2000'li yıllarda tüm dünyada küreselleşme rüzgarları esmekteydi. Ülkeler, ekonomiler ve farklı kültürler arasındaki sınırlar gittikçe silikleşiyor, pek çok kişi kendini dünya vatandaşı olarak tanımlıyordu. Ancak ne olduysa oldu, bu rüzgar tersine esmeye başladı.
Küreselleşme birey olarak düşünüldüğünde ister gelişmiş ister gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor olsun, tüm herkes için faydalı bir gelişmeydi. Yurtdışındaki bir ülkeden istediğiniz bir ürünü sipariş edebiliyor ve arada ithalatçı olmadan kolaylık temin edebiliyordunuz. Ayrıca ülkeler arasındaki ticaret de çok daha kolaydı. Bir başka ülkeye gidip yerleşmek ve o ülkeye uyum sağlamak günümüzdeki durumla kıyasla çok daha az zorluğa sahipti. Bu durum mal ve işgücünü daha akışkan hale getirdiğinden ekonomik açıdan her bakımdan insanlar için faydalı bir durumdu. İşsizliğin yüksek olduğu ülkelerde düşük maaşlarla çalışmak zorunda kalan kişiler işsizliğin düşük olduğu ve daha yüksek maaşla çalışabilecekleri ülkelere yerleşebiliyorlardı.
Şimdi de bir başka ülkeye yerleşmek veya yurtdışından mal ve hizmet tedarik etmek mümkün. Ülkeler yine kendi aralarında ticaret yapıyorlar. Ancak atmosferde artık küreselleşme rüzgarı yok. Aksine artan nasyonalizm, radikalleşme, kutuplaşma ve ticaret savaşlarının kesif rüzgarları var.
Öncelikle ticaret savaşları tüm dünya ekonomisini durgunluğa itiyor. ABD-ÇİN arasında baş gösteren savaş aslında bir süper gücün konumunu koruma ve büyüyen bir devin yoluna devam etme mücadelesi. Bir tür bilek güreşi. Ancak bu savaşın sonucu olarak ABD'deki insanlar Çin'de üretilen ürünleri ticaret savaşları nedeniyle konulan ek vergiler yüzünden çok daha pahalıya almak zorunda kalıyorlar. Bu onların refahını düşürürken mal ve hizmetlere olan talebin daralması genel olarak ekonominin küçülmesi, küçülmüyorsa bile büyümesinin yavaşlamasına neden oluyor. Çin tarafında durum daha kötü. Çin'li firmalar en büyük pazarlarına mal ve hizmet satmakta zorlanıyor. Sonuç olarak Çin ekonomisinin büyüme hızı bu durumdan ciddi olarak olumsuz etkilenirken, Çin'li işçiler işsizlik riski ile karşı karşıya kalıyor.
İki ekonomik dev arasındaki bu bilek güreşi tüm dünyayı olumsuz etkiliyor. Üstelik AB ve Güney Amerika ülkelerinde de ekonomik gidişat umut vermiyor. Küresel bir durgunluk tüm dünyayı sarmış durumda.
Ticaret savaşları ve durgunlaşan küresel ekonomi nedeniyle ticari ilişkiler zayıflarken ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarının yol açtığı gerilimler ve çeşitli terör eylemleri farklı toplumların birbirlerine karşı toleranslarının azalmasına, milliyetçi akımların güçlenmesine, toplumların birbirlerini çok daha kolay düşman olarak tanımladığı bir ortamın oluşmasına yol açıyor. İşte farklı bir ülkeye gidip yerleşmek de bu nedenle zorlaşıyor. Bir göçmenin hangi ülkede olursa olsun sırf farklı bir etnik kimliğe sahip olduğu için bulunduğu ülkede ayrımcılığa uğrama, kötü muamele görme ve hatta ciddi bir saldırı ile karşı karşıya kalma olasılığı 2000'li yıllarda olduğundan kat kat fazla. Çünkü yabancı düşmanlığı özellikle de gelişmiş ülkelerde yükselen bir trend.
Küreselleşme rüzgarı ile zayıflayan sınırların sağladığı ekonomik refah artışı rüzgarın tersine dönmesi ile birlikte refah kaybına dönüşüyor. Bunun sorumlusu ise kesinlikle göçmenler olamaz. Ancak en çok bu durumdan zararı onlar görecektir. Göçmenleri suçlayanlar bu tür davranışları göstermelerine yol açan tüm etkenlerin aslında kendi ülkelerinin yöneticileri de dahil olmak üzere tüm dünya liderlerinin güç yarışı ve ihtirasları olduğunu fark edemiyorlar. Faturasını da hep birlikte ödüyoruz ödeyeceğiz. İster göçmen olalım, ister olmayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder