30 Kasım 2012 Cuma

Emek Piyasasında İşçiler Robotlara Karşı

Emek Piyasası
Belki senaristlerin korktuğu olmayacak ve ne Terminatör ne de Matrix filminde gördüğümüz gibi yapay zekaya sahip gelişmiş robotlar ile insanlar hiç savaşmayacaklar. Ancak farklı bir mecrada robotlar ve insanlar arasında savaş başlayalı çok oldu. Emek piyasasında robotlar insan emeğinin yerini çok uzun bir süredir tehdit ediyor.

Emek piyasasını bilmeyenler olabileceği için açıklık getirerek yazıya devam edelim. Emek piyasası işi olsun olmasın çalışabilir durumda olan insanlarla insanların emeğine ihtiyacı olan gerçek ve tüzel kişilerden oluşan sanal bir piyasadır. Bu piyasada insanlar emeklerini belli ücretler karşılığında gerçek ve tüzel kişiye sunarlar. Gerçek ve tüzel kişiler de aldıkları emek hizmeti karşılığında belli bir ücret öderler. Emek piyasasında alınıp satılan şey insan emeğidir, herhangi bir mal ya da başkaca bir hizmet yoktur.

Sanayi devriminden beri gelişen teknoloji ile fabrikaların üretim kapasitesi sürekli artmıştır. Aynı miktarda işçi ile aynı sürede çok daha yüksek miktarlarda üretim yapmak mümkün olabilmiştir. Hatta bazı durumlarda daha az işçi ile daha çok üretim yapmak dahi mümkün olmuştur. Gelişen robotik teknoloji ve otomasyon, mekatronik ve CAM yani bilgisayar destekli üretim gibi kavramlar hayatımıza girmiştir, sadece sözlüklere hapsolmamışlardır.

Günümüzde bir fabrikaya girdiğinizde mutlaka bazı işleri otomatik olarak yapan makineler görürsünüz. Robotlar hiç yorulmadan, moral kaybına uğramadan ve sarf ettiği enerji ile bakım onarım maliyetleri dışında her ay ücret, sigorta gideri, senelik izin gibi işverene sürekli maliyetler yüklemeyen, aksine çok daha seri ve standart kalitede üretim yapmaktadırlar. Hal böyle olunca bir işveren neden insan emeğine ihtiyaç duysun ki?

Patronlar için oldukça faydalı olan bu tür teknolojiler işçiler için ise bir kabus olabilir. Onlar ile çalışırken çok daha az yorulabilirsiniz, ancak onlar sizin yaptığını işinizi yapmaya başladıklarında size duyulan ihtiyaç en iyi olasılıkla azalacaktır. Bir süre sonra patronunuz sizi odasına çağırıp "Artık size ihtiyacımız kalmadı" diyebilir. Bugün dünyada bundan 20 yıl öncesine göre çok çok daha fazla miktarda üretim yapılmaktadır. Ancak bugün tüm dünyada işsizlik çok önemli bir problem haline gelmektedir. İnsanlara fabrikalarda daha az ihtiyaç duyulduğunda toplumsal yapıyı zedeleyecek derecede işsizlik oranları ile karşılaşmak mümkün olmaktadır.

Ancak teknolojiden artık kaçış yok. İnsan emeği sanayi üretiminde en alt seviyeye inecek. İnsanlar yönetim, karar alma, kontrol ve bakım onarım gibi daha çok hizmete yönelik departmanlarda çalışacaklar. Ancak gelişen bilgisayar ve yönetim ile ilgili programlar ve teknolojik altyapı, hizmet alanında da insan emeğine olan ihtiyacı minimum seviyeye çekmektedir. Peki insanlar nasıl iş bulacaklar?

İnsanların büyük bir kısmını mühendis, programcı, teknisyen gibi alanlarda çalışmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. İdari işleri yönetecek ve yürütecek personel de mutlaka gerekecektir. Aynı zamanda reklam/pazarlama/halkla ilişkiler gibi dallarda çok daha fazla personel gerekecektir. Bunların dışında insanlar sanata ve spora yönelebilir. Ancak genel anlamda işsizlik sorununa bunların kesin bir çözüm getiremeyeceği de açıktır.

Belki de gelecekte robotlar çalışacak, insanlar ise tembel tembel keyiflerini sürecekler.

28 Kasım 2012 Çarşamba

#bimilyonneden: Benim annem güzel annem

Twitter’da hızla yayılan #bimilyonneden hastagini merakla takip ediyorum. Bir yandan da benim dünyamı iyi bir yer yapan nedenlerimi düşünüyorum. Sanırım annem ve babam benim için dünyayı iyi yapan #bimilyonneden’den iki tanesi.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Para Her Şey Mi?

Malesef evet, para her şey! Özellikle de çoğunluk için. Bunun kimse kolay kolay kabul etmeyecektir ancak, en sert şekilde buna karşı çıkanlar dahi bir konuda karar verirken parayı belki bilerek belki de bilmeden önemli bir kriter olarak değerlendirmeye dahil etmektedir.

Paranın işe yaramadığı ve umursanmadığı çok az zaman vardır. Günümüzde para ile saadet olmaz sözü çürümüştür. Çünkü günümüzde açık bir gerçek vardır ki parasız saadet hiç olmuyor.

Para halen pek çok yerde sağlığı satın alamıyor ancak pek çok hastalığın tedavisi için önemli miktarda para gerekebilir. Ancak bu gibi klişe örneklerin ötesine geçmek gerek.

Paradan kasıt maddi kazanç, kazanım, refah demektir. Daha bol kazanç, daha yüksek bir yaşam standardı, daha zengin sofralar, daha lüks bir ev ve araba, daha kaliteli eşyalar, kıyafetler, daha iyi yerlerde tatiller, daha çok gezmeler..... Bu liste uzayıp gider. Ancak tüm bunlar insanı insan yapan bazı temel değerlere rağmen olmalı mıdır? İşte günümüzde asıl sorulması, sorgulanması gereken tam da bu noktada insanların nasıl kararlar verdiği ve hangi yolu seçtiğidir. Bu yol ikiye ayrılır, ya ekonomik olarak yüksek bir refah, yüksek ve rahat bir yaşam ( en azından mevcudun korunması ), ya da bunları ve hatta elindekileri riske atarak daha insanca yaşamak...

Şimdi diyebilirsiniz ki ilk durumda yüksek refah, bol kazanç, bolluk ve bereket içinde yaşamak insanca değil de, parasızlıktan sürünerek yaşamak mı daha insanca? Eğer insanlığınıza para ile değer biçiyorsanız ve lükse karşı insanlığınızdan ödün veriyorsanız hayır, ancak insanlığınıza katı bir şekilde bağlı iseniz kesinlikle evet.

İnsanlar zaman zaman gelirlerinin ve refahlarının devamı ve iyileşmesi için özgürlüklerinden, insan olmaktan doğan haklarından ödün verebilmektedirler. Güvende olma ihtiyacından doğan bir güdü ile hareket ederler. Bu sayede yuvalarına ekmek götürdükleri işlerinden olma korkusu yaşamazlar. Gelirlerinin artışı, refahlarının yükselişi ve geleceklerinden emin olmak her insanın arzu edeceği şeylerdir. Ama insanlığa rağmen mümkün mü?

Malesef mümkün! Örneklerini çokça görmekteyiz. Üç kuruşluk çıkar uğruna insanlar kendilerini küçültecek pek çok şeyi yapabilmektedirler. Üç kuruşluk menfaat uğruna beş para etmez insanların önünde el pençe divan durabilmektedirler. Yağ yakabilmekte, yalakalıkta Guiness rekorlar kitabına girmeye hak kazancak performans sergileyebilmektedirler. Öyle ki bu tür insanlara nefes almayacaksın denilse, ölene kadar olmasa da, en azından bilinçlerini kaybedene kadar tutarlar nefeslerini. Ne aşağılık insanlardır onlar, ne aşağılık insanlardır ki, insanlıkları insan denilemeyecek seviyeye inmiştir. Bu insanlara bu nedenle insan değil İnsansı demek makbuldür. İnsan denilirse bu tiplere çünkü, Homo Erectuslara dahi hakaret edilmiş olur. Çünkü insanlığından maddi menfaatleri uğruna ödün vererek insanlığını kirletenler, seviyesizleştirenler, yaratılmışları en yücesi olan insanı aşağıladıkları anda, yaratılmışların en aşağılığı olandan dahi daha aşağılık bir hale gelirler.

Bu insanlar çıkarları uğruna öyle alçalabilirler öyle alçalabilirler ki, insanlığından vazgeçmeyenlerin midesi kaldırmaz. Üstelik bu kişiler insanlığından vazgeçmeyenleri aşağılamakta, onları ötekileştirmektedirler. Adeta insanlığı kemiren bir virütik hastalık gibi çoğalmakta ve pek çok insanı kendilerinden olmak için zorlamaktadırlar. Onlara bir cennet vaat etmekte ve karşılığında üç maymunu oynamasını istemektedirler. Bir insan kendi karakterinden başkaları için maddi çıkarlar uğruna fedakarlıkta bulunduğu anda, sözkonusu tuzağa düşmüş olur. Üstelik bu tuzağa bir defa düşüldüğünde, çoğu zaman geri dönüşü yoktur.

Ve malesef bu insanlar çokça bulunuyor. Hatta o kadar çokça bulunuyor ki, aralarında bozulmamış insanlar geceleri çıkan yıldızlar gibi ışıldıyor.

İnsanlığınızdan vazgeçmeyin ve öz karakterinizden sakın ama sakın ödün vermeyin.

23 Kasım 2012 Cuma

Çocuk Sahibi Olmak Haddini Aşmaktır

Çocuk sahibi olmak, anne olmak, baba olmak, insanların haddini aşmasıdır.

İnsanlar neden çocuk sahibi olur? Soylarını devam ettirmek, ömür boyu çalışarak oluşturduğu serveti devretmek.... Herkesin kendince bir nedeni olabilir. Ama bu nedenler size çocuk yapma hakkını verir mi?

Doğa vahşidir. Kuralları keskindir. Biz canlılar ise doğanın kuralları ile belirlediği vadilerde yol alan su gibiyiz. Nereye akacağımıza doğa, evren ve tanrı bizden çok karar veriyor. Etten ve kemikteniz, düşünebiliyoruz, duygularımız var... Ancak programlanmış robotlarız. Kaderden söz etmiyorum. Genetik yapımızdan, içgüdülerimizden, bu dünyaya belli bir vazife ile gelişimizden, kanımızdaki hormonlardan söz ediyorum.

İnsan yaşamının anlamı nedir? Doğadaki tüm diğer canlılar gibi, her bir insanın iki temel görevi vardır. Önce hayatta kalmak, sonra neslini devam ettirmek. Hayatta kalmak için barınmak, karnını doyurmak zorundadır. Neslini devam ettirmek içinse çiftleşmek.

Çiftleşmek kelimesini özellikle seçtim. Aşk yapmak, sevişmek, birlikte olmak gibi daha uygar kelimeler kullanabilirdim. Ancak teorik olarak yapılan, doğadaki tüm hayvanların yaptığı çiftleşme eyleminden pek de farklı değildir.

Hormonlara ve genetik yapı ile programlanmış oluşumuza geri dönelim. Bu öyle bir program ki, karşı koymak çok zor. Bu nedenle tüm insanlar hayatlarını tehlikeye atan durumlardan korkar. Gök gürültüsünden, şimşeklerden, depremden korkarız. Bir araçla yol alırken araç çok hızlı gidiyorsa korkarız. Yüksekte olmaktan korkarız, önümüze aniden bir sokak köpeği çıksa korkarız. Anında kanımızdaki adrenalin miktarı tavan yapar, göz bebeklerimiz büyür, kalp atışlarımız hızlanır. Hayatta kalma güdümüz ile hareket etmeye başlarız. Artık hareketlerimizin kontrolü pek de bizde olmaz.

Üreme güdüsü de böyle bir güdü. İnsanlar nesillerini sürdürmeli, tıpkı doğadaki tüm canlılar gibi. Tanrı böyle istiyor ki cinselliği bu kadar arzulanan, bu kadar haz veren bir eylem olarak insanların kodlarına işliyor. Bu nedenle erkekler çekici bir kadın gördüğünde en azından dönüp bir daha bakma ihtiyacı duyuyor. Bu nedenle kadınların büyük çoğunluğu anne olmak için bu kadar aceleci. Yeni evlenen çiftlere bakın, çok büyük bir bölümü evliliklerinin daha ilk dönemlerinde çocuk yapmış olacaktır. Her erkek dünyaya bir seks makinesi olarak gelir. Bu makine ne kadar iyi çalışır, kişiden kişiye değişir ama, tespitimin doğruluğundan kuşkum yok.

Anne ya da baba olmak toplumda belli bir statü edinmek demektir. Bir çocuğun size anne ya da baba demesi hoş gelebilir. Ancak çocuk yapmanın ileride elden ayaktan düşünce bakacak birinin olmasını istemek gibi de bencilce bir yanı vardır.

Neslin devamı konusunda yaşlılar daha katıdır. Bu nedenle anneler babalar evlenen çocuklarının derhal çocuk yapmasını isterler. Torun sevdası aslında neslinin devam ediyor oluşunu garantilemiş olmanın huzurunu da verir.

İnsan yaşamı doğa için bir hiçtir. Tek önemli olan hayatta kalıp kalmadığınız ve neslinizi devam ettirip ettirmediğinizdir. Yani yaşamınızın, yaşamımızın tek amacı ve değeri budur. İnsan hayatındaki diğer tüm olgular sanaldır. İnsanlar için bu şekilde düşünmek pek hoş olmamaktadır zira.

Ancak, çocuk yapmak dünyaya bir can getirmek demektir. Her şeyi ile size bağlı bir can. Büyük bir sorumluluk. Üstelik çocuklara dünyaya gelmeden önce hiçbir şey sorulmaz. Dünyaya gelmek isteyip istemediği sorulmaz. Hangi ülkede yaşamak istediği sorulmaz. Hangi dinin ona dayatılacağı sorulmaz. Derisinin rengi, konuşacağı dil, tapacağı tanrı, yaşayacağı coğrafya, iklim, annesinin babasının kardeşlerinin kim olacağı, maddi durumları, sosyo ekonomik koşulları, statüleri, eğitim seviyeleri, saçının rengi, düz mü kıvırcık mı olacağı, göz rengi, boyu, genetik hastalıklara yatkınlığı vs vs vs....

Yani sözün özü, bir çocuk dünyaya hiçbirşey seçmeden gelir. Tüm bunlar çocuklara dayatılmıştır. Peki bu kadar çok şeyi bir çocuğa, bir cana, bir insana dayatma hakkımız var mıdır?

Evet, çünkü yazının başında dediğim gibi, doğanın kanunları vardır ve acımasızdır. Bize bu dayatmayı yapma hakkını veren tek şey, gücümüzün yetiyor olmasıdır. Eğer üreme yeteneğine sahip bir bireyseniz, pekala çocuk yapabilirsiniz. Üstelik çocuk yapmak keyifli bir iştir. Ancak dünyaya gelen bir candır.

Bir insana bu kadar çok şeyi dayatmak? Her anne baba birer zorbadır, itiraf edelim. Ne kadar yumuşak bir kişiliğe, anlayışlı bir yapıya sahip olursanız olun, eğer çocuğunuz varsa, zorbanın dik alasısınız. Kendi egoları, zevkleri uğruna bir cana onlarca şeyi dayatan bir zorba. Ancak bir insana bu kadar çok şeyi dayatmak zalimce değil mi? Doğanın oyunu bitmez ama. İnsanlar bunları genelde sorgulamama, aksine kabullenme eğilimindedir. Dinler, toplumsal gelenekler bu eğilimi destekler. Tek bir amaç için... İnsanlar üremeye devam etsin...

Sizi bilmem ama, bu bana çok çirkin geliyor. Bir gün baba olursam, bir zorba olduğumun farkında olacağım ve bu konudaki düşüncelerim değişmemiş olacak. Ancak kendimi o kadar zalim biri olarak görmüyorum. Hiçbir insana kendimi baba olarak dayatma hakkımı kendimde görmüyorum. Hiçbir insana dinimi din, dilimi dil, ülkemi ülke, kültürümü kültür olarak dayatamam. Bunlar bana hiç insanca gelmiyor. Şu soru aklımda sürekli: " Gücümüzün her yettiği şeyi yapmaya hakkımız var mı?" Yok... Peki çocuk yapmaya gücümüzün yetiyor olması bize neden bu hakkı versin ki?

Bir gün çocuğunuzun size "beni dünyaya neden getirdiniz ki?", "keşke beni yapmasaydınız", "keşke hiç doğmasaydım" dediğini düşünün. Belki engelli biri olarak doğacak. Belki çok kötü bir kaderi olacak. Belki dünyanın en çirkin kızı, en suratsız erkeği olacak... Belki tedavisi olmayan ancak insana hayatı zehir eden bir hastalığı olacak. Belki tüm bunlar nedeniyle doğmamış olmayı dileyecek. Sizi sevdiğinden belki bunları size söylemeyecek. Ancak dünyaya birkaç dakikalık bir zevk uğruna getirdiğiniz bir canın böyle şeyler düşünüyor olması bile, duyulması gereken pişmanlığın büyüklüğünü ortaya koyuyor.

Çocuk yapmaya gücümüz yetiyor olabilir ancak, hiçbir şey sormadan, hiçbir seçim hakkı tanımadan dünyaya bir can getirmek, insanlar için yetkisiz alana girmektir, haddini aşmaktır.

Haddimizi aşmaz isek neslimiz tükenebilir, dünyadaki insanlar yok olup gidebilir değil mi? Varsın gitsin. Bizsiz bu dünya daha güzel zaten.