Türkiye'de bir şeyleri iddia etmek çok kolay. Özellikle beslenme ve gıda konularında. Tv programlarında pek çok uzman çıkıp bir şeyler iddia ediyor. Biri bir gıda maddesini adeta zehir olarak iddia ederken bir diğeri ne kadar gerekli olduğundan söz ede ede yere göğe sığdıramıyor. Allah'tan balık hafızalı bir halkımız var da, bir uzmanı dinlerken önceki duyduklarını çoktan unutmuş oluyorlar.
Peki bu uzmanlar -ki çoğu uzmanın bilim insanı sıfatı oluyor genelde- nasıl oluyor da bu kadar farklı ve birbiri ile çelişen şeyler söylüyorlar. Bilimde doğrular ve yanlışlar bellidir. Açık ve nettir. Açık ve net olmayan konularda, yani henüz bilimsel araştırmalar ile kesinliği kanıtlanmamış konularda, bilim insanları ortaya çıkıp kendi düşüncelerini açıklayıp, insanlara tavsiyelerde bulunmazlar. Bilim dünyasının etik kuralları bunu gerektiriyor. Ancak görülüyor ki ülkemizin bilim insanları etik kurallar konusunda çok da hassas değiller.
İnsan bilim insanlarının birbirleri ile çelişen açıklamalar yapmalarına bakıp da, şüphe etmeden duramıyor. Acaba bilim insanlarının açıklamaları bilimsel gerçekleri toplumla paylaşmanın dışında farklı amaçlar içeriyor olabilir mi? Mesela belli firmaların ve sektörlerin hoşuna gidecek ve rakiplerini de zora sokmak gibi. Örneğin biri çıkıp maden suyunun sağlığa zararlı olduğunu söylese, ve bu topluma güvenilir kişi olarak lanse edilmiş ise, ülkedeki maden suyu satışlarının düşeceği beklenebilir. Peki maden suyu satışları düşerse ne olur? İnsanlar onun yerine diğer içeceklere yönelirler -ki çoğu maden suyuna göre hemen hiçbir faydası olmayan hatta bol miktarda zararlı içeceklerdir. İnsanlara kırmızı et yemeyin demenilmesine en çok beyaz et üreticileri sevinmiyor mudur? Bir düşünün.
En sevdiğim içeceklerden olan kahve için de benzer bir durum var. Google'da kahve ile ilgili haberleri aratırsanız, neredeyse tüm haberlerin kahvenin zararlarından söz edildiğini görürsünüz. Ne kadar ilginçtir ki, pek çok içeriğini gerçek bilimsel dergilerde yayımlanmış ve saygın yabancı gazetelerde haberlere konu olmuş bilimsel araştırmalara dayandıran ve üstelik kaynak da gösteren kahvekolik.net sitesinde yer alan haberlere bakıldığında ise, kahvenin ne kadar sağlıklı olduğunu gösteren çok sayıda araştırma görebilirsiniz. Hatta bu haberleri gösterilen kaynaklardan kontrol de edebilirsiniz.
Sonuç olarak ben gönül rahatlığı ile kahve içiyorum ve içmeye devam edeceğim. Çok aşırıya kaçılmadığı sürece kahvenin sağlıklı olduğuna da inanıyorum. Özgürce gerçekleri yazmaktan ziyade birilerinin çıkarları doğrultusunda taraflı haberlerle dolu olan Türk basınında yer alan haberlere de hiç itimat etmiyorum. Zaten artık bu gazetelere ve televizyonlara itimat eden var mı?
7 Şubat 2015 Cumartesi
2 Şubat 2015 Pazartesi
Dünyaya Yanlış Zamanda Gelenler
Bazı insanlar yanlış zamanda doğar. Bu nedenle hayatları boyunca hep yalnızlığa mahkumdurlar. Üstelik kalabalıklar içinde yalnızlığa mahkumdurlar. Çünkü içinde bulunduğumuz çağda toplum hem kimsenin izole bir hayat yaşamasına müsaade etmezken hem de genel kabul görmüş kurallara uymayanları dışlamaktadır.
Yeni Türkü'nün Çember adlı şarkısında "Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın. Kendin içindeyken, kafan dışındaysa?" denir ya. Tam da öyle bir durumdadır yanlış zamanda doğmuş olanlar. Ne içinde bulundukları topluma karışıp onlardan biri olabilirler ne de kopup başka bir diyara, başka bir zamana yelken açabilirler. Acı bir mahkumiyettir yaşadıkları, rüzgarsız bir Kasım gününde dalından kopan bir çınar yaprağının toprağa düşene kadar yaşadıkları gibi, ağır bir kopuş ve bir o kadar da kopamayış vardır içlerinde hep. Hep askıdadırlar, esecek en hafif bir rüzgar bile onları bilmedikleri bir yere götürebilir.
Yanlış çağda doğanlar iki türlüdür. Birincisi geç doğanlar. Onlar dünyaya gelmek için geç kalmışlardır. Belki kılıç kalkanlı savaşların olduğu bir çağda, koyunlarını güden ve komşu obadaki gönlünü kaptırdığı kıza sadece koyunlarının dinlediği kavalıyla başka kimsenin bilmeyeceği, belki basit ama bir o kadar da derin anlamlar içeren şarkılar çalacaktır. Pek dertlenecektir onu bir daha ne zaman göreceğini bilmemekten. En büyük korkusu onun bir başkasıyla evlenmesi olacaktır. Mavi göğün altında, sürüsü nereye giderse oraya, kışları kışlaklarda yazları yaylalarda, tertemiz pınar suları doğal yiyecekler ve ev olarak da küçük bir çadır yetecektir onlara. Oysa o her sabah erkenden kalkıp belli saatler arası dört duvarın arasında, gürültülü bir makinenin başında akşama kadar çalışıp yorgun argın akşam evine gelecektir. Basit bir çadır yaşamında aradığı huzuru ve mutluluğu bulabilecek olan bir insana modern çağımız ne verebilir ki? Üstelik toplum basit bir çadırı kafi gören bu adamın evlere, arsalara, arabalara, son model mobilyalara olmak için daha da çok çalışmaya ve para biriktirmeye zorlamaktadır.
Bazıları da dünyaya gelmekte erken davranmıştır. Onların işleri daha zordur. Çünkü geç dünyaya gelmiş olanlar bazen kendilerini baskı altında hissetseler ve toplum tarafından değersiz görülseler de, biraz sabırla topluma ayak uydurabilirler. Ancak erken davrananlar sürekli yabancı olmaya alışmak zorundadırlar. En yakınlarına bile... Onların düşünceleri, fikirleri, hayata bakışları çağın hep ötesindedir. Onlar içlerinde sürekli bir isyan potansiyeli ile gezerler. İç huzurları yoktur. Gelenekler görenekler onlara göre olmaz pek. Bazıları büyük bir devrimci olacak kadar çılgındır. Tarihte Kralları ve İmparatorları devirenler hep böyleleri olmuştur. Bazıları toplumları arkalarından sürükleyecek kadar güçlü bir ikna yeteneğine sahip olmuştur. Tarih kitaplarında böylelerini bulmak çok kolaydır. Ancak böyle bir güçleri veya emelleri olmayanlar, anlam veremedikleri bir yığın toplumsal kurala, geleneğe ve göreneğe, saçma görünen ahlak kurallarına uymak zorundadır. Aksi halde toplum onu, doğmak için geç kalanlara yaptığı gibi değersiz, önemsiz biri olarak görüp itip kakmaktan ziyade, tehlikeli görüp yok etmeye dahi çalışacaktır. Üstelik toplum kurallarına uymak onlar için katlanılması çok daha zor bir durumdur.
Doğru çağda yaşayan insanlar ise genellikle mutlu bir yaşam sürerler. Ancak onlar tarih açısından önemsiz kimseler olmaya mahkumdurlar. Şanslılarsa isimleri torunları ölene kadar birileri tarafından hatırlanır. Ondan sonra sanki bu dünyaya hiç gelmemiş gibi, kimse tarafından bilinmeyen kimseler olurlar. Doğmak için geç kalanların önemli işler başarabilmesi zaten imkansızdır. Belki hatırı sayılır bir servet biriktirebilirler, ancak o kadar. Oysa dünyaya erken gelenler çığır açarlar. İnsanlık karanlık çağdan çıkıp günümüzdeki medeniyet seviyesine ulaştıysa bu onarın sayesinde olmuştur. Ve medeniyetimiz daha da gelişecekse, bu yine onların sayesinde olacaktır.
Yeni Türkü'nün Çember adlı şarkısında "Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın. Kendin içindeyken, kafan dışındaysa?" denir ya. Tam da öyle bir durumdadır yanlış zamanda doğmuş olanlar. Ne içinde bulundukları topluma karışıp onlardan biri olabilirler ne de kopup başka bir diyara, başka bir zamana yelken açabilirler. Acı bir mahkumiyettir yaşadıkları, rüzgarsız bir Kasım gününde dalından kopan bir çınar yaprağının toprağa düşene kadar yaşadıkları gibi, ağır bir kopuş ve bir o kadar da kopamayış vardır içlerinde hep. Hep askıdadırlar, esecek en hafif bir rüzgar bile onları bilmedikleri bir yere götürebilir.
Yanlış çağda doğanlar iki türlüdür. Birincisi geç doğanlar. Onlar dünyaya gelmek için geç kalmışlardır. Belki kılıç kalkanlı savaşların olduğu bir çağda, koyunlarını güden ve komşu obadaki gönlünü kaptırdığı kıza sadece koyunlarının dinlediği kavalıyla başka kimsenin bilmeyeceği, belki basit ama bir o kadar da derin anlamlar içeren şarkılar çalacaktır. Pek dertlenecektir onu bir daha ne zaman göreceğini bilmemekten. En büyük korkusu onun bir başkasıyla evlenmesi olacaktır. Mavi göğün altında, sürüsü nereye giderse oraya, kışları kışlaklarda yazları yaylalarda, tertemiz pınar suları doğal yiyecekler ve ev olarak da küçük bir çadır yetecektir onlara. Oysa o her sabah erkenden kalkıp belli saatler arası dört duvarın arasında, gürültülü bir makinenin başında akşama kadar çalışıp yorgun argın akşam evine gelecektir. Basit bir çadır yaşamında aradığı huzuru ve mutluluğu bulabilecek olan bir insana modern çağımız ne verebilir ki? Üstelik toplum basit bir çadırı kafi gören bu adamın evlere, arsalara, arabalara, son model mobilyalara olmak için daha da çok çalışmaya ve para biriktirmeye zorlamaktadır.
Bazıları da dünyaya gelmekte erken davranmıştır. Onların işleri daha zordur. Çünkü geç dünyaya gelmiş olanlar bazen kendilerini baskı altında hissetseler ve toplum tarafından değersiz görülseler de, biraz sabırla topluma ayak uydurabilirler. Ancak erken davrananlar sürekli yabancı olmaya alışmak zorundadırlar. En yakınlarına bile... Onların düşünceleri, fikirleri, hayata bakışları çağın hep ötesindedir. Onlar içlerinde sürekli bir isyan potansiyeli ile gezerler. İç huzurları yoktur. Gelenekler görenekler onlara göre olmaz pek. Bazıları büyük bir devrimci olacak kadar çılgındır. Tarihte Kralları ve İmparatorları devirenler hep böyleleri olmuştur. Bazıları toplumları arkalarından sürükleyecek kadar güçlü bir ikna yeteneğine sahip olmuştur. Tarih kitaplarında böylelerini bulmak çok kolaydır. Ancak böyle bir güçleri veya emelleri olmayanlar, anlam veremedikleri bir yığın toplumsal kurala, geleneğe ve göreneğe, saçma görünen ahlak kurallarına uymak zorundadır. Aksi halde toplum onu, doğmak için geç kalanlara yaptığı gibi değersiz, önemsiz biri olarak görüp itip kakmaktan ziyade, tehlikeli görüp yok etmeye dahi çalışacaktır. Üstelik toplum kurallarına uymak onlar için katlanılması çok daha zor bir durumdur.
Doğru çağda yaşayan insanlar ise genellikle mutlu bir yaşam sürerler. Ancak onlar tarih açısından önemsiz kimseler olmaya mahkumdurlar. Şanslılarsa isimleri torunları ölene kadar birileri tarafından hatırlanır. Ondan sonra sanki bu dünyaya hiç gelmemiş gibi, kimse tarafından bilinmeyen kimseler olurlar. Doğmak için geç kalanların önemli işler başarabilmesi zaten imkansızdır. Belki hatırı sayılır bir servet biriktirebilirler, ancak o kadar. Oysa dünyaya erken gelenler çığır açarlar. İnsanlık karanlık çağdan çıkıp günümüzdeki medeniyet seviyesine ulaştıysa bu onarın sayesinde olmuştur. Ve medeniyetimiz daha da gelişecekse, bu yine onların sayesinde olacaktır.
20 Kasım 2014 Perşembe
Windows'tan Linux'a Geçiş
İyi bir bilgisayar kullanıcısı olsam da, bilgisayar konusunda, hele hele yazılım konusunda öyle övünülecek, abartılacak kadar bilgi sahibi değilim. Ancak bilgisayar dünyası, donanımlar ve yazılımlar konusunda eskiden beri meraklı biriyimdir. Her ne kadar bu konulara olan ilgim ve merakım zamanla yaşın ilerlemesi ile birlikte eskiye oranla azalmış olsa da, halen devam ediyor.
Şu anda kullanmakta olduğum masaüstü bilgisayar 2006 model. Yani yılların emektarı. İnsan ömrüyle kıyaslayacak olsak 150 yaşında falan derdim en az herhalde. Yani tarihi eser artık. Yine de gayet iyi çalışıyor. Özellikle internette gezinmek ve basit ofis uygulamalarının üzerinden kolaylıkla gelebiliyor. Film izleyebilir, müzik dinleyebilir, hatta pek çok uygulamayı üst üste açabilirsiniz. 2006 model de olsa, zamanının high-end bilgisayarlarından biri olan emektar dostumdan kolay kolay vazgeçmek gibi bir niyetim yok.
Ancak ilerleyen zamana yenilmeyecek şey yoktur. Masaüstü bilgisayarımı ilk aldığımda Vista yeni çıkmıştı. 64 bitlik orijinal Vista Home Premium'u da alışveriş listeme eklemiştim. Sonra Windows 7 ve şimdi de 8 çıktı. Masaüstü bilgisayarımda halen Windows 7 yüklüdür. Vista'dan çok çok daha başarılı. Bir ara Vista, XP ve Windows 7 birlikteydi. Kasanın içinde tam 4 disk bulunduğu için ayrı ayrı disklere birer işletim sistemi kurmak sorun değil. Aynı diske kurmak da sorun değil tabi. Ama Vista uyumsuz programlar yüzünden XP kurma gibi bir problemim yok ve artık zaten hiç sevilmeyen Vista'dan da kurtulduğumuza göre, mevcut sistem de Windows 8 için biraz zayıf kalacağından, Windows 7 ile idare ediyoruz.Ancak bu bile ağır. Windows alıştığımız bir sistem ama, aması var. Windows öyle veya böyle bilgisayarı yavaşlatan bir işletim sistemi. İlk kurulduğundan itibaren zaman içinde bilgisayarın performansını önemli ölçüde düşüren, gereksiz veri kayıtları, silinmiş program kalıntıları, açıklar, virüsler derken sistem çökme aşamasına kısa sürede gelir. Bu Windows tarihi boyunca tüm işletim sistemlerinin ortak kaderi olmuştur ve böyle devam edecek gibi görünmektedir. Haliyle Windows 7 sistem için çok ağır bir işletim sistemi olmasa bile, zamanla kasmalar, donmalar, problemler göstermeye başladı. Haliyle daha az sisteme yüklenecek ve stabil çalışacak bir işletim sistemi ihtiyacı belirdi. Bu nedenle kasa içindeki disklerden birine doğrudan bir Linux sürümü olan Ubunutu kurdum. Ubuntuyu daha önce de test etmiş kısa süre kullanmıştım. Ama üzerinden çok zaman geçmiş ve ben o zamanlar öğrendiklerimi biraz unutmuşum. Tabi Ubuntu da biraz değişmiş, farklılaşmış, gelişmiş.
Windows kullanırken gözümüz kapalı yaptığımız şeyleri birden Linux'a geçince yapmak büyük problem haline gelebiliyor. Adeta insan kendini bilgisayar kullanmayı yeniden öğreniyor gibi hissediyor. Pek çok şeyi nasıl yapacağım konusunda Google'da arama yapıp, yardım sayfaları, forumlar vb. kaynaklardan çözümler ve fikirler edinmeye çalışıyorum. Bu konuda başarısız olduğum söylenemez ama yine de zorluk çekmediğimi söyleyeyim.
Yazının başında da belirtiğim gibi profesyonel, yazılım ve bilgisayar konusunda uzman olmasam da, standart bilgisayar kullanıcılarından çok daha bilgili biriyimdir. Windows işletim sistemlerini bile çökertmeden ve problem yaşamadan yıllarca kullanabilecek kadar bilgisayarı düzgün kullanabildiğimi söylersem nasıl bir kullanıcı olduğumu anlamanız daha kolay olur. Tabi aklınıza bilgisayarı hiç kullanmadığım düşüncesi de gelebilir. İşin açıkçası ortalama bir bilgisayar kullanıcısından kat kat fazla bilgisayara yüklenen biriyimdir. Ama bütün bu bilgi ve yetenek düzeyi bile bir anda Linux sistemi kavramaya yetmiyor. Tabi mevcut deneyimlerden sorunları anlama ve çözme konusunda işi sıfırdan öğrenen biri gibi olduğumu söyleyemem. Ama yine de bir acemilik olmuyor değil. Şu anda bilgisayarımda Windows 7 sistemi boot ettiğimde hiçbir sorun yaşamadığım ses sürücülerim ve donanımlarımdan Linux üzerinden hiçbir şekilde verim alamıyorum. Bu karşılaştığım ve çözüm bekleyen problemlerden sadece biri.
Linux kullanmaya başladıktan sonraki ilk düşüncelerimi de belirteyim. Her şeyden önce linux ortalama bir bilgisayar kullanıcısı için, hele hele Windows'a alışmış bir bilgisayar kullanıcısı için,oldukça karmaşık bir işletim sistemi. Bu karmaşıklık Linux için oldukça önemli bir dezavantaj.
Karmaşık yapısının yanı sıra Linux'un kullandığı programlara da yabancıyız. Yepyeni bir dünyaya merhaba diyor ve yeni insanlarla tanışıyor gibi hissediyor insan kendini. Alıştığımız Windows tabanlı programların çoğuna elveda demek gerekiyor. Onların yerine şimdiye kadar adını bile duymadığımız program ve uygulamalara alışmak gerekiyor.
Kullanım kolaylığı ve pratiklik konunda da Linux Windows'un gerisinde. Ancak Windows 8'in kullanım kolaylığı 7'ye göre biraz daha düşük. Linux Windows'tan kullanım kolaylığı açısından biraz karmaşık olsa da bu konuda çok da geri sayılmaz. Daha Linux'la yeni tanıştığınızda bile (en azından Ubuntu sürümünde), pek çok şeyi kolaylıkla halledebilirsiniz.
Linux'un Windows karşısında iki önemli avantajı var. Birincisi bedava olması. Windows'a da pek para verdiğimiz söylenemez ama, kırılmış Windows ile de güncellemeleri yüklemek sorun yaratıyor. Her güncellemede tekrar kırma işlemini tekrarlamak zorunda kalabiliyorsunuz. Windows güncellemelerini kapatmak bir çözüm iken bu durumda da ortaya çıkan açıklara karşı korumasız kalıyorsunuz. Ayrıca pek çok uyumsuzluğun giderilmesi için gelen güncellemelerden de faydalanamıyorsunuz. Yine güncellemeri yüklemeniz halinde de korsan kullanım yaptığınız tespit edilebiliyor. Korsan veya kırık yazılım kullanmak suç. Windows'un kendisi ve Windows tabanlı programların çoğu ücretli programlar. Windows'u ve Windows tabanlı programları korsan kullananlar ise yasal yaptırımlarla yüzleşme riski ile yaşarken, bir yandan da virüslere ve saldırılara karşı da zayıf bir bilgisayara sahip bulunuyorlar.
Ücretsiz olan Linux'ta hemen her konuda işinizi görecek ücretsiz bir program bulabilirsiniz. Bu ücretsiz programlar işinizi gördüğü sürece, yasalara karşı gelmeden ve kendinizi suç işliyor gibi hissetmeden özgürce huzur içinde bilgisayarınızı kullanabilirsiniz. Ücretsiz programlar işinizi görmediği noktada ücretli programlara yönelebilirsiniz.
Linux'un belki de en önemli avantajı güvenli olması. Dünyadaki bilgisayarların çok büyük bir kısmı Windows kullandığı için bilgisayar korsanları Windows sistemleri hedef alan saldırılarda uzmanlaşmış durumdalar ve Windows sistemler için virüs yazıyorlar. Yani şu anda mevcut virüslerin büyük bölümü Windows tabanlı sistemler için yazılmıştır. Az sayıda Linux kullanıcısını hedef almak için virüs yazan pek yok. Haliyle bilgisayarınıza virüs bulaşması gibi bir endişeyi Linux kullanırken kolay kolay yaşamıyorsunuz.
Son olarak ise Linux kullanmak farklı bir şey yapmak oluyor. Çevrenizdeki insanlardan farklı bir şey yapıyor olmak da insana kendini iyi hissettiriyor.
Şu anda kullanmakta olduğum masaüstü bilgisayar 2006 model. Yani yılların emektarı. İnsan ömrüyle kıyaslayacak olsak 150 yaşında falan derdim en az herhalde. Yani tarihi eser artık. Yine de gayet iyi çalışıyor. Özellikle internette gezinmek ve basit ofis uygulamalarının üzerinden kolaylıkla gelebiliyor. Film izleyebilir, müzik dinleyebilir, hatta pek çok uygulamayı üst üste açabilirsiniz. 2006 model de olsa, zamanının high-end bilgisayarlarından biri olan emektar dostumdan kolay kolay vazgeçmek gibi bir niyetim yok.
Linux pek çok farklı sürümü olarak ücretsiz Windows alternatifi bir işletim sistemidir |
Ancak ilerleyen zamana yenilmeyecek şey yoktur. Masaüstü bilgisayarımı ilk aldığımda Vista yeni çıkmıştı. 64 bitlik orijinal Vista Home Premium'u da alışveriş listeme eklemiştim. Sonra Windows 7 ve şimdi de 8 çıktı. Masaüstü bilgisayarımda halen Windows 7 yüklüdür. Vista'dan çok çok daha başarılı. Bir ara Vista, XP ve Windows 7 birlikteydi. Kasanın içinde tam 4 disk bulunduğu için ayrı ayrı disklere birer işletim sistemi kurmak sorun değil. Aynı diske kurmak da sorun değil tabi. Ama Vista uyumsuz programlar yüzünden XP kurma gibi bir problemim yok ve artık zaten hiç sevilmeyen Vista'dan da kurtulduğumuza göre, mevcut sistem de Windows 8 için biraz zayıf kalacağından, Windows 7 ile idare ediyoruz.Ancak bu bile ağır. Windows alıştığımız bir sistem ama, aması var. Windows öyle veya böyle bilgisayarı yavaşlatan bir işletim sistemi. İlk kurulduğundan itibaren zaman içinde bilgisayarın performansını önemli ölçüde düşüren, gereksiz veri kayıtları, silinmiş program kalıntıları, açıklar, virüsler derken sistem çökme aşamasına kısa sürede gelir. Bu Windows tarihi boyunca tüm işletim sistemlerinin ortak kaderi olmuştur ve böyle devam edecek gibi görünmektedir. Haliyle Windows 7 sistem için çok ağır bir işletim sistemi olmasa bile, zamanla kasmalar, donmalar, problemler göstermeye başladı. Haliyle daha az sisteme yüklenecek ve stabil çalışacak bir işletim sistemi ihtiyacı belirdi. Bu nedenle kasa içindeki disklerden birine doğrudan bir Linux sürümü olan Ubunutu kurdum. Ubuntuyu daha önce de test etmiş kısa süre kullanmıştım. Ama üzerinden çok zaman geçmiş ve ben o zamanlar öğrendiklerimi biraz unutmuşum. Tabi Ubuntu da biraz değişmiş, farklılaşmış, gelişmiş.
Windows kullanırken gözümüz kapalı yaptığımız şeyleri birden Linux'a geçince yapmak büyük problem haline gelebiliyor. Adeta insan kendini bilgisayar kullanmayı yeniden öğreniyor gibi hissediyor. Pek çok şeyi nasıl yapacağım konusunda Google'da arama yapıp, yardım sayfaları, forumlar vb. kaynaklardan çözümler ve fikirler edinmeye çalışıyorum. Bu konuda başarısız olduğum söylenemez ama yine de zorluk çekmediğimi söyleyeyim.
Yazının başında da belirtiğim gibi profesyonel, yazılım ve bilgisayar konusunda uzman olmasam da, standart bilgisayar kullanıcılarından çok daha bilgili biriyimdir. Windows işletim sistemlerini bile çökertmeden ve problem yaşamadan yıllarca kullanabilecek kadar bilgisayarı düzgün kullanabildiğimi söylersem nasıl bir kullanıcı olduğumu anlamanız daha kolay olur. Tabi aklınıza bilgisayarı hiç kullanmadığım düşüncesi de gelebilir. İşin açıkçası ortalama bir bilgisayar kullanıcısından kat kat fazla bilgisayara yüklenen biriyimdir. Ama bütün bu bilgi ve yetenek düzeyi bile bir anda Linux sistemi kavramaya yetmiyor. Tabi mevcut deneyimlerden sorunları anlama ve çözme konusunda işi sıfırdan öğrenen biri gibi olduğumu söyleyemem. Ama yine de bir acemilik olmuyor değil. Şu anda bilgisayarımda Windows 7 sistemi boot ettiğimde hiçbir sorun yaşamadığım ses sürücülerim ve donanımlarımdan Linux üzerinden hiçbir şekilde verim alamıyorum. Bu karşılaştığım ve çözüm bekleyen problemlerden sadece biri.
Ubuntu en yaygın ve kullanımı kolay Linux sürümlerinden biridir |
Linux kullanmaya başladıktan sonraki ilk düşüncelerimi de belirteyim. Her şeyden önce linux ortalama bir bilgisayar kullanıcısı için, hele hele Windows'a alışmış bir bilgisayar kullanıcısı için,oldukça karmaşık bir işletim sistemi. Bu karmaşıklık Linux için oldukça önemli bir dezavantaj.
Karmaşık yapısının yanı sıra Linux'un kullandığı programlara da yabancıyız. Yepyeni bir dünyaya merhaba diyor ve yeni insanlarla tanışıyor gibi hissediyor insan kendini. Alıştığımız Windows tabanlı programların çoğuna elveda demek gerekiyor. Onların yerine şimdiye kadar adını bile duymadığımız program ve uygulamalara alışmak gerekiyor.
Kullanım kolaylığı ve pratiklik konunda da Linux Windows'un gerisinde. Ancak Windows 8'in kullanım kolaylığı 7'ye göre biraz daha düşük. Linux Windows'tan kullanım kolaylığı açısından biraz karmaşık olsa da bu konuda çok da geri sayılmaz. Daha Linux'la yeni tanıştığınızda bile (en azından Ubuntu sürümünde), pek çok şeyi kolaylıkla halledebilirsiniz.
Linux Ubuntu Masaüstü Windows'a benzer |
Linux'un Windows karşısında iki önemli avantajı var. Birincisi bedava olması. Windows'a da pek para verdiğimiz söylenemez ama, kırılmış Windows ile de güncellemeleri yüklemek sorun yaratıyor. Her güncellemede tekrar kırma işlemini tekrarlamak zorunda kalabiliyorsunuz. Windows güncellemelerini kapatmak bir çözüm iken bu durumda da ortaya çıkan açıklara karşı korumasız kalıyorsunuz. Ayrıca pek çok uyumsuzluğun giderilmesi için gelen güncellemelerden de faydalanamıyorsunuz. Yine güncellemeri yüklemeniz halinde de korsan kullanım yaptığınız tespit edilebiliyor. Korsan veya kırık yazılım kullanmak suç. Windows'un kendisi ve Windows tabanlı programların çoğu ücretli programlar. Windows'u ve Windows tabanlı programları korsan kullananlar ise yasal yaptırımlarla yüzleşme riski ile yaşarken, bir yandan da virüslere ve saldırılara karşı da zayıf bir bilgisayara sahip bulunuyorlar.
Ücretsiz olan Linux'ta hemen her konuda işinizi görecek ücretsiz bir program bulabilirsiniz. Bu ücretsiz programlar işinizi gördüğü sürece, yasalara karşı gelmeden ve kendinizi suç işliyor gibi hissetmeden özgürce huzur içinde bilgisayarınızı kullanabilirsiniz. Ücretsiz programlar işinizi görmediği noktada ücretli programlara yönelebilirsiniz.
Linux'un belki de en önemli avantajı güvenli olması. Dünyadaki bilgisayarların çok büyük bir kısmı Windows kullandığı için bilgisayar korsanları Windows sistemleri hedef alan saldırılarda uzmanlaşmış durumdalar ve Windows sistemler için virüs yazıyorlar. Yani şu anda mevcut virüslerin büyük bölümü Windows tabanlı sistemler için yazılmıştır. Az sayıda Linux kullanıcısını hedef almak için virüs yazan pek yok. Haliyle bilgisayarınıza virüs bulaşması gibi bir endişeyi Linux kullanırken kolay kolay yaşamıyorsunuz.
Son olarak ise Linux kullanmak farklı bir şey yapmak oluyor. Çevrenizdeki insanlardan farklı bir şey yapıyor olmak da insana kendini iyi hissettiriyor.
9 Kasım 2014 Pazar
Bir Süredir Az Yazıyorum
Bu blogun öyle pek ziyaretçisi olmaz. İlk açtığımdan beri böyledir. Zaten ben de çok kişiye ulaşma hedefiyle açmamıştım burayı. Bir tür için dökme aracıdır sadece benim için. Farklı yerlerde farklı konseptler altında birşeyler yazar paylaşırım ama içimi dökebileceğim, herhangi bir konsepte bağlı kalmanın gerekliliği olmadan özgürce dilediğimi yazabileceğim tek mecra burası. Aslında burasıydı demek daha doğru olur.
Uzunca bir süredir öyle blogda yazmak, birşeyler paylaşmak gelmiyor içimden. Motto olarak "Söyleyeceğim çok şey var" demiştim blogu açtığımda. Halen de durur yukarıda bu motto. Ama sustum. Neden mi?
Nedeni belli. Tahmin edilebilir. Üstelik tahminlerin büyük bölümü doğru olacaktır. Yanılma olasılığı çok çok düşük.
Burası benim içimi döktüğüm bir yer olduğundan, öyle yazılarımın okunmaması, yorumlanmaması falan umurumda değil. Tabi çok kişi okursa ve hele de yorum yazar, fikir ve görüşlerini belirtirse, bundan şikayetçi olmam. Hatta mutlu olurum. Ekmek kadayıfının üstündeki kaymak gibi olur. Tadından yenmez. Yani yazmamak için bir neden değil.
Söyleyecek çok şeyi olanın, söyleyeceği şeyleri söylemek için de zamanı olur. Bulur bir şekilde. İnsanın istediği şeylere ayıracak zamanı hep vardır. Zamanım yok mazereti aslında "çok da işime gelmedi" demektir. O yüzden zamansızlık gibi bir mazeret de değil yazmamamın nedeni.
Özgürlük meselesidir yazmama engel sebep. Yani var olmayan bir özgürlük. Olmayan bir özgürlük. Başıma bir iş gelir mi kaygısıdır hep. Korkağım belki biraz. Ama cesaret bir işe yarayacak olsaydı, cesur da olurdum elbet. Yani korkudan ziyade ümitsizlik var biraz da. Birilerinin hoşuna gitmezse yazdıklarım -ki gitmeyecektir kesin- olacakların faturasını ödemek istememektir biraz. Şu üç günlük dünyada kısacık bir ömürdür sahip olduğum, onu da olabildiğince huzurlu ve başım ağrımadan yaşamak istememdir. Bu nedenle kimse beni kusurlu bulamaz sanıyorum. Ama derseniz ki; "Bu ülkede öyle bir hayat mümkün mü?". Hayır derim. Ama elden ne gelirse yapmak lazım.
E söyleyeceğim pek çok şey var olsa da söyleyemediğime göre, burada yazmanın da bir anlamı yok. Peki bu blogu kapatmak ya da öyle kaderine terk etmek için yeterli bir neden mi?
Söyleyeceğim çok şey olduğuna göre, zararsızlar da var arasında. Onları söyleyeceğim artık. Otosansür diyorlar ya...Tam da budur yapacağım. Aman milyonlarca kılımız rahatsız olmasın diyelim.
Uzunca bir süredir öyle blogda yazmak, birşeyler paylaşmak gelmiyor içimden. Motto olarak "Söyleyeceğim çok şey var" demiştim blogu açtığımda. Halen de durur yukarıda bu motto. Ama sustum. Neden mi?
Nedeni belli. Tahmin edilebilir. Üstelik tahminlerin büyük bölümü doğru olacaktır. Yanılma olasılığı çok çok düşük.
Burası benim içimi döktüğüm bir yer olduğundan, öyle yazılarımın okunmaması, yorumlanmaması falan umurumda değil. Tabi çok kişi okursa ve hele de yorum yazar, fikir ve görüşlerini belirtirse, bundan şikayetçi olmam. Hatta mutlu olurum. Ekmek kadayıfının üstündeki kaymak gibi olur. Tadından yenmez. Yani yazmamak için bir neden değil.
Söyleyecek çok şeyi olanın, söyleyeceği şeyleri söylemek için de zamanı olur. Bulur bir şekilde. İnsanın istediği şeylere ayıracak zamanı hep vardır. Zamanım yok mazereti aslında "çok da işime gelmedi" demektir. O yüzden zamansızlık gibi bir mazeret de değil yazmamamın nedeni.
Özgürlük meselesidir yazmama engel sebep. Yani var olmayan bir özgürlük. Olmayan bir özgürlük. Başıma bir iş gelir mi kaygısıdır hep. Korkağım belki biraz. Ama cesaret bir işe yarayacak olsaydı, cesur da olurdum elbet. Yani korkudan ziyade ümitsizlik var biraz da. Birilerinin hoşuna gitmezse yazdıklarım -ki gitmeyecektir kesin- olacakların faturasını ödemek istememektir biraz. Şu üç günlük dünyada kısacık bir ömürdür sahip olduğum, onu da olabildiğince huzurlu ve başım ağrımadan yaşamak istememdir. Bu nedenle kimse beni kusurlu bulamaz sanıyorum. Ama derseniz ki; "Bu ülkede öyle bir hayat mümkün mü?". Hayır derim. Ama elden ne gelirse yapmak lazım.
E söyleyeceğim pek çok şey var olsa da söyleyemediğime göre, burada yazmanın da bir anlamı yok. Peki bu blogu kapatmak ya da öyle kaderine terk etmek için yeterli bir neden mi?
Söyleyeceğim çok şey olduğuna göre, zararsızlar da var arasında. Onları söyleyeceğim artık. Otosansür diyorlar ya...Tam da budur yapacağım. Aman milyonlarca kılımız rahatsız olmasın diyelim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)