11 Mart 2010 Perşembe
Tarım'da yeni düzenleme
Türk tarımı yapısal sorunlarını aşabalicek mi? Güzel bir soru. Yakında tarımda reform olarak adlandırılabilecek bir düzenleme ile karşılaşmamız olası. Bu düzenlemeye göre, miras yolu ile tarım alanlarının küçülmesinin önüne geçilmeye çalışılacak. Mevcut durumda, aile büyükleri öldüğünde sahip oldukları araziler mirasçıları arasında paylaşılmakta. Bu durum ise ciddi sorunları beraberinde getirmekte.
Örnek bir aile yapısıyla devam edelim. Bir aileyi geçindirmek için yeterli büyüklükte arazisi olan bir kişinin dört çocuğu olsun. Mevcut sistemde arazisi ölümünün ardından dörde bölünmekte ve mirasçılarına kalan arazi bir aileyi geçindirebilecek kadar büyük olmamakta haliyle. Sonuç olarak bu durumda, babasının karnını doyurduğu gibi çocuklarının karnını toprağıyla doyuramayan kişiler şehirlere göçmek zorunda kalmakta. Ondan sonra alın size göç sorunu, büyük şehirlerde nüfus patlaması, çarpık kentleşme vs. Bu da yetmezmiş gibi çoğu zaman şehir yaşamına adapte olmaya çabalarken arazilerinden de vazgeçemeyen kişiler, arazileri ile şehirden yeteri kadar ilgilenemediklerinden verim düşüklüğü ile de karşı karşı kalabilmekteler. Sonuçta hem köylü yurttaşlarımız hem de ülkemiz kaybetmekte.
Gelmesi muhtemel yeni miras kanununda arazilerin parçalanması engellenecek. En çok parayı veren mirasçı arazileri alacak ya da bir hakim arazileri ehil olana verecek. Yani tarım konusunda en yetkin olan mirasçı arazileri alacak. Bunu dışında kurumsallaşma da özendirilecek. Bir aile şirketi kurulup arazilerin şirkete devri de mümkün olacak. Bu sayede hem tarımla gerçekten ilgilenen mirasçılar tarım yapmaya devam ederken, hem de arazilerin parçalanması önlenmiş olacak. Kulağa hoş geliyor ancak toprağa çok değer veren bir ulus olduğumuz için uygulanmasında sorunlar yaşayabiliriz. Babasından kalan araziyi her zaman kutsal olarak gören yurttaşlarımız, payına düşeni devretmemekte ısrarcı olabilir.
Türkiye'de tarım alanında yapısal reformların önündeki en büyük engel kültürel yapıdır. Önce kültüren yapıdaki direnç oluşturan konuların üstüne gidilmeli ve insanların toprakları ile aralarındaki duygusal bağlar zayıflatılmalıdır. Bu duygusal bağlar yüzünden küçülen arazilerde tarım yapılmakta, sonra da devlete kızılmakta neden biz geçinemiyoruz diye.
Bir örnek verelim. Bir A ürünümüz olsun ve bu A ürününde geçimini 4 kişilik bir ailenin rahatça sağlayabilmesi için 10000 kg yıllık ürün alması gereksin. Bir 4 kişilik ailenin ise tam 10000 kg yıllık ürün veren arazisi olsun. Bu ailenin büyükleri öldüğünde araziler iki kardeş arasında bölünecektir. Bu iki kardeş de bir aile kuracak (erkek olduklarını kabul edelim), ve paylarına düşen arazide tarıma devam edeceklerdir. Ancak artık kardeşler 5000 kg ürün alabilmekteler. Haliyle ailelerini geçindirememeleri son derecede doğal. Bir de bu arazilerin tekrar paylaşıldığını düşünün. Devlet bu A ürününe, yıllık 5000 kg ürün alabilenler de geçinebilsin diye aşırı sübvansiyon vermeli midir? Şimdiye kadar yapılan buydu. Ancak sonuçta tarımsal alandaki sorunların kaçı çözülebildi? Hemen hiç bir sorun çözülemedi. Demek ki yapılan sadece durumu idare edebilmiştir, hatta edememektedir. Türk halkı uysal bir yapıya sahip olduğundan, ki bunun da nedeni saltanat geçmişidir, kolay kolay isyan etmemekte, meydanlara doluşup isyan etmemektedir. Tabi yakın geçmişte meydanların dolduğunu da görmeye başladık. Demek ki Türk köylüsünün de artık sabrı kalmamış, bıçak kemiği de yarılamış.
Meclis gündemine yakında gelecek olan düzenlemenin tüm Türk halkına hayırlı olmasını diliyorum.
9 Mart 2010 Salı
Vatanım Olduğu Kadar Ülkem Olmayan Topraklar
Bu devlet kadar insanına değer vermeyen kaç devlet vardır dünyada? Bu soruyu kendime sordum, ve belki bir kaç Afrika ülkesi olabilir diye bir cevap geldi içimdeki sesten. Kesinlikle bu devlet kadar vatandaşına değer vermeyen başka bir devlet bulmak, en azından ülkemizi kıyasladığımız ve de kıyaslamak istediğimiz ülkelerle karşılaştırdığımızda imkansız gibi.
Bu ülkenin vatandaşıysanız hasta olmayın. Hastaneye gittiğinizde, bir yakınınıza refakat edene sağlıklı biri iseniz bile, kuyruklarda beklerken sinir hastası olur çıkarsınız. Sosyal güvenceniz olduğu halde cebinizden pek çok ödeme yapmak zorunda kalırsınız. Hatta bazı ilaçları ya da tedavileri SGK karşılamaz. Hastaneler her gün normalin kat kat üstünde hasta ile boğuşmak zorunda kalan hekilmerle doludur. O kadar ki sizin hastalığınıza gerekli özeni gösteremezler, ve belirtilere bakıp, o belirtiler hangi sık karşılaşılan hastalığa uyuyorsa hemen onu teşhis olarak belirleyip, reçetenizi verirler. Kanser olarak hastaneye gidip, grip teşhisiyle eve dönebilirsiniz bu ülkede.
Bu ülkede kaza geçirmeyeceksiniz bir de. Ya da kalp krizi falan. Yani aman ambulans çağırma ihtiyacı duymayın. Duysanız da çağırmayın, zaten siz öldükten sonra, ya da artık müdahale için çok geç kalındıktan sonra gelecektir ambulans. Hatta bir hastanenin bir kaç adım ilerisinde kaza geçirseniz bile değişen bir şey olmaz. Ambulans yine geç gelir. E bu ülkede çok insan var, bir eksilse ne olur mantığı tüm devlet kurumlarına hakimdir. Kimse size insan olarak bakmaz ve size insan olarak değer vermez.
Bu ülkede, hele de doğu bölgelerinde prematüre doğmak suçtur. Devletin başka işi yok mu da sizin için küvez temin edecek. Ha babanız yediği her ekmek için KDV ödemektedir bu devlete ama olsun, devlet ona da bir değer vermemiştir ki.
Ha erken doğmadınız tamam. İyi kötü büyüdünüz ne güzel. Sakın çağdaş bir eğitim beklemeyin. Matematik bilmeyen matematik hocalarınız olacaktır, ya da Tarih dersini Osmanlı propagandası yapmak sanan tarih hocalarınız olacaktır. Öğretmenlerinizin çoğu mesleğini isteyerek seçmemiştir, sevmeyerek ders anlatan öğretmenlerden nasıl bir eğitim bekleyebilirsiniz ki. Unutun Feride'yi, o sadece bir roman kahramanıdır. Gerçek hayatta öyle öğretmenler bulma olasılığınız yok gibidir.
Bu ülkede iyi kötü büyürsünüz. Önünüze devlet hep engel çıkarır durur. Neredeyse soluduğunuz hava için bile vergi ödersiniz ama size döndüğü görülmemiştir. Birileri bir yerlerde gemiciklerine gemicik ekler. Siz vergi verirsiniz. Ayıp olmasın diye de arada kaldırımlar değişir, yollar genişletilir. Amaç size hizmet götürmek değildir ama. Amaç sizin gözünüzü boyayıp oyunuzu almaktır. Bir de ihaleyi alan kişiler hep birilerinin tanıdığı olur. Amaç eş dost para kazansın.
Sonra askerlik çağınız gelir, ama bazılarına gelmez o çağ. Bazılarının parası vardır, gider yurtdışına. Sonra gelir üç beş gün kamp havasında askerlik yapar gider. Siz gidersiniz, dağda ölürsünüz. Nefes filminde komutanın dediği gibi, 45 saniye televizyonlarda kahraman olursunuz. Sonra unuturlar sizi. Zaten adınızı haberlerde duyanlar da, bir dakika sonra hatırlamaz artık adınızı, eğer tanıdığı biri değilseniz. Ama şehitler ölmez vatan bölünmez nutukları atılır bu ülkede. Oğulları askerlik değil kamp yapanlar çıkar televizyona, timsah gözyaşları döker, halkın gönlünü kazanmaya çalışır. Aslında halkın oyunu kazanmaya çalışmaktadır. Siz canınızı verirsiniz, birileri sizin canınızın üzerinden siyaset yapar, oy kapar.
Bu ülke böyle bir ülke. Her geçen gün biraz daha düzeleceğine dair umutlarımı kaybettiğim ülke. Her geçen gün kırgınlığımın arttığı vatanım. Toprağı üstünde yaşayanlar vatan kılar, ölerek, yaşayarak, inşa ederek, ekerek, biçerek. Vatanı üzerinde yaşayanlar ülke yapar, düzen kurarak, imar ederek. Bu topraklar vatan olmuştur ama, bozuk bir ülkedir malesef. Keşke bu topraklara vatanım diyebildiğim kadar içime sinerek ülkem de diyebilsem. Ama olmuyor işte.
Bu ülkenin vatandaşıysanız hasta olmayın. Hastaneye gittiğinizde, bir yakınınıza refakat edene sağlıklı biri iseniz bile, kuyruklarda beklerken sinir hastası olur çıkarsınız. Sosyal güvenceniz olduğu halde cebinizden pek çok ödeme yapmak zorunda kalırsınız. Hatta bazı ilaçları ya da tedavileri SGK karşılamaz. Hastaneler her gün normalin kat kat üstünde hasta ile boğuşmak zorunda kalan hekilmerle doludur. O kadar ki sizin hastalığınıza gerekli özeni gösteremezler, ve belirtilere bakıp, o belirtiler hangi sık karşılaşılan hastalığa uyuyorsa hemen onu teşhis olarak belirleyip, reçetenizi verirler. Kanser olarak hastaneye gidip, grip teşhisiyle eve dönebilirsiniz bu ülkede.
Bu ülkede kaza geçirmeyeceksiniz bir de. Ya da kalp krizi falan. Yani aman ambulans çağırma ihtiyacı duymayın. Duysanız da çağırmayın, zaten siz öldükten sonra, ya da artık müdahale için çok geç kalındıktan sonra gelecektir ambulans. Hatta bir hastanenin bir kaç adım ilerisinde kaza geçirseniz bile değişen bir şey olmaz. Ambulans yine geç gelir. E bu ülkede çok insan var, bir eksilse ne olur mantığı tüm devlet kurumlarına hakimdir. Kimse size insan olarak bakmaz ve size insan olarak değer vermez.
Bu ülkede, hele de doğu bölgelerinde prematüre doğmak suçtur. Devletin başka işi yok mu da sizin için küvez temin edecek. Ha babanız yediği her ekmek için KDV ödemektedir bu devlete ama olsun, devlet ona da bir değer vermemiştir ki.
Ha erken doğmadınız tamam. İyi kötü büyüdünüz ne güzel. Sakın çağdaş bir eğitim beklemeyin. Matematik bilmeyen matematik hocalarınız olacaktır, ya da Tarih dersini Osmanlı propagandası yapmak sanan tarih hocalarınız olacaktır. Öğretmenlerinizin çoğu mesleğini isteyerek seçmemiştir, sevmeyerek ders anlatan öğretmenlerden nasıl bir eğitim bekleyebilirsiniz ki. Unutun Feride'yi, o sadece bir roman kahramanıdır. Gerçek hayatta öyle öğretmenler bulma olasılığınız yok gibidir.
Bu ülkede iyi kötü büyürsünüz. Önünüze devlet hep engel çıkarır durur. Neredeyse soluduğunuz hava için bile vergi ödersiniz ama size döndüğü görülmemiştir. Birileri bir yerlerde gemiciklerine gemicik ekler. Siz vergi verirsiniz. Ayıp olmasın diye de arada kaldırımlar değişir, yollar genişletilir. Amaç size hizmet götürmek değildir ama. Amaç sizin gözünüzü boyayıp oyunuzu almaktır. Bir de ihaleyi alan kişiler hep birilerinin tanıdığı olur. Amaç eş dost para kazansın.
Sonra askerlik çağınız gelir, ama bazılarına gelmez o çağ. Bazılarının parası vardır, gider yurtdışına. Sonra gelir üç beş gün kamp havasında askerlik yapar gider. Siz gidersiniz, dağda ölürsünüz. Nefes filminde komutanın dediği gibi, 45 saniye televizyonlarda kahraman olursunuz. Sonra unuturlar sizi. Zaten adınızı haberlerde duyanlar da, bir dakika sonra hatırlamaz artık adınızı, eğer tanıdığı biri değilseniz. Ama şehitler ölmez vatan bölünmez nutukları atılır bu ülkede. Oğulları askerlik değil kamp yapanlar çıkar televizyona, timsah gözyaşları döker, halkın gönlünü kazanmaya çalışır. Aslında halkın oyunu kazanmaya çalışmaktadır. Siz canınızı verirsiniz, birileri sizin canınızın üzerinden siyaset yapar, oy kapar.
Bu ülke böyle bir ülke. Her geçen gün biraz daha düzeleceğine dair umutlarımı kaybettiğim ülke. Her geçen gün kırgınlığımın arttığı vatanım. Toprağı üstünde yaşayanlar vatan kılar, ölerek, yaşayarak, inşa ederek, ekerek, biçerek. Vatanı üzerinde yaşayanlar ülke yapar, düzen kurarak, imar ederek. Bu topraklar vatan olmuştur ama, bozuk bir ülkedir malesef. Keşke bu topraklara vatanım diyebildiğim kadar içime sinerek ülkem de diyebilsem. Ama olmuyor işte.
8 Mart 2010 Pazartesi
Ege'de Tampon Bölge
Okuduğum bir habere göre Atina Ankara'ya yeni bir öneri ile gelmeye hazırlanıyormuş. Bu teklifte Ege'de bir bölge Türk ve Yunan savaş uçakları için uçuşa kapatılması öngörülmekteymiş. Böylece Türk ve Yunan savaş uçaklarının karşılaşması engellenecekmiş. Gerçekten ilgi çekici bir öneri, bizimkilerin neden aklına gelmez ki böyle bir öneri götürmek.
Her şeyden önce, bir AB ülkesi, aynı zamanda da NATO üyesi olan Yunanistan, her iki bakımdan da müttefikimiz olmaktadır. AB'ye girme politikası güden bir Türkiye nasıl olur da bir AB üyesi ülkeye karşı düşmanca tavır alır. Aynı şey Yunanistan için de geçerli. Bir AB üyesi ülke nasıl olur da gelecekte AB'ye üye olacak bir ülkeyle askeri sorun yaşar. Aynı şeyi NATO için de söyleyebiliriz. Yarın bir savaş olsa, aynı safta yan yana savaşması muhtemel iki ordunun askerleri neden karşı karşıya gelsin? Bunda mantıklı bir yer var mı?
Kıta sahanlığı konusu zaten karışık. Ortada çok karmaşık bir coğrafi yapı var. Bir iç içe geçişmişlik söz konusu. Kolay da çözüm bulunacak bir konu değil. Ancak çözüm savaş uçaklarımızın ikide bir it dalaşına girişmesi ile gelmeyecektir, orası kesin. Eğer bu iki ulus gelecekte barış içinde yaşayacaksa, yaşamak istiyorsa, aralarındaki sorunları barışçıl yöntemlerle halletmesi gerekmektedir. Atina bu konuda son derecede olumlu karşılanması gereken bir adımın eşiğinde habere göre. Proaktif siyaset güttüğünü iddia eden AKP'ye de güzel bir cevap oluyor aynı zamanda.
Bu adım gerçeğe dönüşürse Atina'nın kazanacağı çok şey var. Her şeyden önce, son yaşanılan ekonomik krizde, Yunanistan'ın silahlanma konusunda Türkiye ile yarışmasının etkisi büyük. Türkiye ile silahlanma yarışına girince artan askeri harcamalar, Yunanistan ekonomisini son derecede zorlamıştır. Bu tür barışçıl adımlar sayesinde ise, gelecekte askeri harcamaların bütçe üzerindeki yükünü azaltmak mümkün olacaktır. Sonuçta Yunanistan kendine en büyük tehdit olarak Türkiye'yi görmekteydi. Eğer Türkiye tehdit olarak algılanmaz ise askeri harcamaları düşürmek de olası olacaktır.
Bu noktada Türkiye için değişen pek bir şey olmayacaktır. Yunanistan da Türkiye tarafından bir tehdit olarak görülmektedir. Yakın geçmişte yaşanan Kardak krizi gibi sorunlar da tehdit algılamasını karşılıklı olarak güçlendirmiştir. Ancak Türkiye'nin tehdit algılaması biraz farklı. Bu durumda askeri harcamalar açısından Türkiye'de önemli bir değişiklik olmayacaktır.
Sadece havada değil denizde de benzer bir tutum pek ala izlenebilir. Tartışmalı bölgelerde iki ülke ortak bir güvenlik birimi oluşturup, güvenliği birlikte sağlayabilirler. İki ülke sahil güvenlikleri bir Ege sahil güvenliği neden oluşturmasın. Ancak bu, sadece bu iki ülke halklarının ve de yöneticilerini birbirini tehdit olarak görmekten vazgeçip, dost olarak görmeye başlamasıyla mümkün olabilir.
Sonuçta barış güçlenecekse ve de her şey karşılıklılık ilkesine bağlı olarak gerçekleşecekse, gelecek son derecede olumlu gelişmelere gebe gibi görünüyor. Seyredelim ve herkesin en iyi olanda karar kılmasını umalım. Zaten ötesi elimizden gelmez.
7 Mart 2010 Pazar
Asıl Kızılması Gereken Kim?
Millet olarak sorunları görmezden gelme konusunda üzerimize yok. Plan yapmak, bir yol tutturmak, bu yolda kararlı bir şekilde azimle yürümek, uzun soluklu çaba içine girmek, uzun vadeli düşünmek mi, geçin siz onları. Anı yaşamak üzerine programlanmış bizim zihinlerimiz ve de tembellik. Yatalım kalkalım ve en iyiler bizim olsun, oh ne güzel.
Ermeni lobisi büyük bir zafer kazandı geçenlerde. Hemen ardından tepkiler geldi. Hiç kimse dış işlerimizi yönlendirenlere çamur atmadı. Öyle ya, onların oy kullanma hakkı yoktu değil mi? Tabi bu mazeret yetiyor bize. Hemen kızalım ABD'ye, tu kaka diyelim. Ama yıllar boyu birbirleri ile didişmekten ne bu halka ne de bu ülkenin dış politikasına gerekli özeni göstermeyen güzide siyasetçilerimize dokunmayalım. Onların yetersizliklerine kapatalım gözlerimizi. Sonra onlar da bizden olduklarından, yani gökten gelmedikleri için, içimizden çıktıkları için, bizim gibi oldukları için, bizim gibi düşünüyorlar ve tepki veriyorlar. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı da, başbakanı da, sokaktaki herhangi bir insanın vereceği tepkiyi vermekle yetiniyor. Ha bir konumları gereği küfür edemiyorlar doyasıya, ancak politik bir lisan kullanıp geçiştiriyorlar.
Sonra da ABD düşmanlığı hortlasın. Oh ne güzel. Çalışan kazanır, uyanın artık. Geçmişte ermeni lobisine karşı Yahudi lobisini kullanırdık ve de genelde işe yarardı. Şimdi İsraille bu kadar didişince, Yahudi lobisinden de yardım isteyemiyoruz haliyle. Tabi biz millet olarak tembel olduğumuzdan, ABD de bir Türk lobisi yok. Peki nasıl etkileyeceksiniz oradaki oylamaları. Silah alımları, ticari, politik, stratejik tavizler vs. Bırakın ABD'yi daha AB'de doğru dürüst etkimiz yok. Sonra da kızalım, neden bizim aleyhimizde kararlar çıkıyor diye. E biz uyurken adamlar çalışıyordu harıl harıl, biz uyurken birileri el sıkışıyordu, birileri ikna ediliyordu, birileri satın alınıyordu hatta belki. Biz ne yapıyorduk. Uyuyorduk. Sonra da kızalım. Önce kendinimize kızmamız gerekmez mi?
Yok ama biz hep en iyiyiz. Biz hiç gereksiz yere adam öldürmedik. Anayurttan kopup ta Avrupalara kadar da hiç cinayet işlemeden ilerledik biz. Zaten zamanından beri rumlar olsun, slavlar olsun, araplar olsun ne bileyim, "Ya şu Türkler gelse de bize hükmetse" diyip duruyorlardı. Sonra bizim yeniçeriler gittikleri yerde son derecede aklı başında davrandı hep. Her biri erdem ve ahlak timsali idi. Her ne kadar 40'lı yaşlara kadar evlenemiyor olsalar da, abazalık yoktu onlarda, hiç gittikleri yerlerde kadınlara kızlara yan gözle bakmadılar, her gavur! kadın onların bacısıydı. Öyle ya, biz hep masumuz.
Kimse aç gözlüydük, gücümüz yetse tüm cihanı kese kese ele geçirirdik demez. Diyemez. Ama öyleyiz, bugün Afganistan'a giren, Irak'ı işgal eden ABD ne ise biz de oyduk. Şimdi ABD karşıtlarının bu kadar tepki göstermesinin altında biraz da kıskançlık var. Sen bir zamanların dünya devi cüce ol, kolay mı.
Tabi bu sözlerden Ermeni soykırımını desteklediğimi düşünebilirsiniz. Yok ama o kadar da değil. Dediğim bireysel olarak sapkınlıklarımız bizim de olmuştur. Ancak soykırım başka bir olaydır. Sistematik olması gerekir, devlet politikası olması gerekir.
Ama gelin görün ki biz kendimizi savunma gereği duymuyoruz. Yolda yürüyen sarhoş gibiyiz. Hem sarhoşuz hem de ayağımıza her çarpan taşa kızıyoruz. Yani aymazlık aslında bizimkisi. Ama ne yapacaksın, böyle yetersiz insanları kendi başına getiren bir millet de, böyle rezil olmayı hak etmiştir aslında. Doğru kişiler çıkaracaktık, doğru kişileri seçecektik. Ama bu toplumda doğru kişi mi var. Herkes gemicik derdinde.
Pek bir şey beklemeyin sakın, bu millet kendi adam olmadıktan sonra, adam gibi adamları başına seçemedikten sonra, bu ülke şamar oğlanı olmaktan kurtulamayacaktır.
Ermeni lobisi büyük bir zafer kazandı geçenlerde. Hemen ardından tepkiler geldi. Hiç kimse dış işlerimizi yönlendirenlere çamur atmadı. Öyle ya, onların oy kullanma hakkı yoktu değil mi? Tabi bu mazeret yetiyor bize. Hemen kızalım ABD'ye, tu kaka diyelim. Ama yıllar boyu birbirleri ile didişmekten ne bu halka ne de bu ülkenin dış politikasına gerekli özeni göstermeyen güzide siyasetçilerimize dokunmayalım. Onların yetersizliklerine kapatalım gözlerimizi. Sonra onlar da bizden olduklarından, yani gökten gelmedikleri için, içimizden çıktıkları için, bizim gibi oldukları için, bizim gibi düşünüyorlar ve tepki veriyorlar. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı da, başbakanı da, sokaktaki herhangi bir insanın vereceği tepkiyi vermekle yetiniyor. Ha bir konumları gereği küfür edemiyorlar doyasıya, ancak politik bir lisan kullanıp geçiştiriyorlar.
Sonra da ABD düşmanlığı hortlasın. Oh ne güzel. Çalışan kazanır, uyanın artık. Geçmişte ermeni lobisine karşı Yahudi lobisini kullanırdık ve de genelde işe yarardı. Şimdi İsraille bu kadar didişince, Yahudi lobisinden de yardım isteyemiyoruz haliyle. Tabi biz millet olarak tembel olduğumuzdan, ABD de bir Türk lobisi yok. Peki nasıl etkileyeceksiniz oradaki oylamaları. Silah alımları, ticari, politik, stratejik tavizler vs. Bırakın ABD'yi daha AB'de doğru dürüst etkimiz yok. Sonra da kızalım, neden bizim aleyhimizde kararlar çıkıyor diye. E biz uyurken adamlar çalışıyordu harıl harıl, biz uyurken birileri el sıkışıyordu, birileri ikna ediliyordu, birileri satın alınıyordu hatta belki. Biz ne yapıyorduk. Uyuyorduk. Sonra da kızalım. Önce kendinimize kızmamız gerekmez mi?
Yok ama biz hep en iyiyiz. Biz hiç gereksiz yere adam öldürmedik. Anayurttan kopup ta Avrupalara kadar da hiç cinayet işlemeden ilerledik biz. Zaten zamanından beri rumlar olsun, slavlar olsun, araplar olsun ne bileyim, "Ya şu Türkler gelse de bize hükmetse" diyip duruyorlardı. Sonra bizim yeniçeriler gittikleri yerde son derecede aklı başında davrandı hep. Her biri erdem ve ahlak timsali idi. Her ne kadar 40'lı yaşlara kadar evlenemiyor olsalar da, abazalık yoktu onlarda, hiç gittikleri yerlerde kadınlara kızlara yan gözle bakmadılar, her gavur! kadın onların bacısıydı. Öyle ya, biz hep masumuz.
Kimse aç gözlüydük, gücümüz yetse tüm cihanı kese kese ele geçirirdik demez. Diyemez. Ama öyleyiz, bugün Afganistan'a giren, Irak'ı işgal eden ABD ne ise biz de oyduk. Şimdi ABD karşıtlarının bu kadar tepki göstermesinin altında biraz da kıskançlık var. Sen bir zamanların dünya devi cüce ol, kolay mı.
Tabi bu sözlerden Ermeni soykırımını desteklediğimi düşünebilirsiniz. Yok ama o kadar da değil. Dediğim bireysel olarak sapkınlıklarımız bizim de olmuştur. Ancak soykırım başka bir olaydır. Sistematik olması gerekir, devlet politikası olması gerekir.
Ama gelin görün ki biz kendimizi savunma gereği duymuyoruz. Yolda yürüyen sarhoş gibiyiz. Hem sarhoşuz hem de ayağımıza her çarpan taşa kızıyoruz. Yani aymazlık aslında bizimkisi. Ama ne yapacaksın, böyle yetersiz insanları kendi başına getiren bir millet de, böyle rezil olmayı hak etmiştir aslında. Doğru kişiler çıkaracaktık, doğru kişileri seçecektik. Ama bu toplumda doğru kişi mi var. Herkes gemicik derdinde.
Pek bir şey beklemeyin sakın, bu millet kendi adam olmadıktan sonra, adam gibi adamları başına seçemedikten sonra, bu ülke şamar oğlanı olmaktan kurtulamayacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)