eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2020 Çarşamba

Müslüman Toplumlar Neden Cahil?

Kabul etmeliyim ki başlık biraz sert oldu. Ancak maalesef ki durum bu. Yine de birini yada birilerini cahil olarak tanımlayabilmek için öncelikle cehaletin ne olduğu ve kime cahil denildiğini net bir şekilde bilmek gerekir. TDK'ya hemen başvurduğumuzda cehalet kelimesine karşılık bilgisizlik karşılığının verildiğini görüyoruz. Cahil kelimesine ise üç farklı karşılık verilmiş. Birincisi öğrenim görmemiş, okumamış, ikincisi belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan, üçüncüsü ise deneyimsiz, genç, toy. Haliyle bu yazının başlığının tam anlamıyla cahil kelimesinin sözlükteki kelime anlamını ifade ettiğini, herhangi bir aşağılama ve/veya hakaret amacı güdülmediğini baştan belirtmek isterim. Bununla birlikte bu yakışıksız tanımlamanın ispata muhtaç olduğu da açık. Müsaadenizle ispata çalışayım.

Ülkelerin okuryazarlık istatistiklerini incelemeye alırsak nesnel bir çıkarımda bulunabiliriz. Örneğin 2020 yılı verilerine göre en düşük okuryazarlık oranına sahip ülkelerin hangileri olduğuna bakalım:

    •  Burkina Faso: %36 (Nüfusunun yaklaşık %60'ı müslüman)
    • Orta Afrika Cumhuriyeti: %36,8  (Nüfusunun %15'i müslüman)
    • Afganistan: %38,2
    • Benin: %38,4 (Nüfusunun yaklaşık %28'i müslüman)
    • Mali: %38,7 (Nüfusunun %90'ı müslüman)
    • Çad: % 40.2 (Nüfusunun yaklaşık %28'i müslüman)
    • Fildişi Sahili: %43,1 (Nüfusunun %38,6'sı müslüman)
    • Irak: %43,7
    • Liberya: %47,6 (Nüfusunun yaklaşık %12'si müslüman)
    • Sierra Leone: %48,1 (Nüfusunun %78'i müslüman)
    • Etiyopya: %49,1 (Nüfusunun %34'ü müslüman)
Okur yazarlık oranı en  yüksek olan ülkeler baktığımızda %99 ve üzerinde okur yazar oranına sahip ülkeler: Belarus, Rusya, Slovenya, Küba, Türkmenistan, Slovakya, Özbekistan, Palau, Kırgızistan, Tonga, Moldova, Maldivler, Karadağ, İtalya, Macaristan, Samoa ve Trinindad ve Tobago olarak listeleniyor.  (Kaynak 1)

Buradan da görüleceği üzere çoğunluğu Afrika ülkeleri olmak üzere en düşük okur yazarlık oranına sahip ülkelerde ciddi bir müslüman nüfus bulunuyor. Hatta bazı ülkelerde bu rakam ülke nüfusunun neredeyse tamamı. Örneğin Afganistan ve Irak için oran bile verme gereği duymadım. 

Ancak okur yazar oranı en yüksek ülkelere baktığımızda da ciddi müslüman nüfusa sahip ülkelerin bulunduğunu görüyoruz. Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi SSCB'nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan ülkeler bu listede yerini alıyor. Sovyet rejimini beğenmeyebilirsiniz ancak eğitim konusunda büyük bir başarı yakalamış oldukları da rakamlar tarafından gösteriliyor. 

Bununla birlikte 2017 yılında dünyada satılan kitapların ülkelere dağılımı incelendiğinde şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor:

    1. ABD : %30
    2. Çin : %10
    3. Almanya: %9
    4. Japonya: %7
    5. Fransa: %4
    6. Birleşik Kırallık: %4
    7. İtalya: %3
    8. İspanya: %3
    9. Hindistan: %2
    10. Brezilya: %2
Bu listeye bakılınca ABD'nin neden dünyanın süper gücü olduğunu anlamak çok da zor olmasa gerek. Çin ve Hindistan'ın listede yer alması milyarı aşkın nüfusları ile de ilgilidir. Ancak liste incelendiğinde ve nüfusları ile listeye girebilen Çin ve Hindistan elendiğinde Brezilya hariç listedeki ülkelerin tamamının gelişmiş ülkeler olduğu görülüyor. (Kaynak 2)

Ülkelerin nüfusundaki okula gitme ve mezuniyet dereceleri incelendiğinde ise yüksekokul ve üniversite seviyesinde en iyi ülkeler arasında hiçbir müslüman ülke bulunmazken, lise mezuniyetine gelindiğinde Kazakistan listede yer alıyor. İlkokul seviyesine gelindiğinde ise Kırgızistan'la birlikte Suudi Arabistan'ı listede görüyoruz. (Kaynak 3)

Yıllık alınan patent sayıları incelendiğinde yukarıdan aşağı inilirken karşılaştığımız ilk ülke olan Suudi Arabistan'ı 22. sırada görüyoruz. Türkiye ise bu listede 30. sırada. (Kaynak 4)

Hal böyle olunca müslüman ülkelerin büyük bir cehalet içinde olduğu, okur yazarlığın yüksek olduğu SSCB'den kopan ülkelerde ise kayda değer bilimsel gelişmelerin yaşanmadığını veriler bize gösteriyor. Ayrıca müslüman ülkelere baktığımızda halkın genel olarak batılı ülkelerden çok daha az okula gittiği, çok daha az kitap okuduğu, çok daha az bilimsel ve teknik başarı gösterdiği ortada olan bir gerçek. 

Peki bunun nedeni nedir? İşin açıkçası çok büyük bir zenginlik yaşamamış olan SSCB bile halkına yüksek bir okur yazarlık oranı sağlayabilmiş. Ancak özgür düşüncenin bu sistemde bulunmaması nedeniyle ar-ge ve bilimsel gelişmelerde geri kalınmış görünüyor. Yaratıcı düşünce gereken alanlarda SSCB'den ayrılan ülkelerin pek kayda değer başarısını göremiyoruz. 

İçinde bulunduğumuz çağda artık kitaplar elektronik ortamda, cebimizdeki telefondan bile okunabiliyor. Aslında hemen herkes cebinde potansiyel bir kütüphane taşıyor. Üstelik Gutenberg Project gibi ücretsiz, telifsiz pek çok kitaba erişilebilecek platformlar da mevcut. Hal böyleyken müslümanların önemli bir kısmının okur yazar olmaması, olsa bile kitap okumaması, eğitim hayatının genellikle kısa sürmesi nedenleriyle incelenmeli. Bunda müslümanların yaşadığı ülkelerin ekonomik ve siyasi sorunları bir neden olarak gösterilebilse dahi, siyasi sorunların akılcı çözümü ve ekonomik gelişme için de eğitimli insanların varlığı gerekiyor. Bugün hızla gelişmekte olan Güney Kore eğitime yeterince önem vermemiş olsaydı günümüzde küresel pek çok teknoloji markasına sahip olabilir miydi? Kuzey Kore'nin biraz daha gelişmiş, biraz daha modern versiyonu olarak olduğu yerde sayan bir ülke olarak kalırdı. Yani ekonomik gelişme için kaliteli bir eğitim sistemi ve okuyan, düşünen, eleştiren, çok geniş bir perspektife sahip insanlar yetiştirmek şart. 

Müslüman Toplumların Cahil Olmasında İslamın Etkisi Var Mı?

Belki müslüman toplumlarda cehaletin böylesin yaygın olması ile İslam arasında bir bağlantı olup olmadığı merak edilebilir. Dini açıdan ahkam kesebilecek biri olmasam da Kuran'da pek çok defa "akletmezler mi?", "görmezler mi?", "anlamazlar mı?" gibi manalara gelen ifadelerin varlığı görülmektedir. Bundan hareketle İslam dininin düşünmeye, anlamaya, kafa yormaya önem verdiği, bunu en iyi yapabilmek için ise eğitimin gerektiği göz önüne alınırsa, İslam dininin cehaletin nedeni olarak kabul edilmesi kesinlikle mümkün değildir. 

Kaldı ki, inanalar için cennete giden yolun kılavuzu niteliğinde olan Kuran, inanışa göre bizzat Allah tarafından peygamberi aracılığı ile insanlara aktarılmıştır. İçindeki her bir ayet Allah'ın kelamıdır. Bu ayetler hem toplumsal hem de bireysel olarak tüm insanlara hitap etmektedir. Ve bilindiği üzere Allah'ın peygamberine ilk vahyi "Oku!" dur. İstisnai vahiyler hariç olmak üzere peygambere gelen her vahiy aslında ona inanan tüm insanlara söylenmiş sayılacağından aslında Allah tüm müslümanlara ilk olarak "Oku!" demiştir. Bu ifadenin ise bir emir cümlesi olduğu ortadadır. Haliyle okumak müslümanların inanışında Allah tarafından onlara verilen ilk görev, hatta ilk emirdir. Bu nedenle de İslam dini ile müslüman toplumların cehaleti arasında doğrudan bir bağ kurmak akıl dışıdır. Hatta öyle denilebilir ki, müslüman olmanın ilk şartı okumaktır. Daha ilk emirde savsaklayan biri nasıl olur da sonraki diğer emirleri doğru düzgün anlayabilir, kavrayabilir ve uygulayabilir. 

SONUÇ

Tüm veriler ortaya konulduğunda müslüman toplumların neden cahil kaldıkları ile ilgili net bir kanaate ulaşmak mümkün değil. Üstelik İslam tarihinin belirli bir döneminde ciddi bilimsel gelişmelerin de yaşandığı ve günümüz bilim dünyasına da ışık tutmuş pek çok İslam aliminin de bu dönemde yetiştiğini unutmamak gerekir. Ancak ruhban sınıfı bulunmayan İslam dininde dini bilgisi yüksek kişilerin bu bilgileri ile parlayabilmeleri, çeşitli ünvanlar, makamlar ve mevkiler kazanabilmeleri için diğer insanların okuyup araştırmıyor olmasının gerektiği de ortadadır. Belki de bu yüzden çeşitli kesimler tarafından önemsenen ve Şeyh vb. ünvanlarla anılan kişilerin Kuran'ı herkesin anlayamayacağı, kavrayamayacağı, dinle uğraşmanın kolay olmadığı gibi söylemleri ile insanları dinlerini araştırarak öğrenmekten soğutmaları hatta korkutmaları buna bir etken olabilir. Yine de kesin bir neden ortaya koymak mümkün değil. Eğer ortada kesin bir neden yoksa bu genellikle çok sayıda nedenin varlığını ve girift bir durumun mevcut olduğunu gösterir.






25 Şubat 2010 Perşembe

Kapitalizmin İnsanı Sömürmesi Üzerine

Eskiden iyi bir işe girmek için tecrübeye bakılırdı. Tabi bunu rüşvet, devreye hatırı geçen birini koyma gibi, onaylamadığımız ama her nedense fırsatını bulduğumuzda faydalanmaktan da geri kalmadığımız yöntemlerin olmadığını kabul ederek söylüyorum. Evet, eskiden tecrübeli olmak önemliydi. Sonra dünya küreselleşmeye başladı. İşletmeler uluslar arası bir hale geldi ya da kaçınılmaz olarak yabancı ülkelerle ilişki içine girdi. Sonuç olarak ise, işe eleman alırlarken tecrübe yanında yabancı dil de talep etmeye başladılar.

İşletmelerin elemanlarından talepleri büyük bir ivme ile artmaya başladı. Bir dil yetmez oldu, yanında ikinci hatta üçüncü bir yabancı dil bilenler öne geçti. Bilgisayar programları çıktı, programlama dilleri (C, C++, Basic), mesleğe özel bilgisayar programları (Auto-Cad, Logo,Photoshop) gibi konularda uzman olmak gerekti. Sonra özel eğitimler çıktı, uzmanlık sertifikaları peşinde koşulur oldu. Bir alanda uzmanlık yetmedi, iki üç alanda bilgi birikimi istediler. Üniversitelerde yandal ve çift anadal programları ortaya çıktı. Peki neden?

İşletmeler zorlu bir rekabet içine girdiler. Daha yüksek teknolojiye sahip olmak büyük bir avantajdı, ama çok sayıda rakip zaten bu avantaja sahipti. Özellikle üretim maliyeti konusunda, küreselleşen dünyada Çin başta olmak üzere çeşitli ucuz işgücü barındıran ülkeler, işletmeler arasında yine bir denklik sağladı. Sonuçta özellikle imalat alanında üretim maliyetleri üç aşağı beş yukarı denkleşti. Kalite konusunda da rakip işletmeler arasında pek fark yoktu. Oysa fark yaratmak ve pazar payını iyileştirmek gerekmekteydi.

Fark yaratmak için fark yaratacak insanlar gerekmekteydi. Fark yaratacak insanları işletmeler adeta avlar oldu. Daha kaliteli eleman ise, bir konuda uzman olsa da çok konuda birikim sahibi, yaptığı işin önceki ve sonraki aşamaları hakkında çok şey bilen bu sayede de büyük resme bakabilen, geniş düşünen insanlardı. Ayrıca bir konuyu pek çok açıdan değerlendirebilen, hızlı düşünüp, çabuk ve doğru karara ulaşabilen insalardı. Böyle biri haline gelebilmek için insanlar birbiri ile yarışır oldu. Böyle insanlar üretebilmek için ülkeler yarışır oldu.

Sonuçta vasat bir işte çalışıp, geçim derdi içinde vasat bir hayat sürmeyen insanlar, kendilerini geliştirebilmek için okullara, kurslara, özel eğitimlere akın ettiler. En zekiler, en çalışkanlar seçildi, diğerleri sınavlarda elendi.

İnsanların amacı oldukça anlaşılır. Daha iyi bir iş, daha çok itibar, daha çok gelir ve daha huzurlu bir hayat. Ancak yaptıkları, kendilerini parlatıp, paketleyip büyük işletmelere pazarlamaktan daha öte değildir. Tam olarak budur, kendini satmak.

Ancak insanlar okullarda, kurslarda, özel eğitimlerde en değerli zamanlarını, gençliklerini heba ettiler. Okuldan çıkıp, kurslara koşturdular. Geçilmesi gereken sınavlar vardı, öğrenilmesi gereken çok şey vardı, ve öne geçmek gerekliydi, öne geçmeliydi ki, iş görüşmelerinde patronların önüne daha süslü bir paketle kendilerini sunabilsinler.

İnsanlar günlerinin çok az bir kısmını kendilerine, arkadaşlarına, sevdiklerine, ailelerine ayırabilir oldular. Üstelik eğitim hayatı bittiğinde bu çile de bitmiyordu. Patronlar sizin paketinizi beğenmiş ve sizi işe almış olabilirlerdi, ancak hala daha iyi olabilirdiniz. Yoksa yerinize geçmek için can atan binlerce insan vardır. Üstelik kendilerini daha geliştirmek için gece gündüz çalışmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi, patronlar bir kişiden eskiden on kişiden beklediklerini bekler oldular. İnsanlar kariyer yapacağım, işimde yükseleceğim diye, eve iş taşır oldular. Sonuçta kazanıyorlar, çok para kazanıyorlar. İyice yaşlanıp artık hayattan o kadar zevk alamaz hale gelene kadar, yani emekliliklerine kadar harcayacak, tadını çıkaracak pek de zamanları olmayacak olan paraları kazanıyorlar. İçinde her gün birkaç saat ancak geçirebildikleri pahalı evler, çoğunlukla işe gidip gelirken kullanacakları pahalı arabalar alıyor ve mutlu oluyorlar.

Bu insanların çocukları anne ve babalarından çok bakıcılarının yüzünü görerek büyüyor. Hatta bu insanların azımsanamayacak bir kısmı evliliğe fırsat bulamadan iyice yaşlanıyor. Sonuç mu, başarı dolu ama yaşanmamış bir hayat. Yarış atı gibi en öne geçmek için yırtınarak geçmiş koskoca bir hayat. İnsanı mutlu eden hemen her şeye pek az zaman ayırarak, pek az arkadaşla, kopma noktasına gelmiş, resmileşmiş aile bağlarıyla, ve yalnızlıkla dolu bir hayat.

Bu sistem, yani kapitalizm insanı sömürüyor. Bu bir tür köleleştirmektir. Sizden çalınan zamanlarınızın, aslında paha biçilemez olduğunu ancak yaşlandığımızda, o da belki anlayabileceğiz.

Bu sistemin hiç mi faydası yok. Ellbette var, toplumu daha bilgili, daha bilinçli, daha kaliteli hale getiriyor. İnsan kalitesini yükseltiyor ve ortaya kısacık ömürlerini çar çur eden kaliteli insanlardan oluşan toplumlar çıkıyor.