12 Haziran 2012 Salı

Evrensel İnsanlar


İnsan ikiyüzlüdür. Doğasında var belki bu ikiyüzlülük, ta yaratılışından gelen belki de geçen zaman içinde yerleşti insana. Bir tür evrim sonucu oluşan yan etkide denilebilir belki. Ancak kesin olan bir şey var o da insan ikiyüzlü bir varlıktır ve kendi çıkarlarını gözetmek uğruna olmadık aşağılıkları yapar ve bunları yaparken de kendini dürüstlük timsali bir insan olarak gösterebilir.  Üstelik bundan kesinlikle gocunmaz, bunu bir olağandışılık olarak algılamaz, son derecede normal bir davranıştır bu onun için. Ancak aynı durumda karşısındaki benzer bir davranış sergilediğinde onu suçlamak, aşağılamak, yerin dibine sokmak ve bunu yaparken de kendini daha da yüceymiş gibi göstermek için elinden gelen çabayı göstermekten geri durmaz.Denilebilir ki şeytana ilk taş atan şeytanın kendisidir. 

Peki insan neden böyledir. Ying-Yeng ikilemi vardır insanın özünde. Uzakdoğulu insanlar belki antik Yunan filozoflarından da öteydiler insanı anlama ve yaradılışını kavrama konularında. Ancak  o kadar da özgürlükçü bir toplumda, özgürlükçü bir kültürde yetişmemiş olan bu kişiler genellikle bir hükümdara ya da doğanın karşı konulamaz güçlerine karşı kendilerini sorumlu hissetmişler ve boyun eğmişlerdir. Doğu felsefesinde doğaya karşı koyma yoktur, ona boyun eğme ve ona uyum sağlama vardır.
İnsanın iki yüzlülüğünün özündeki ikilem, evrensel doğru ile kişisel doğrunun çatışmasından kaynaklanır. Evrensel doğrular tüm insanlar için ortak olan doğrular iken, kişisel doğrular bir kişi ya da belli bir sosyal grubun doğru bulduğu şeylerdir. İnsan kendi kişisel doğruları ya da ait olduğu sosyal gurubun doğruları ile evrensel doğrular çakıştığında, insan olmaktan kaynaklanan evrensel doğruya uyma gereğini ihlal ederek kendi kişisel ya da grupsal doğrusu yönünde hareket etmekte, yani kendi çıkarlarını evrensel doğrulardan üstün saymaktadır. Bu tüm dünyada, tüm toplumlarda ve topluluklarda böyledir. Nadiren de olsa zaman zaman toplumların içinde evrensel doğrulara kendini adamışlar çıkabilir. Ancak bu kişiler ait oldukları sosyal grupların çıkarlarını zaman zaman da olsa savunmadığı için dışlanmaya, ötekileştirilmeye, itilip kakılmaya ve kimsenin arzu etmeyeceği bir şekilde yaşamaya adeta mahkum edilmektedirler. Neticede ise evrensel doğrular çökmekte, yenilmekte, çıkarlar öne çıkmaktadır. 

Bir insan kendi çıkarı için pek çok aşağılık şeyi yapabilir. Hiç utanmadan, insanlığından ar duymadan büyük yanlışlar yapabilir ama bunları yaparken kendini yaptıklarının doğru olduğuna kandırmıştır. Bu kişiler için asıl önemli olan gerçekte doğru olan değil, yani evrensel doğrular değil, kendi kişisel doğruları ya da ait olduğu sosyal grubun doğrularıdır. Evrensel doğruları bir yana itip, bireysel ya da grupsal doğruları kabullenen, özümseyen insanlar ise kamplaşmak, gruplaşmaya ve kutuplaşmaya mahkum olmaktadırlar. Bu kamplaşmaların ve kutuplaşmaların neticesinde ise tarih boyunca pek çok insanlık dramı yaşanmıştır, yaşanmaya devam etmektedir ve üzülerek belirtmek gerek ki daha devamda edecektir. 

Netice olarak, evrenselin yolundan sapan insanlar, evrensele yüzlerini dönmedikçe bu dünyaya barışın, huzurun, mutluluğun ve kardeşliğin gelmesi mümkün değildir. 

İnsanların öncelikle evrensel insan olmayı ilke edinmeleri gerekmekte ve dünyanın her neresinde olursa olsun, hangi kültüre ait, hangi dine bağlı, hangi dili konuşan, hangi etnik kökenden gelen insanlar olursa olsun, dünyadaki tüm insanların insan evrensel kümesinin içinde birer eleman olduklarını özümsemeleri ve bu bilinçle hareket etmeleri halinde dünya çok daha yaşanılası bir yer olacaktır kuşkusuz…. 

Ne mutlu evrensel insanlara…

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Türk Genci Teknoloji Üreticisi Değil Mi?

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce Facebook'un nasıl kurulduğunun anlatıldığı Türkçe'ye Sosyal Ağ olarak çevrilen The Social Network adlı filmi izledim. Filmi izlerken aklıma bazı sorular takıldı ve ben de bunları paylaşmak istedim.

Herşeyden önce, Facebook her ne kadar popüler olduğu için bilinse de, Facebook'u genç yaşta kuran ve en genç dolar milyarderi olan Mark Zuckerberg yalnz değil. Dünyanın pek çok yerinde Facebook kadar üne ve piyasa değerine kavuşamasa da, çok sayıda genç, teknolojiyi, bilgiyi ve yaratıcılıklarını kullanarak kendilerini dolar milyarderi olmasa bile, milyoneri yapmayı başarıyor. Bunlara pek çok örnek bulmak mümkün. Dünyada sıklıkla ziyaret ettiğiniz sitelere bir bakın, sahiplerini bir inceleyin, pek çoğunun daha genç yaşta bunu başardığını göreceksiniz. Dünyada internet denilince ilk akla gelen kelime olan Google'ın kurucuları da, Mark'tan daha büyük bir yaşta Google'ı kurmuş olsalar da, bu işi genç yaşta yapmışlardır.

Dünyada belki teknolojiyi, özellikle de interneti kullanarak köşeyi dönen binlerce genç bulmak mümkün. Ülkemizde de internetten para kazanan önemli sayıda insan var. Bu insanlar internette birşeyler ararken uğradığınız sitelerin sahipleri genellikle. Hatta bazen bir şeyler satın aldığınız sitenin sahipleri. Tabi içi boş, içeriği olmayan ancak bir şekilde Google aramalarında üst sıralarda çıktığı için ziyaret ettiğiniz, spam olarak adlandırılan sitelerin de sahipleri. Ancak bu kişilerin gelirlerine baktığımız vakit, ülkemizdeki kişi başı milli gelirle kıyaslandığında oldukça yüksek miktarlarda kazananlar olasa bile, kazançları dünyadaki örnekleri ile kıyaslandığında düşük kalıyor genellikle.

Türkiye'den Mark Zuckerberg'ler çıkmıyor demeye getiriyorum sözü ama çıkmak zorunda da değil. Ama çıkabilir de. Neden olmasın? Önemli olan, internet dediğimiz şu teknoloji harikası platformu önemli bir gelir kapısı haline dönüştürebilmek. Tabi bunun için ortalama zekanın oldukça üstünde bir zekaya, bilgiye, yeteneğe ve de isteğe ihtiyaç var. Ayrıca özgür bir ortam da gerekli ki bu konuda ülkemizdeki durum her geçen gün daha düşündürücü bir hal almaktadır.

Eğer bunu bir sorun olarak görür isek bu sorunun ana temeli eğitimini yetersizliği ve kalitesizliğidir. Hollywood yapımı, hikayesinin en azından bir kısmı okulda geçen bir film seyrederken, oradaki eğitim sistemi ile bizdekini bir kıyaslayın. Filmle gerçeği kıyaslamak olmaz gibi gelebilir ama filmlerde genellikle gerçeklerden yola çıkılır ve özellikle bu tür konularda gerçeklerden çok da uzaklaşılmaz. Ülkemizdeki eğitim sisteminin yetersizliği gençlerin mevcut zekalarını doğru yönde ve en iyi şekilde kullanmalarını engellemekte, yaratıcılıklarını köreltmektedir. Adeta genç beyinleri törpüleyen, ezberci bir eğitim sistemine sahibiz. Ülkemizdeki öğretmenlerin kalitesizliği de bunda önemli bir etken ama, o oğretmenleri de bu kalitesiz eğitim sistemi yetiştirdiğinden, kaliteli öğretmen çıkmasını beklemek hayalcilik olur ancak.

Tabi gerçekleri kabullenme erdemine de genelde sahip olmayan bir toplum yapısına sahip olduğumuzda, okuyan olursa bu yazının okurları genelde bu sözlerimi hazmedemeyecek ve bana yüklenecektir. Yabancı hayranlığımdan başlanıp, ya sev ya terkete kadar giden bir yüklenmedir bu. Bir dışlamadır. Oysa ben ülkem ve ülkemin insanları için en iyisini istemekte olan ve en iyisine sahip olamadığımız için de hayıflanan, yeterince çaba sarf edemediğimiz için ar duyan biriyim. Gördümüz eksiklikleri kabullensek ve düzeltmek için dürüstçe ve istekle çabalasak herşeyi düzeltebiliriz. Ve belki ülkemizdeki genç beyinlerden de yepyeni atılımlar gelebilir. Teknoloji ve internet ise bu konuda son derecede büyük olanaklara sahip. Önemli olan yaratıcı olmak, farklı düşünmek, görmek ve yapabilecek yeterliliğe sahip olabilmek.

Pek umutlu değilim. Ancak yine de bir katre olsun umudun var olduğuna inanmak istiyorum. Türkiye'den de genç girişimciler görmek istiyorum. Türk gençlerinin daha büyük şeyler başardığını görüp onlarla gururlanmak istiyorum. Ben de halen genç sayılırım. Ancak bu dediğimi yapacak yeterliliğe sahip olduğumdan şüpheliyim. Belki öyle bir potansiyele bir zamanlar sahiptim ancak törpülendim. Ama herkesi törpülemeye gerek yok. Bırakalım yapsınlar, bırakalım eski köye yeni adet getirsinler. Gençleri rahat bırakalım, kara ellerimiz yakalarından çekelim. Onlar doğru olanı bilecek yeterliliğe sahiptirler. Onlara güvenelim. 

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yaz Geliyor: Klima Alma Zamanı Geldi!

Yaklaşan sıcaklar nedeniyle tedbirli davranıp klima almaya karar verdim. Eskiden Türkiye'nin kuzey bögelerinde yaşadığımdan pek klimaya ihtiyacım olmamıştı ancak Akdeniz bölgemizin güzide kentlerinden birine yerleşince Klima artık öncelikli ve vazgeçilmez bir ihtiyaç halini alıyor. Ancak bu yıl kış sert geçtiği gibi yaz da gelmeyi sürekli erteliyor gibi. Bu nedenle klima piyasası halen daha hareketlenmemiş. Hatta aldığım gün servis gelerek kurulumu yaptı. Klimada en can sıkıcı konu, duvar tipi yani split klimalarda montaj sırasında duvarın delinmesi ve ortaya çıkan toz pislik sorunu. Çok önemli bir problem olmasa da yine de insanı uğraştırıyor. Ayrıca gürültülü bir işlem.

Eskiden klimalar oldukça pahalı ve çok elektrik tüketen cihazlardı. Yani iktisadi bir dil ile konuşur isek, hem ilk yatırım hem de işletme maliyeti yüksekti. Ancak gelişen teknoloji ile A, A+ gibi enerji verimliliğine, yüksek COP ve EER değerlerine sahip, verimlilikte üst seviyede ürünler bulmak mümkün. Özellikle inverter klimalar enerji tasarrufu konusunda büyük avantaja sahipler. İnverter klimalarda ortam sıcaklığı hedef sıcaklığa yaklaştığında klima çalışma hızını otomatik olarak düşürüyor ve böylece sürekli tam kapasite ile çalışmıyor. Bu da çok önemli ölçüde eneji tasarrufu sağlıyor.

Yüksek COP ve EER değerleri ise ısıtma ve soğutma verimliliğinin birer göstergesi. Ancak teknik bilgisi pek olmayan insanların bunları anlaması zor. Yine de internette gördüğüm klima sözlüğü başlıklı yazıda klima alırken sıklıkla karşılaşılan teknik terimler güzelce açıklanmış.

Klima seçiminde en dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de doğru kapasitede klima almak. Eğer iklimlendirilecek ortamın gerektirdiğinden düşük kapasitede bir klima alırsanız, her ne kadar eneji verimliliği yüksek bir klima da alsanız, sürekli olarak tam kapasite ile çalışmak zorunda kalacağından çok fazla elektirk tüketecektir. Ortamın gerektirdiğinden yüksek kapasitede bir klima almanız halinde ise, klima kısa sürede ortam ısıtılacak ve soğutulacaktır. Bu da sık sık klimanın açılması ve kapanmasına yol açacaktır. Dur kalklar ise tüm cihazlarda ve makinelerde en çok enerji tüketilen zamanlardır. O nedenle klimanın sık sık dur-kalk yapması da elektrik tüketimini artırır. Ayrıca yüksek kapasiteli klima ortam konforunu olumsuz etkileyecek düzeyde rüzgar oluşturacaktır.

Siz siz olun, yüksek enerji verimliliğine sahip ve iklimlendireceğiniz ortama uygun kapasitede bir klima seçin.

4 Mayıs 2012 Cuma

UTOPIA'Yı okurken

Thomas More-Ütopya

Thomas More Utopia'da sadece bir ülke değil, bir dünya kurgulamıştır aslında. Zaten Utopia adındaki ülkenin uzak, gizli saklı bir yerlerde olması da, hem böyle bir ülkenin modern kültürlerin etkisinden uzak, adeta ayrı bir dünyada yaşıyor olmasının gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Ancak Utopia'yı okurken pek çok konuda " Ah keşke " desek de, aslında ütopik bu dünyadaki yaşamın bize pek de uymadığını hissederiz. Çünkü ütopya ütopik insanlar için uygun bir yerdir ve toplumda bu denli ütopik insan bulmak pek mümkün değildir.

Utopia'da yer alan ülkedeki düzen, tam anlamıyla bir iş bölümü, bir tür imece usulüdür. İnsanlar hemen her konuda üzerine düşeni yapmaya gönüllüdür. Kimse tembel, haylaz, bencil değildir. Kimse daha fazlasını istemez, aza kanaat eder ama bu az kararında bir  azdır. Yani kimse bir ekmekle doyacaksa üç ekmek istemez. Gösteriş bile ayıptır, kimse gösterişli olmak istemez. Gösterişli olmak, süslenip püslenmek, fiyakalı giyinmek, takı takmak ayıplanacak şeydir. Öyle bir dünya...

Utopya'yı tekrar elime alıp sayfaları karıştırıken aklıma gelen pek çok şey oldu. Hemen yaşadığı ülke ve diğer ülkeler ve kültürler ile kıyasa girişiyor insan. Ancak ülkeler bakmaya gerek yok. İnsan doğasına aykırı bir düzenden söz ediyor Thomas More. Öyle bir düzen ki, insanlar insan olmanın doğasında var olan sahip olma, güçlü olma gibi güdülere sahip değil. Ego denilen kavram henüz doğmamış. Ancak insanlar ilk çağlardan beri ego sahibi. Avcı toplayıcı yaşamda bile, daha çok güneş gören ve bu nedenle daha iyi olgunlaşmış, daha lezzetli meyvelere ulaşmak için, yani daha iyisi için ağaçların daha yüksek noktalarına tırmanmaya  başladığında insanlar belki de ilk defa egolarının sesini dinliyorlardı. Daha iyisini ve daha fazlasını isteme güdüsü insan doğasının önemli bir parçasıdır ve bu güdü sayesinde insanlık bugün sahip olduğumuz gelişmişlik düzeyine erişebilmiştir. Elindeki ile yetinmeyen, hep daha fazlasının isteyen insanlar sürekli bir arayış içinde olmuş ve bu arayışları sonucunda yeni yollar, yöntemler, teknikler geliştirmiş ve bu sayede bilimi ve felsefeyi keşfetmiştir. Artan bir ivme ile de gelişmeye devam etmektedir.

Utopia'ya baktığımız zaman ise, herşey çok güzel görünüyor olsa bile, insan toplumunu bir arı kovanı ya da karınca yuvası populasyonuna benzetmektedir. Böyle bir sistemde ise egoya yer yoktur. Oysa bu tür populasyonlarda sürekli bir yerinde sayma vardır, gelişme yoktur. Daha fazlasına, daha iyisine sahip olma olasılığının ortadan kalkması ise insanların kolay hazmedebileceği bir şey değildir. Böyle bir durum zorla, baskı ile dayatılsa bile, inanlar mutsuz, amaçsız ve verimsiz bir hale gelir.

Sonuç olarak Utopia bildiğimiz anlamda insanlar için uygun bir düzen değildir. Thomas More'un Utopia'sı ütopik insanların yaşayabileceği bir düzene sahiptir.