?
İşletmeler zorlu bir rekabet içine girdiler. Daha yüksek teknolojiye sahip olmak büyük bir avantajdı, ama çok sayıda rakip zaten bu avantaja sahipti. Özellikle üretim maliyeti konusunda, küreselleşen dünyada Çin başta olmak üzere çeşitli ucuz işgücü barındıran ülkeler, işletmeler arasında yine bir denklik sağladı. Sonuçta özellikle imalat alanında üretim maliyetleri üç aşağı beş yukarı denkleşti. Kalite konusunda da rakip işletmeler arasında pek fark yoktu. Oysa fark yaratmak ve pazar payını iyileştirmek gerekmekteydi.
Fark yaratmak için fark yaratacak insanlar gerekmekteydi. Fark yaratacak insanları işletmeler adeta avlar oldu. Daha kaliteli eleman ise, bir konuda uzman olsa da çok konuda birikim sahibi, yaptığı işin önceki ve sonraki aşamaları hakkında çok şey bilen bu sayede de büyük resme bakabilen, geniş düşünen insanlardı. Ayrıca bir konuyu pek çok açıdan değerlendirebilen, hızlı düşünüp, çabuk ve doğru karara ulaşabilen insalardı. Böyle biri haline gelebilmek için insanlar birbiri ile yarışır oldu. Böyle insanlar üretebilmek için ülkeler yarışır oldu.
Sonuçta vasat bir işte çalışıp, geçim derdi içinde vasat bir hayat sürmeyen insanlar, kendilerini geliştirebilmek için okullara, kurslara, özel eğitimlere akın ettiler. En zekiler, en çalışkanlar seçildi, diğerleri sınavlarda elendi.
İnsanların amacı oldukça anlaşılır. Daha iyi bir iş, daha çok itibar, daha çok gelir ve daha huzurlu bir hayat. Ancak yaptıkları, kendilerini parlatıp, paketleyip büyük işletmelere pazarlamaktan daha öte değildir. Tam olarak budur, kendini satmak.
Ancak insanlar okullarda, kurslarda, özel eğitimlerde en değerli zamanlarını, gençliklerini heba ettiler. Okuldan çıkıp, kurslara koşturdular. Geçilmesi gereken sınavlar vardı, öğrenilmesi gereken çok şey vardı, ve öne geçmek gerekliydi, öne geçmeliydi ki, iş görüşmelerinde patronların önüne daha süslü bir paketle kendilerini sunabilsinler.
İnsanlar günlerinin çok az bir kısmını kendilerine, arkadaşlarına, sevdiklerine, ailelerine ayırabilir oldular. Üstelik eğitim hayatı bittiğinde bu çile de bitmiyordu. Patronlar sizin paketinizi beğenmiş ve sizi işe almış olabilirlerdi, ancak hala daha iyi olabilirdiniz. Yoksa yerinize geçmek için can atan binlerce insan vardır. Üstelik kendilerini daha geliştirmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi, patronlar bir kişiden eskiden on kişiden beklediklerini bekler oldular. İnsanlar kariyer yapacağım, işimde yükseleceğim diye, eve iş taşır oldular. Sonuçta kazanıyorlar, çok para kazanıyorlar. İyice yaşlanıp artık hayattan o kadar zevk alamaz hale gelene kadar, yani emekliliklerine kadar harcayacak, tadını çıkaracak pek de zamanları olmayacak olan paraları kazanıyorlar. İçinde her gün birkaç saat ancak geçirebildikleri pahalı evler, çoğunlukla işe gidip gelirken kullanacakları pahalı arabalar alıyor ve mutlu oluyorlar.
Bu insanların çocukları anne ve babalarından çok bakıcılarının yüzünü görerek büyüyor. Hatta bu insanların azımsanamayacak bir kısmı evliliğe fırsat bulamadan iyice yaşlanıyor. Sonuç mu, başarı dolu ama yaşanmamış bir hayat. Yarış atı gibi en öne geçmek için yırtınarak geçmiş koskoca bir hayat. İnsanı mutlu eden hemen her şeye pek az zaman ayırarak, pek az arkadaşla, kopma noktasına gelmiş, resmileşmiş aile bağlarıyla, ve yalnızlıkla dolu bir hayat.
Bu sistem, yani kapitalizm insanı sömürüyor. Bu bir tür köleleştirmektir. Sizden çalınan zamanlarınızın, aslında paha biçilemez olduğunu ancak yaşlandığımızda, o da belki anlayabileceğiz.
Bu sistemin hiç mi faydası yok. Ellbette var, toplumu daha bilgili, daha bilinçli, daha kaliteli hale getiriyor. İnsan kalitesini yükseltiyor ve ortaya kısacık ömürlerini çar çur eden kaliteli insanlardan oluşan toplumlar çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder