Başlık can sıkıntısı olunca, can sıkıcı bir yazı bekler mi okur bilmem. Ama ben can sıkıntımı biraz olsun hafifletmek için yazacağım bu yazıyı. Belki de çok okunası bir yazı olacak. Ama okura birşeyler katacağını pek sanmıyorum. Yine de, can sıkıntısnı dağıtmak için yazılan bir yazı okuyanların da can sıkıntısını dağıtabilir.
Can sıkıntısının ne olduğunun tarifini yapmak zor. Oldukça öznel ve aynı zamanda herkes için yüksek derecede sezgisel bir şekilde kavranabilen bir şeydir can sıkıntısı. Kişiden kişiye nedenleri farklıdır. Peki çoğu zaman nedenler aynıdır ama bu nedenlerin mevcut can sıkıntısına olan katkısı, yani ağırlığı farklıdır ve de değişkendir. Sonuçta insanı üzen, kafasını karıştıran, strese sokan, olmasını istediği yada istemediği şeyler can sıkıntısına neden olur. Ancak bir şey var ki, pek az şey onun kadar can sıkıntısı yaratır. Ne mi? Tabi ki belirsizlik. Belirsizlikler kadar insanı rahatsız ve huzursuz edecek çok az şey vardır. En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir derler ya... Aynen belirsizlikler için de geçerlidir bu. En kötü netice bile ne olacağının belirsiz olması kadar kötüdür.
Bazen insanın elinden birşey gelmez. En çok can sıkıntısına yol açan şeylerden biri de budur. Mutlak suretle sizi etkileyecek bir konuda elinizden hiçbirşey gelmiyor oluşu... İnsan kendini etkileyecek konuda kaderinin başkalarının inisiyatifinde olmasını kolay kolay kabullenemez. Bu durum bir dikdatörün hapsettiği tutuklu kölenin durumuna benzer. Belki suçlu belki masum ama dört duvar arasınad beklemekten başka elinden gelen birşey yoktur. Hangi cezaya çarptırılacağının dikdatörün keyfine kalmasını bırakın, cezasının ne zaman belirleneceği ve ne zaman infaz edileceği bile dikdatörün keyfine kalmıştır. Şimdi dört duvar arasında bekleyen bu köle ne yapsın da akıl sağlığını korusun. Bazen öyle şeyler gelir ki insanın başına, gerçekten akıl sağlığını korumak güçleşir. Değerli okur, ben kendim, şahsen, böyle zamanlarda akıl sağlığımı her zaman korumayı başarabildiğimi söyleyemem. Bir isyan patlaması yaşarım. İlk başlarda içimde tutmaya, bastırmaya çalıştığım bu isyan en sonunda inflak eder. Duvarları dövdüğüm, en sevdiğim nesneleri duvarlara çarptığım, içine düştüğüm durumun ağırlığından kızıp tanrıya küfretmişliğim vardır geçmişimde. Ki zaten o en büyük dikdatördür. Nasılse hiçbirşey onun müsadesi olmadan olamaz ya... Ama zamanla dinginleşir insan. Hangi volkan patladıktan, çevreye taş, toz, kül saçıp lav nehirleri akıttıktan sonra dinmiyor ki? İnsan da dinginleşiyor zamanla. İnsan doğasında olan herşeyi kabullenme gibi bir kaabiliyet var. Önemli bir özellik bu. Bu sayede insanların büyük kısmı intiharın eşiğine dahi gelmez. Aksi halde ölümlerin çoğu hastalıklardan, yaşlılıktan veya kazalardan değil, intiharlardan kaynaklanırdır. Çünkü insan hayatı böyunca mutlak en azından birkaç defa ama mutlaka ama mutlaka birden çok defa böyle bir durum yaşar.
Bazen de insanın elinden birşey gelmez ama farklı bir şekilde. Bu defa yapacak birşey yotur. Oturup zamanın geçmesini beklemenin dışında. Adeta sizin için zaman durmuştur. Ama sizin için duran zaman sizin dışınızdaki herkes ve her nesne için akmaya devam etmektedir. Bu boş zamanlarda içinizden de hiçbirşey yapmak gelmeyebilir. Böyle zamanlarda yapacak birşeyler bulmalıdır insan. Belki dışarı çıkıp bir gezinti iyi gelebilir. Kitap okuyabilir, TV izleyerek zaman öldürebilir, sinemaya-tiyatroya gidebilirsiniz. Yalnız kalmak isterseniz, ve imkanınız varsa tavsiyem oltanızı alıp balığa çıkmanız. Çok dinginleştirir insanı balık avlamak. Onun dışında efor sarf etmenizi gerektiren birşeyler yapmanızı tavsiye ediyorum. Ben genelde bisiklet turuna çıkarım. İşe yarıyor, tavsiye ederim. Yüzmek de çok işe yarar. Tüm öfkenizi kulaçlarınızla suya verip, suyu adeta döver gibi kulaç atıp tüm öfkenizi boşaltabilirsiniz. Ama kış geliyor. Kış aylarında bisikleti tavsiye etmem... Yüzmek için kapalı yüzme havuzlarını kullanabilirsiniz.
Eğer yapacak bişey yoksa zaman katili olmaktan başka çaresi yoktur insanın. İlla ki bir yolunu bulup zaman öldüreceksiniz. Buna mecbursunuz, mecburuz.... Sizi bilmem belki o kadar şanssız değildirsiniz ama ben kendi adıma konuşayım müsaadenizle.... Ben mecburum... Hem de sık sık nüksediyor bu mecburiyetim.... Şu anda yaptığım gibi. Evet maalesef itiraf ediyorum...Bu yazı zaman öldürme çabalarımın neticesinde ortaya çıkıyor. Başkaca bir amacı, hedefi, menzili yok bu yazının. Hatta belki de bu yüzden giriş-gelişme-sonuç gibi temel bölümlere sahip olmayacak. Eğer sahipse bilin ki amaçlanmış bir rota izlenerek ulaşılmış bir neticeden ziyade, kendini ifade edebilen biri olmam nedeniyle, artık refleks haline gelmiş, plansız, programsız bir şekilde de yazı veya sözlü olarak kendimi ifade ederken bile belli bir kompozisyon oluşturabilme yeteneğimden kaynaklanır. Böyle bir yeteneğim var mı bilmiyorum... E ona da siz karar verin... Ben sadece şu an içinde bulunduğum can sıkınrısını öldürmek ve belli bir süre zamanı öldürmek için çabalıyorum. Siz de eminim eğer bu yazıyı halen okuyorsanız, amacınız benim bu yazıyı yazmaktaki amacım dışında birşey olamaz.
Can sıkıntısı böyle işte.... Tarifi zor... Hem insan... nasıl tarif etsin bunu...
7 Ekim 2013 Pazartesi
27 Eylül 2013 Cuma
Yabancı Dil Öğreniminde Kelime Sorunsalı
Yabancı dil öğrenimi bazı açılardan zor bazı açılardan kolaydır. Zordur çünkü çok yönlüdür. Yeni bir gramer yapısını öğrenmek gerekir. Sonra yüzlerce yeni kelime öğrenmek ve bu kelimeleri kullanabilmek gerekir. Yazabilmek, okuduğunu anlamlandırabilmek en sonunda da konuşabilmek, hatta akıcı konuşabilmek gerekir. Üstelik mümkün olduğunca kelimeleri düzgün telafuz ederek. Tüm bunlarda başarılı olabilmek için farklı teknikler kullanılmalıdır. Dil öğrenimi çok yönlü ve kapsamlı olmalıdır. Bu açıdan zordur. Fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi sabit kurallar ve formüller içermez. Gramer öyle görünse de bazen öyle bir kurulur ki cümleler, kinayeli, cümleler anlamlarının dışında anlamlara girer. Kılıktan kılığa giren aktörler gibi. Bir bakarsın bir işadamı, bir bakarsın acımasız bir savaşçı, bir bakarsın romantik bir aşık, bir bakarsın başka biri...Oysa hepsi aslında aynı kişi...
Dil öğrenmek kolaydır. Tek yapılması gereken öğrenmek istenilen dili hayatınızın içine koymak ve o dili yaşamaktır. Bir dil yaşanmadan öğrenilemez. İlk başta zor ve karmaşık görünen gramer kuralları artık hatırlanmaz bile. Ama yine de harfiyen uyulmaktadır o kurallara. Kanıksanmış, özümsenmiştir. Gramer kurallarını anlamak gramer kitapları ile bir süre haşır neşir olarak kolaylıkla halledilebilir. Hatta iyi bir kitap bulursanız bir öğretmenden ders alma ihtiyacı dahi duyulmayabilir. Ancak kelimeler öyle değildir. Kelimeler, dil öğrenmeye çalışanların baş belasıdır. Örnek olarak en popüler yabancı dil olan İngilizce kelime açısından çok zengin bir dildir. En kapsamlı sözlüklerinde 800 bin civarı sözcük bulunur. Bu en kapsamlı Türkçe sözlüğün yaklaşık 10 katıdır. Ama moral bozmaya, endişelenmeye gerek yoktur.
Kelimeler kaprisli sevgililere benzer. Azıcık ihmal ettiğinizde küser, kapris yapar. Kelimeyi görünce ya da duyunca hatırlarsınız ama anlamı uçup gitmiştir. Size tanıdık gelir, hani birini görürsünüz, çok tanıdık geliyordur ama bir türlü kim olduğunu çıkaramazsınız ya... İşte aynen böyledir kelimeler.
Bu sorunu çözmenin tek bir yolu vardır. O kelimeyi rafa kaldırmamak, sürekli ve sürekli kullanmak. Buna kelime ile ilk karşılaşıldığında yapılmalıdır. Şimdi bunu biraz açalım.
Bir partiye gittiğinizi ve onlarca yeni insanla karşılaştığınızı ve tanıştığınızı düşünün. Bir sonraki gün kaçının adını hatırlarsınız? Muhtemelen en çok muhabbet ettiğiniz bir iki kişi dışında kimsenin adını hatırlayamazsınız. Biri Ahmet'ti ama acaba hangisiydi? Yeşim kısa kızıl saçlı olan kız mıydı yoksa kıvırcık sarışın gözlüklü olan mı? Ama en çok muhabbet ettiğiniz kişilerin mesleklerini, hobilerini, sevdiği müzik tarzını, en sevdiği yazarı, nereli olduğunu vb pek çok şeyi hatırlarsınız. İşte kelimeler de aynen böyledir. Onlarla ilk karşılaşıldığında kuru bir şekilde sözlük anlamına bakılırsa en iyi ihtimalle anlamı bir iki saat akılda kalacaktır. Hele hele art arda çok kelimenin anlamına bakılmış ise bu süre dakikalarla ifade edilebilecek kadar kısalır.
Peki ne yapmalı da kelimeleri iyice yerleştirmeli belleğe. Çözüm basit. Kelimelerle iyice tanışmak. Bunun için o kelimenin anlamını iyice okumak, farklı anlamları ve kullanım alanlarını incelemek ve de en önemlisi o kelimenin geçtiği birkaç cümle kurmak iyi bir çözüm olabilir. Eğer öğrenmeniz gereken birkaç kelime varsa, tüm kelimeleri içeren cümleler kurabilirsiniz. Kelimelerin yan anlamlarını, mecazi anlamlarını ve farklı alanlardaki anlamlarını ifade eden cümleler de ekleyerek o kelimeyle iyice haşır neşir olabilirsiniz. Böylece kelimelerin anlamlarını, ifade etikleri kavramlar iyice oturur yerine.
Kelimelerin anlamlarını öğrenmek yeterli değildir. Çıtkırıldım bir dost gibi olan kelimeler ihmal edildiğinde küser. Bu nedenle sürekli okuma yapmak önemlidir. Yazılı eserler her zaman daha çok sayıda kelime içeriyor oluşları ile kelime dağarcığını geliştirmek isteyenler için biçilmiş kaftandır.
Bir önceki yazım olan Yabancı Dil Öğrenmenin En İyi Yolu'nu da okumanızı tavsiye ediyorum. Her türlü görüş ve eleştirilerinizi bu yazıya yorum yazarak bana iletebilirsiniz.
Dil öğrenmek kolaydır. Tek yapılması gereken öğrenmek istenilen dili hayatınızın içine koymak ve o dili yaşamaktır. Bir dil yaşanmadan öğrenilemez. İlk başta zor ve karmaşık görünen gramer kuralları artık hatırlanmaz bile. Ama yine de harfiyen uyulmaktadır o kurallara. Kanıksanmış, özümsenmiştir. Gramer kurallarını anlamak gramer kitapları ile bir süre haşır neşir olarak kolaylıkla halledilebilir. Hatta iyi bir kitap bulursanız bir öğretmenden ders alma ihtiyacı dahi duyulmayabilir. Ancak kelimeler öyle değildir. Kelimeler, dil öğrenmeye çalışanların baş belasıdır. Örnek olarak en popüler yabancı dil olan İngilizce kelime açısından çok zengin bir dildir. En kapsamlı sözlüklerinde 800 bin civarı sözcük bulunur. Bu en kapsamlı Türkçe sözlüğün yaklaşık 10 katıdır. Ama moral bozmaya, endişelenmeye gerek yoktur.
Kelimeler kaprisli sevgililere benzer. Azıcık ihmal ettiğinizde küser, kapris yapar. Kelimeyi görünce ya da duyunca hatırlarsınız ama anlamı uçup gitmiştir. Size tanıdık gelir, hani birini görürsünüz, çok tanıdık geliyordur ama bir türlü kim olduğunu çıkaramazsınız ya... İşte aynen böyledir kelimeler.
Bu sorunu çözmenin tek bir yolu vardır. O kelimeyi rafa kaldırmamak, sürekli ve sürekli kullanmak. Buna kelime ile ilk karşılaşıldığında yapılmalıdır. Şimdi bunu biraz açalım.
Bir partiye gittiğinizi ve onlarca yeni insanla karşılaştığınızı ve tanıştığınızı düşünün. Bir sonraki gün kaçının adını hatırlarsınız? Muhtemelen en çok muhabbet ettiğiniz bir iki kişi dışında kimsenin adını hatırlayamazsınız. Biri Ahmet'ti ama acaba hangisiydi? Yeşim kısa kızıl saçlı olan kız mıydı yoksa kıvırcık sarışın gözlüklü olan mı? Ama en çok muhabbet ettiğiniz kişilerin mesleklerini, hobilerini, sevdiği müzik tarzını, en sevdiği yazarı, nereli olduğunu vb pek çok şeyi hatırlarsınız. İşte kelimeler de aynen böyledir. Onlarla ilk karşılaşıldığında kuru bir şekilde sözlük anlamına bakılırsa en iyi ihtimalle anlamı bir iki saat akılda kalacaktır. Hele hele art arda çok kelimenin anlamına bakılmış ise bu süre dakikalarla ifade edilebilecek kadar kısalır.
Peki ne yapmalı da kelimeleri iyice yerleştirmeli belleğe. Çözüm basit. Kelimelerle iyice tanışmak. Bunun için o kelimenin anlamını iyice okumak, farklı anlamları ve kullanım alanlarını incelemek ve de en önemlisi o kelimenin geçtiği birkaç cümle kurmak iyi bir çözüm olabilir. Eğer öğrenmeniz gereken birkaç kelime varsa, tüm kelimeleri içeren cümleler kurabilirsiniz. Kelimelerin yan anlamlarını, mecazi anlamlarını ve farklı alanlardaki anlamlarını ifade eden cümleler de ekleyerek o kelimeyle iyice haşır neşir olabilirsiniz. Böylece kelimelerin anlamlarını, ifade etikleri kavramlar iyice oturur yerine.
Kelimelerin anlamlarını öğrenmek yeterli değildir. Çıtkırıldım bir dost gibi olan kelimeler ihmal edildiğinde küser. Bu nedenle sürekli okuma yapmak önemlidir. Yazılı eserler her zaman daha çok sayıda kelime içeriyor oluşları ile kelime dağarcığını geliştirmek isteyenler için biçilmiş kaftandır.
Bir önceki yazım olan Yabancı Dil Öğrenmenin En İyi Yolu'nu da okumanızı tavsiye ediyorum. Her türlü görüş ve eleştirilerinizi bu yazıya yorum yazarak bana iletebilirsiniz.
24 Eylül 2013 Salı
Yabancı Dil Öğrenmenin En İyi Yolu
Son zamanlarda internette sörf yaparken "Uyurken İngilizce Öğrenin" şeklinde reklamlar görmekteyim. Pek çok kişinin bu konuyu merak ettiği düşüncesi ile yabancı dil öğrenmeyi hobi edinmiş biri olarak birşeyler söylemek istiyorum. Ancak sözlerime başlamadan önce bu tür reklamları yapanlar ve pazarladıkları her ne ise onu üretenler vs ile hiçbir alakam olmadığını belirtmek isterim.
Bir dili en iyi ve en kısa sürede öğrenmenin tek bir yolu vardır. O dilin konuşulduğu ülkeye gitmek ve bir süre o ülkede yaşamak. Bu belki bizler için Almanca'da işe yaramayabilir. Çünkü olayın mantığında o dili konuşmaya mecbur kalmak vardır. Almanya'nın neredeyse her köyünde bile yaşayan Türkler olunca, kendinizi Almanca'dan ziyade Türkçe konuşur halde bulabilirsiniz. Eğer dil öğrenmek için bir ülkeye gidecekseniz orada yaşayan arkadaşlarınız ve akrabalarınız varsa, onlardan ya uzak duracaksınız mümkün olduğunca, ya da onlarla bile öğrenmeye çalıştığınız dili kullanarak iletişim kuracaksınız. Peki böyle bir imkana sahip olmayanlar ne yapabilir? Şimdi buna bakalım.
Olaya en başından başlamak gerek. Bir insan dünyaya geldiğinde hiçbir dili bilmez. Ama zamanla duya duya ailesinde konuşulan dili öğrenir. Sık sık verdiğim bir örneği burada tekrarlamak isterim. Uzunca bir süre önce sanırım gazetede okumuştum. Fransız anne ve Japon babadan oluşan bir çift Amerika'da yaşıyorlar. Çocukları annesinden Fransızcayı, babasından Japoncayı, sokakta arkadaşlarından İngilizceyi, okulda İspanyolcayı öğreniyor. Daha okula başlamadan Fransızca, Japonca ve İngilizceyi birbirine karıştırmadan konuşabilen çocuk on yaşına gelmeden üç ana dile sahip oluyor ve iyi derecede İspanyolca biliyor. Zaten bir dil öğrenirseniz ikinci bir dil öğrenmek daha kolay oluyor. Bu özellikle neo-latin Avrupa dilleri için geçerlidir. Kökeni latince olan bu diller pek çok açıdan birbirleri ile benzerdir.Verdiğim örnektek çocuk üç neo-latin dilin ( Fransızca, İspanyolca ve İngilizce 'İngilizce aslında tam olarak neo-latin sayılmayabilir') ile bu diller ile alakası olmayan Japoncayı biliyor.
Öncelikle dil öğrenmek gençler için daha kolay. Pırıl pırıl, dinamik taze bir zihin yeni bilgileri çok daha kolay kabul eder. Ancak yine de öğrenmenin yaşı yoktur. Sabır ve azim dil öğrenmede bir kişinin en çok ihtiyaç duyacağı iki şeydir. Sabırlı ve azimli olun.
Bebeklerin duya duya dili öğrendiğini söyledik. Duymak çok önemlidir. Bu nedenle öğrendiğiniz dili mümkün olduğunca duyun. O dilde müzik dinlemek yeterli değildir. Normal konuşmaları dinleyin. Yabancı TV ve radyo kanallarını takip edin. Altyazısız yabancı filmleri izleyin. Anlamasanız da inatla buna devam edin. Hatta kulak vermeseniz bile öğrenmek istediğiniz dilde konuşan birirleri olsun sürekli. Zamanla o dile ait sesler, kelimeler zihninize kazınacaktır. Küçük bir çalışma ile hızlı bir şekilde konuşmaya başlayabilirsiniz. Hatta Türkçe konuştuğunuz gibi, grameri düşünmeden sözcükler ağzınızdan dökülmeye başlar. Dil öğreniminde düşülen en büyük hatalardan biri de salt gramer öğrenmek ve kelime ezberlemektir. Bunu biraz açalım;
Gramer genellikle matematiksel bir yapıya sahiptir. Her gramer ait olduğu dilin algoritmasıdır. Ancak hiçkimse anadilinde konuşurken bu algoritmayı düşünmez. Hatta bilmez. Okuma yazma bilmeyen insanlar mükemmel doğrulukla anadilini konuşur. O halde gramer öğrenmek o kadar da önemli değildir. Ancak bu elinize hiç gramer kitabı almayın demek de değil.
Kelimeleri ezberlemek değil öğrenmek gerekir. Her kelime bir kavramı betimler. Bunu en iyi sözlüklerde görmek mümkündür. Bir İngilizce-Türkçe sözlük alın ve herhangi bir İngilizce kelimenin Türkçe karşılığına bakın. Pek çok kelime görürsünüz. Çoğu kez eşanlamlı kelimeler de değildir bunlar. Ama genellikle yakın anlamlı kelimelerdir. Bunun nedeni o sözcüğün betimlediği kavramın Türkçe'de birebir örtüşen bir kelime ile betimlenmemiş olmasından kaynaklanır. Çok basit bir ifade ile, Yes, evet demek değil yes demektir. Öğrenmeniz gereken yes sözcüğünün Türkçe sözlükteki karşılığı değil, yes kavramıdır. Günlük hayatta konuşurken kullandığınız pek çok sözcüğün sözlük anlamını sorsalar bocalarsınız. Hatta bir cevap veremeyebilirsiniz. Ama o sözcükleri hep doğru yerde kullanıyorsunuz? İşte, siz o sözcüğün anlamını kavramsal olarak biliyorsunuz, sözlük anlamını ezberlemediniz. Yabancı dillerdeki sözcükleri de bu şekilde öğrenmek gerekir. Bu da o dildeki konuşmaları dinleyerek, o dilde yazılmış metinleri okuyarak, hangi kelimelerin neyi ifade etmek için kullanıldığını kavramakla olur. Sezgisel bir süreçtir aynı zamanda. Ama kesindir.
Öğrenmek istediğiniz dili günlük yaşamınıza sokmalısınız. Her gün o dili konuşarak pratik yapmanız mümkün olmayacaktır. Ancak o dilde yazılmış metinleri okumak, TV, radyo takip etmek filmler izlemek gibi yollarla her gün o dille muhatap olmalısınız. Tüm diller nankördür. İhmal ederseniz öğrendiklerinizi öğrendiğinizden daha büyük bir hızla unutursunuz.
Öğrenmeye çalıştığınız dili konuşacak birileri yoksa bile o dilde düşünmeye çalışın. Bir başka deyişle, içsesiniz o dilde konuşsun.
Duymanın dil öğrenimindeki önemi çok açık. Bu nedenle söz konusu reklamı yapılan ürünler başarılı olabilir. Ancak kesinlikle böyle bir ürüne para vermeniz gerekli değil. Ancak alırsanız faydasını görmeniz, eğer gerçekten iyi hazırlanmış bir ürünse, işe yarayacaktır kuşkusuz. Çünkü uyurken bile beyniniz sesleri algılar ama siz fark etmezsiniz.
Hepinize kolay gelsin...
Bir dili en iyi ve en kısa sürede öğrenmenin tek bir yolu vardır. O dilin konuşulduğu ülkeye gitmek ve bir süre o ülkede yaşamak. Bu belki bizler için Almanca'da işe yaramayabilir. Çünkü olayın mantığında o dili konuşmaya mecbur kalmak vardır. Almanya'nın neredeyse her köyünde bile yaşayan Türkler olunca, kendinizi Almanca'dan ziyade Türkçe konuşur halde bulabilirsiniz. Eğer dil öğrenmek için bir ülkeye gidecekseniz orada yaşayan arkadaşlarınız ve akrabalarınız varsa, onlardan ya uzak duracaksınız mümkün olduğunca, ya da onlarla bile öğrenmeye çalıştığınız dili kullanarak iletişim kuracaksınız. Peki böyle bir imkana sahip olmayanlar ne yapabilir? Şimdi buna bakalım.
Olaya en başından başlamak gerek. Bir insan dünyaya geldiğinde hiçbir dili bilmez. Ama zamanla duya duya ailesinde konuşulan dili öğrenir. Sık sık verdiğim bir örneği burada tekrarlamak isterim. Uzunca bir süre önce sanırım gazetede okumuştum. Fransız anne ve Japon babadan oluşan bir çift Amerika'da yaşıyorlar. Çocukları annesinden Fransızcayı, babasından Japoncayı, sokakta arkadaşlarından İngilizceyi, okulda İspanyolcayı öğreniyor. Daha okula başlamadan Fransızca, Japonca ve İngilizceyi birbirine karıştırmadan konuşabilen çocuk on yaşına gelmeden üç ana dile sahip oluyor ve iyi derecede İspanyolca biliyor. Zaten bir dil öğrenirseniz ikinci bir dil öğrenmek daha kolay oluyor. Bu özellikle neo-latin Avrupa dilleri için geçerlidir. Kökeni latince olan bu diller pek çok açıdan birbirleri ile benzerdir.Verdiğim örnektek çocuk üç neo-latin dilin ( Fransızca, İspanyolca ve İngilizce 'İngilizce aslında tam olarak neo-latin sayılmayabilir') ile bu diller ile alakası olmayan Japoncayı biliyor.
Öncelikle dil öğrenmek gençler için daha kolay. Pırıl pırıl, dinamik taze bir zihin yeni bilgileri çok daha kolay kabul eder. Ancak yine de öğrenmenin yaşı yoktur. Sabır ve azim dil öğrenmede bir kişinin en çok ihtiyaç duyacağı iki şeydir. Sabırlı ve azimli olun.
Bebeklerin duya duya dili öğrendiğini söyledik. Duymak çok önemlidir. Bu nedenle öğrendiğiniz dili mümkün olduğunca duyun. O dilde müzik dinlemek yeterli değildir. Normal konuşmaları dinleyin. Yabancı TV ve radyo kanallarını takip edin. Altyazısız yabancı filmleri izleyin. Anlamasanız da inatla buna devam edin. Hatta kulak vermeseniz bile öğrenmek istediğiniz dilde konuşan birirleri olsun sürekli. Zamanla o dile ait sesler, kelimeler zihninize kazınacaktır. Küçük bir çalışma ile hızlı bir şekilde konuşmaya başlayabilirsiniz. Hatta Türkçe konuştuğunuz gibi, grameri düşünmeden sözcükler ağzınızdan dökülmeye başlar. Dil öğreniminde düşülen en büyük hatalardan biri de salt gramer öğrenmek ve kelime ezberlemektir. Bunu biraz açalım;
Gramer genellikle matematiksel bir yapıya sahiptir. Her gramer ait olduğu dilin algoritmasıdır. Ancak hiçkimse anadilinde konuşurken bu algoritmayı düşünmez. Hatta bilmez. Okuma yazma bilmeyen insanlar mükemmel doğrulukla anadilini konuşur. O halde gramer öğrenmek o kadar da önemli değildir. Ancak bu elinize hiç gramer kitabı almayın demek de değil.
Kelimeleri ezberlemek değil öğrenmek gerekir. Her kelime bir kavramı betimler. Bunu en iyi sözlüklerde görmek mümkündür. Bir İngilizce-Türkçe sözlük alın ve herhangi bir İngilizce kelimenin Türkçe karşılığına bakın. Pek çok kelime görürsünüz. Çoğu kez eşanlamlı kelimeler de değildir bunlar. Ama genellikle yakın anlamlı kelimelerdir. Bunun nedeni o sözcüğün betimlediği kavramın Türkçe'de birebir örtüşen bir kelime ile betimlenmemiş olmasından kaynaklanır. Çok basit bir ifade ile, Yes, evet demek değil yes demektir. Öğrenmeniz gereken yes sözcüğünün Türkçe sözlükteki karşılığı değil, yes kavramıdır. Günlük hayatta konuşurken kullandığınız pek çok sözcüğün sözlük anlamını sorsalar bocalarsınız. Hatta bir cevap veremeyebilirsiniz. Ama o sözcükleri hep doğru yerde kullanıyorsunuz? İşte, siz o sözcüğün anlamını kavramsal olarak biliyorsunuz, sözlük anlamını ezberlemediniz. Yabancı dillerdeki sözcükleri de bu şekilde öğrenmek gerekir. Bu da o dildeki konuşmaları dinleyerek, o dilde yazılmış metinleri okuyarak, hangi kelimelerin neyi ifade etmek için kullanıldığını kavramakla olur. Sezgisel bir süreçtir aynı zamanda. Ama kesindir.
Öğrenmek istediğiniz dili günlük yaşamınıza sokmalısınız. Her gün o dili konuşarak pratik yapmanız mümkün olmayacaktır. Ancak o dilde yazılmış metinleri okumak, TV, radyo takip etmek filmler izlemek gibi yollarla her gün o dille muhatap olmalısınız. Tüm diller nankördür. İhmal ederseniz öğrendiklerinizi öğrendiğinizden daha büyük bir hızla unutursunuz.
Öğrenmeye çalıştığınız dili konuşacak birileri yoksa bile o dilde düşünmeye çalışın. Bir başka deyişle, içsesiniz o dilde konuşsun.
Duymanın dil öğrenimindeki önemi çok açık. Bu nedenle söz konusu reklamı yapılan ürünler başarılı olabilir. Ancak kesinlikle böyle bir ürüne para vermeniz gerekli değil. Ancak alırsanız faydasını görmeniz, eğer gerçekten iyi hazırlanmış bir ürünse, işe yarayacaktır kuşkusuz. Çünkü uyurken bile beyniniz sesleri algılar ama siz fark etmezsiniz.
Hepinize kolay gelsin...
23 Eylül 2013 Pazartesi
Forex Piyasasında Psikoloji
Forex piyasasında işlem yapmak için peygamber sabrı gerek desek yeridir. Herhangi bir paritenin yönünün aşağı ya da yukarı gideceği tahminiyle -ki bu tahmin içgüdüsel ya da sezgisel olmaktan ziyade analitik olmak durumundadır, alım yada satım yönlü işlem açtığınızda gözünüz paritede takılıp kalıyor. Düşmesini beklerken geçici de olsa hafif yükelişler yada tam tersi pozisyonda düşüşler heyecanlanmanıza, paniklemenize yol açabiliyor. Serinkanlı olmak ve yaptığınız analize güvenmek en mantıklı yol iken panikleyip zarardayken açılan pozisyon kapatılabilir. Ancak daha sonra piyasa ilk tahmininizi doğrularsa bu sefer de bir pişmanlık çöker üstünüze.
Forex piyasasına girmeden önce bu nedenle ne nedir iyi öğrenilmeli. Kesinlikle çok sayıda parametre ile boğuşacağınızı, değişkeni bol bir piyasada olduğunuzu, dünya gündemini takip etmeniz gerektiğini unutmamalı ve sağlıklı analizler yapabilmek için gerekli ne varsa öğrenmelisiniz. Tam anlamıyla işin uzmanı sayılacak kadar konuya hakim olduğunuzda dahi ters hareketlerde paniklemeniz mümkün. Ancak tahmin ettiğiniz yönde piyasa hareket eder ve siz sabrınızın sonunu güzel bir karla kapatırsanız, bu sefer kendinize ve bilginize olan saygınız ve güveniniz artacaktır. Tam da bu noktada kendine aşırı güven duyma tehlikesi ile karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle kesinlikle ve kesinlikle en küçük bir ihmalde bulunmadan son derecede titiz ve disiplinli bir şekilde çalışmalısınız. Ancak ne yaparsanız yapın işlem açtıktan sonra pariteleri takip etmek derste sözlü sırasını beklemekten daha beter bir strese yol açıyor.
Forex piyasasında kazancın da kaybın da büyük olabilmesi de heyecanı artıran bir unsur. Ülkemizde SPK kaldıraç oranını 1:100 olarak limitlemiş durumda. Bu durumda 100 dolarlık anapara ile oynarsanız aslında 100x100=10000 dolarlık bir işlem yapmış oluyorsunuz. İşleminiz yüzde 1 değer kazandığında 1 dolar değil tam 100 dolar kazanıp paranızı ikiye katlamanız olası. Ancak eğer işleminizden yüzde 1 zarar ederseniz anaparanız da buhar olup uçuyor. Bunu engellemek için stop loss yani kaybı durdur komutunu mutlaka ve mutlaka kullanmayı ihmal etmemelisiniz. Bu komut sayesinde hiçbir zaman anaparanızın tamamını kaybetme riski ile karşı karşıya kalmazsınız.
Forex piyasasına girenlere ve girmeyi düşünenlere bol sabırlar diliyorum.
Forex piyasasına girmeden önce bu nedenle ne nedir iyi öğrenilmeli. Kesinlikle çok sayıda parametre ile boğuşacağınızı, değişkeni bol bir piyasada olduğunuzu, dünya gündemini takip etmeniz gerektiğini unutmamalı ve sağlıklı analizler yapabilmek için gerekli ne varsa öğrenmelisiniz. Tam anlamıyla işin uzmanı sayılacak kadar konuya hakim olduğunuzda dahi ters hareketlerde paniklemeniz mümkün. Ancak tahmin ettiğiniz yönde piyasa hareket eder ve siz sabrınızın sonunu güzel bir karla kapatırsanız, bu sefer kendinize ve bilginize olan saygınız ve güveniniz artacaktır. Tam da bu noktada kendine aşırı güven duyma tehlikesi ile karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle kesinlikle ve kesinlikle en küçük bir ihmalde bulunmadan son derecede titiz ve disiplinli bir şekilde çalışmalısınız. Ancak ne yaparsanız yapın işlem açtıktan sonra pariteleri takip etmek derste sözlü sırasını beklemekten daha beter bir strese yol açıyor.
Forex piyasasında kazancın da kaybın da büyük olabilmesi de heyecanı artıran bir unsur. Ülkemizde SPK kaldıraç oranını 1:100 olarak limitlemiş durumda. Bu durumda 100 dolarlık anapara ile oynarsanız aslında 100x100=10000 dolarlık bir işlem yapmış oluyorsunuz. İşleminiz yüzde 1 değer kazandığında 1 dolar değil tam 100 dolar kazanıp paranızı ikiye katlamanız olası. Ancak eğer işleminizden yüzde 1 zarar ederseniz anaparanız da buhar olup uçuyor. Bunu engellemek için stop loss yani kaybı durdur komutunu mutlaka ve mutlaka kullanmayı ihmal etmemelisiniz. Bu komut sayesinde hiçbir zaman anaparanızın tamamını kaybetme riski ile karşı karşıya kalmazsınız.
Forex piyasasına girenlere ve girmeyi düşünenlere bol sabırlar diliyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)