19 Ocak 2020 Pazar

Yerli Motor Yapmak Çok Mu Zor?

Otomotiv sektöründe ciddi bir üretici olmamıza rağmen ciddi bir yerli ve milli otomobil markamızın olmaması pek çoğumuzun için buran bir durum. Bu konuda özellikle Cumhurbaşkanımızın çağrısı üzerine bir araya gelen Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu tarafından 2020 öncesinde tanıtımı yapılan tamamen elektrikli SUV ve Sedan araçlarla büyük bir umutla artık sahip olamasak da gurur duyacağımız bir yerli otomobil markasına kavuşmayı bekliyoruz. Ancak bu araçlar tamamen elektrikli olacağından konvansiyonel içten yanmalı benzinli veya dizel motora sahip olmayacaklar. Yıllardır içten yanmalı motor dahil otomotiv sektöründe üretmediği bir bileşen neredeyse bulunmayan ülkemizin kendi milli içten yanmalı motorunu geliştirememesi ise ilk bakışta yadırganacak bir durum. 
TOGG elektrikli yerli otomobil

İçten yanmalı motor teknolojisi her ne kadar çok eski bir teknoloji olsa da son derecede karmaşık bir  teknolojidir. Bir benzinli motorda çok sayıda farklı bileşen bulunur. Üstelik motorun güç üreten kısmını, yani esas motor olan kısmını üretebilmeniz yetmez, bir de güç aktarım birimi olan şanzıman da üretmeniz gerekir. Çok sayıda farklı bileşenden oluşan ve büyük bir hassasiyetle tasarlanmış parçaların büyük bir uyum içinde çalışması gerekir. Aksi halde motor ya hiç çalışmaz ya da kısa sürede teknik sorunlar ortaya çıkar. Bu kadar karmaşık bir teknolojiyi birden geliştirmek, üstelik çok uzun yıllardan beri motor üreten firmalarla rekabetçi olacak şekilde verimli ve ekonomik olarak bu işin üstesinden gelebilmek hiç de kolay değildir. İstenirse içten yanmalı motor geliştirmek elbette ki mümkün olacaktır, ancak bunun için ciddi zaman harcanması gerekir. Üstelik elektrikli araçların yavaş yavaş benzinli ve dizel araçların yerini almaya başladığı bir çağda içten yanmalı motor geliştirmeye çalışmak çok da anlamlı gelmemektedir. 

Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere içten yanmalı motor geliştirmek çok zordur. Kalabalık bir mühendislik ekibinin çok uzun süreler üzerinde çalışmasını gerektirir. Bununla birlikte ülkemizde yavaş yavaş içten yanmalı motor geliştirilmeye de başlanmıştır. Ancak bu motorlar otomotiv sektöründen ziyade savunma sektöründe kendini göstermektedir. Örnek olarak TEI PD170 adında 170 beygir gücünde pistonlu bir motor üretmiş durumda. Bu motor milli İHA'larımızda kullanılacak. Ayrıca bu motor üzerinde geliştirme çalışmaları devam ediyor. Üstelik askeri bir sistemde kullanılan bir içten yanmalı motorun sivil araçlardan çok daha yüksek niteliklere sahip olması gerekir. Zira otomobillerde kullanılan içten yanmalı motorların çalışma koşulları ile yerden kilometrelerce yukarıda çalışan bir uçaktaki motorun çalışma koşulları bile tasarımı güçleştirecektir. Teknik olarak PD170 motoru sivil bir otomobilde de kullanılabilir. Tabi bazı küçük değişiklikler yapılması gerekecektir. Ancak dediğimiz gibi, içten yanmalı motor konusunda batılı ülkelerin çok gerisinde kalmış olduğumuzdan otomotiv sektöründe ancak elektrikli otomobillerle rekabetçi olabiliriz. Elektrikli otomobillere ayak uyduramayan günümüz ve yakın geçmişin güçlü firmaları ne yazık ki yakın gelecekte tarihin tozlu sayfalarına gömülecektir.

Her ne kadar içten yanmalı bir İHA motoru geliştirmeyi TEI başarmış olsa da, motor geliştirilmesi ve tedariğinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle milli tankımız ALTAY halen seri üretime alınamamıştır. Söz konusu askeri sistemler olunca tasarlanacak motorun isterlerini karşılamak ancak çok büyük uzmanlık ve yüksek mühendislik ile mümkün olabilmektedir. Öyle ki bir tankın motoru aşırı soğuk, aşırı sıcak, tozlu, çamurlu, karlı, yağmurlu ortamlarda hiç takılmadan çalışmak zorundadır. Aynı zamanda yaklaşık 60 tonluk bir aracı hareket ettirebilmek için çok yüksek güç üretilmesi gerekmektedir. Bu kadar yüksek gücü elde edebilmek, üstelik de bunu tankın içine sığacak kadar küçük bir motorla başarabilmek, içten yanmalı motor teknolojisi çok eski bir teknoloji olsa dahi, günümüz için bile son derecede zordur.
TEI PD170

ÖZETLE, içten yanmalı motor üretmek çok zor bir iş değildir. Ülkemizin pek çok yerinde sanayide görev yapan ustaların çoğu kendi başına bunu yapabilirler. Ancak önemli olan çalışan bir içten yanmalı motor yapmak değildir. Önemli olan beklentileri tam olarak karşılayan, verimli, ekonomik, üretilebilir, güvenilir ve rekabetçi bir içten yanmalı motor üretebilmektir. Bu ise hemen olan bir şey değildir. Basit bir örnekle, yine havacılıkla benzeştirerek açıklamaya çalışırsak, uçak yapmak için gerekli olan fizik kuralları çok basittir ve pek çok kişi evinde basit uçaklar yapabilir. Ancak bir İHA yapmak çok daha fazla teknik bilgi ve detaylı tasarım gerektirir. Biz havacılık sektöründe dünyayı İHA'larımız ile yakaladık ve bu alanda en öndeki ülkelerden biri haline geldik. Ancak bir savaş uçağı yapmak ile bir İHA yapmak aynı şey değildir.  İş ABD'nin Türkiye'ye teslim etmeyeceğini açıkladığı F35'ler gibi son teknoloji ürünü bir savaş uçağı yapmaya geldiğinde, her ne kadar aynı fizik kurallarına bağlı olarak uçacak olsa da, araştırma ve geliştirmenin zorluk katsayısı astronomik sayılacak bir düzeyde artacaktır. Bu durum içten yanmalı motorlar için de aynıdır. 

AMD'nin Yükselişi

Çok uzun yıllar boyunca Intel işlemci piyasasında adeta tekel konumundaydı. Halen tüm dünyada kullanılan mevcut masaüstü, dizüstü ve iş istasyonlarının büyük bir bölümünde Intel işlemcilerin bulunduğu da bir gerçektir. Ancak Intel'in en dişli rakibi olan AMD, uzun yıllar Intel'in gerisinde kalmış olsa da, son yıllarda ciddi bir atak yapmış durumda. Üstelik AMD hem CPU pisyasasının  hakimi Intel ile hem de GPU piyasasının hakimi Nvidia ile yoğun rekabeti aynı anda ve başarılı bir şekilde sürdürüyor.

AMD'nin yeni nesil Ryzen 4000 serisi işlemcileri Intel işlemcilerden pek çok açıdan üstün görünüyor. Bunun yanında Intel işlemciler ile arasında ciddi bir fiyat farkı da bulunuyor. Her nedense Intel işlemcilerini yüksek fiyattan satmaya AMD ciddi bir atak yapmışken bile devam ediyor. Muhtemelen AMD'nin eski ve nispeten başarısız işlemcileri nedeniyle kemikleşen Intel işlemcilere güveni ve sadakati sömürüyor denilebilir. Peki son kullanıcı olan bizler, neden daha düşük performans veren bir işlemciye sırf markaya duyulan güven ve sadakat nedeniyle aynı işi çok daha ucuza yapabilecek alternatifi varken yüksek bedeller ödeyelim? Mantıklı mı? Değil.

Yüksek performanslı işlemcilerin işlem güçlerine göre kıyaslandığı benchmark listelerinde zirveyi genellikle AMD Ryzen işlemciler kaplamış durumda. Üstelik bu yazıyı hazırladığım anda yandaki ekranda kontrol ettiğim listede AMD Ryzen 7 Pro 3700 listede birinci, AMD Ryzen 9 Pro 3900 ikinci, Intel Core i9-9900 KS  4.00GHz ise üçüncü konumdaydı. Üstelik Ryzen 7 3700 325,00$ gibi bir fiyatla alınabilirken Intel Core ip-9900KS'de fiyat 500$ seviyesinin üzerinde. Arada yaklaşık 200$ gibi ciddi bir fark var. Üstelik bu fiyatları Amazon üzerinden, ABD fiyatlarına bakarak tespit ediyorum.

Buraya kadar AMD'nin işlemci alanında rakibi Intel'i hem performans hem de fiyat avantajı ile sarstığını söylemek mümkün. Ancak ekran kartı alanına gelindiğinde AMD işlemci alanında olduğu kadar başarılı görünmüyor. AMD Radeon serisi güncel GPU'lar Nvidia'nın güncel GTX GPU'larının performans seviyesinin gerisinde kalıyor. Ancak AMD Radeon ekran kartları ile Nvidia GTX ekran kartları arasında zaman zaman iki kata varan fiyat farkları olduğu görülüyor. Ancak bu kartlar arasındaki performans farkı ile fiyat farkı arasında bir ilişki bulunmuyor. Yani AMD ekran kartları Nvidia ekran kartları kadar yüksek performanslı değiller ancak çok daha uygun fiyatlılar. Haliyle fiyat/performans açısında çok başarılı kartlar ve son kullanıcının verdiği her kuruşun hakkını çok daha fazla veriyorlar. Bu da özellikle oyuncular arasında AMD Radeon GPU'lu ekran kartlarının hızla yaygınlaşmasına yol açıyor.

İnternette en güncel ve güçlü AMD ve Nvidia ekran kartlarının fiyatlarını ve performanslarını inceleyebilirsiniz. Göreceğiniz manzara büyük olasılıkla Nvidia'nın performansta kesin galibiyeti olacaktır. Tabi aradaki performans farkına ikinci bir ekran kartı alabilecek kadar fazla ödeme yapmayı pek çok kişi istemiyor.

AMD Intel'in hakimiyetini ciddi olarak sarstı. Nvidia'dan ise fiyat/performans ürünü ekran kartları ile çok ciddi pazar payı kapmaya başladı. Bu durumda sevinen taraf biz son kullanıcılar olacağız. Çünkü keskin ve zorlu rekabet koşullarında çok daha güçlü işlemci ve ekran kartlarını çok daha uygun fiyatlarla alabileceğimiz bir gelecek bizi bekliyor olacaktır. Tabi burada döviz kurları canımızı sıkabilir. ABD doları şu anda 6,00 ₺ seviyelerinde geziniyor. Kurun uzun süredir dar bir bant içinde yatay seyir izlediği söylenebilir. Ancak kurlar hiçbir zaman dar bir bant içinde çok uzun süre kalmazlar. Ya aşağı ya da yukarı yönlü harekete geçerler. Eğer kur yukarı yönlü bir trend oluşturursa her geçen gün bilgisayar almak bizler için çok daha pahalı hale gelecektir.


14 Ocak 2020 Salı

2020 Yılında Türkiye Ekonomisi Düzelecek Mi?

Ülkemizde ekonomik durum pek parlak değil. Her ne kadar aksi gösterilmeye çalışılsa da, markette, pazarda, kısacası her anlamıyla sokakta hissedilen durum hiç de parlak değil ve geleceğe dönük de pek umut vermiyor. Peki yeni girmiş olduğumuz 2020 yılında ekonomik durum ne yönde gelişecek? İyileşme yaşanacak mı yoksa durum daha da kötüye mi gidecek? Basit mantık yürüterek temel ekonomi bilgisi ile bu sorulara cevaplar arayalım.

Öncelikle Türkiye ekonomisi dışa bağlı bir ülke. Böyle olması da gerekiyor. Küreselleşen dünyanın bir parçası olmanın kaçınılmaz sonucudur bu. Aksi halde Kuzey Kore gibi içe kapalı bir ülke haline gelirdik. Dışa bağımlı bir ülke olmanın pek çok faydası var. Her şeyden önce Türkiye kendi iç dinamikleri ile yeterince büyüme sağlayabilecek bir ülke değil. Bu durumda Türkiye ekonomisinin düzelmesi büyük ölçüde dünyada ne olup ne bittiği ile de alakalı. 

Dünya ekonomisine bakıldığı zaman ise yine umut veren bir resim görmek mümkün değil. İhracatımızın büyük bölümünü bilindiği üzere Avrupa ülkelerine yapıyoruz. Avrupa ülkelerinde ise ekonomi son derecede durgun. Bu durum ihracatımızın büyümesi önünde büyük bir engel. Eğer Avrupa ülkelerinde ekonomi canlanmaz ise Türkiye'nin ihracat yaparak büyüme olasılığı riske girer. Bu riski azaltmak için Türkiye'deki sanayiciler alternatif pazarlar arayabilirler. Alternatif pazarlardan biri olan Ortadoğu ülkelerinin durumu ortada. Güney Amerika ülkelerinde de durum hiç parlak değil. Orta ve Uzak Asya ülkeleri ise Türkiye için kısa vadede ciddi bir pazar oluşturabilir mi? Ya da Afrika ülkeleri? Avrupa'daki kaybı karşılamak zor görünüyor. 

Böyle bir manzara karşısında ihracatımızda ciddi bir artış beklemek biraz zor. Hatta ihracatın büyümeyeceği, aksine küçüleceği dahi beklenebilir. İhracatımızda bir büyüme sağlanabilse dahi bu büyümenin Türkiye ekonomisinde hissedilir bir pozitif etki yaratacak düzeyde olmasını beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Tabi küresel dünyada her an  her şey olabilir. Bir de bakarsınız bir anda bahar rüzgarları esmeye başlamış, Avrupa ülkeleri hızla büyüme trendine girmiş... Ancak bu olasılığa bel bağlamak da tam anlamıyla hayalcilik olacaktır. 

İhracat yaparak yeterince büyüyemeyecek olan ülkemizde iç piyasadaki talep de son derecede cansız. Her ne kadar son dönemlerde düşen kredi faizleri ile birlikte bir miktar canlanan inşaat sektöründeki konut satışlarının ekonomiye pozitif etkisi kısıtlı ve geçici olacaktır. Şurası açık ki inşaat sektöründe faaliyet gösteren firmalar ellerindeki stokları eritme derdindeler. Mevcut inşaatlarını tamamlayıp satmaya odaklanmış durumdalar. Yeni inşaatlar nadiren görülmekte. Ayrıca inşaat sektörü aracılığı ile büyüme her zaman geçici olur. Çünkü bir inşaatı yapar bitirirsiniz. Ortaya bir katma değer çıkar. Ama bu katma değer inşaatın bitimi ile sonlanır. Bir fabrika gibi sürekli ticari değeri olan mal üretilmez. Ancak orta ve uzun vaadede rant geliri ortaya çıkabilir. 

Ülkemizdeki ekonominin iyiye gitmediğini artan işsizlik oranlarından anlamak mümkün. Eğer işsizlik oranları artıyorsa bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi mevcut çalışanlar işini kaybetmektedir. İkincisi işgücü piyasasına katılanlar (örneğin eğitim hayatını tamamlayanlar) iş bulamamaktadır. Ülkemizde her iki durumda olanlar da var. Hem pek çok kişi işini kaybetmiş hem de gençler iş bulamaz durumda. Bu durum üretimin artmadığı ve ekonomide bir büyüme ve canlanmanın beklenmemesi gerektiğine işaret ediyor. 

Özellikle Ortadoğuda gerilen ortam petrol ve doğalgaz arzı üzerinde riskler oluşturuyor. Olası bir ciddi çatışma durumunda petrol ve doğalgaz fiyatlarında ciddi bir yükseliş olabilir. Böyle bir yükseliş enerji konusunda ciddi oranda dışa bağımlı olan ülkemizin ekonomisini son derecede kötü etkileyecektir. Ancak böyle bir durumu engellemeye gücümüz yetmez. Ancak tedbir alınabilir. 

Kısacası ekonomik durum kısa vaadede düzelecek gibi görünmüyor. Yani 2020 yılından yükselen bir refah beklemek Polyannacılık oynamak olacaktır. Ancak şurası da kesin ki, böyle durumlarda insanlar acil olmayan tüm ihtiyaçlarını erteleme eğilimine girerler. Bu da bir talep birikimine yol açar. Bu talep birikimi ekonomide rüzgar pozitif yöne döndüğünde talep patlamasına yol açar. Bu talep patlaması ilk başta talep kaynaklı enflasyon baskısına yol açabilse de, aynı zamanda büyümeyi de hızlandıracaktır. Bu konuda umutlu olmak gerekir. Unutmayın, her karanlık gecenin ardında bir sabah vardır. Dünyada geçmişte pek çok ciddi ekonomik kriz yaşanmış ve hepsi atlatılmıştır. Bu sıkıntılı dönem de elbette, öyle veya böyle atlatılacaktır. Bu dönem atlatıldığında ise hızlı bir büyüme dönemine girilecektir. Asıl bu günlerde büyüme dönemine girileceği zaman, hem bu dönemin bize verdiği hasarları saracak hem de bizi çok daha ileriye taşıyacak şekilde hazırlanmak gerekir. Bu sıkıntılı dönemi güçlü bir büyümeye hazır şekilde atlatabilen ülkeler geleceğin gelişmiş ülkeleri olma şansını yakalayabilirler. Bu fırsatı yakalayamayanların ise kaderi yakalayan ülkelerin pazarı olmak olacaktır. Her şey bize bağlı. Yaptıklarımızla pazar mı olacağız yoksa gelişen, büyüyen bir ülke mi? Her şey bize bağlı... 

13 Ocak 2020 Pazartesi

Para İle Saadet Olur Mu Olmaz Mı?

Para ile saadet olmaz sözü ne tam anlamıyla yanlış ne de tam anlamıyla doğrudur. Bu durumu tam olarak irdeleyebilmemiz için öncelikle saadetten ne anladığımız netleştirilmelidir.

Saadet: Türkçe sözlükte tam karşılığı olarak mutluluk olduğu görülen saadet, insanın tüm ihtiyaçlarını eksiksiz ve sürekli olarak karşılayabilmesi neticesinde duyduğu kıvanç, ongunluk olarak tanımalanabilir.

Sözlük anlamından da anlaşıldığı üzere saadet için insan ihtiyaçlarının eksiksiz ve sürekli olarak karşılayabilmesi gerekmektedir. İnsan ihtiyaçları ise maddi ve manevi olarak ikiye ayrılabilir. Maddi ihtiyaçların karşılanabilmesi için para şarttır. Ancak manevi ihtiyaçları karşılayabilmek için paradan fazlası gerekir. Bu durumda para ile saadet olmaz önermesi, manevi ihtiyaçları para ile karşılamak çoğu zaman mümkün olmadığından kısmen doğru, ancak maddi ihtiyaçları ancak para ile karşılamak mümkün olduğundan kısmen yanlıştır.

Ancak maddi ihtiyaçlar ile manevi ihtiyaçlar arasındaki ayrım her zaman o kadar net değildir. Eskiyen bir elbiseyi yenilemek, ev, araba almak, evinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek gibi olmazsa olmaz ihtiyaçlar temel maddi ihtiyaçlar olarak gösterilebilir. Bunların karşılanamaması durumu insanda stres oluşturur. Ayın sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünen bir kişi pek de saadet içinde sayılmaz. Hatta içinde bulunduğu sıkıntılı durum uzun sürmesi halinde psikolojik sorunlar yaşamasına yol açabilir. Haliyle maddi ihtiyaçların karşılanmasının manevi bir yönü de vardır.

Bununla birlikte her manevi ihtiyacın maddi durumla ilgisi yoktur. Sevmek, sevilmek, saygı görmek gibi ihtiyaçlar bunun başında gelir. Varsıl bir ailesi olan ancak annesini bir nedenle kaybetmiş genç bir çocuğun hissedeceği anne sevgisi ihtiyacını maddi imkanlarla karşılamak mümkün değildir. Ya da sırf ailesi başka bir yere taşınıyor diye en yakın arkadaşlarından ayrılan bir gencin yaşayacağı dram ve yalnızlık da maddi olarak karşılanamaz.

Sağlık kısmen maddi imkanlara bağlı kısmen de bağlı değildir. Varsıl kişiler bir sağlık sorunu ile karşılaştıklarında en iyi doktorlara ulaşma ve bedeli ne olursa olsun mümkün olan tüm sağlık hizmetlerinden faydalanma olanağına sahip olurlar. Ancak yoksul kişilerin ulaşabilecekleri sağlık hizmetlerinin sınırı maddi imkanları ile kısıtlanır. Bu durum bazı hallerde kişilerin yeterince tedavi görememeleri sonucu tam olarak sağlıklarına kavuşamamaları anlamına gelebilir. Bununla birlikte bazı sağlık sorunlarını maddi imkanlar çözmeye yetmez. Tedavisi henüz geliştirilememiş hastalıklar buna en güzel örnektir. Ne kadar varsıl olursanız olun, dünyanın tüm servetini de harcasanız, bazı sağlık sorunlarını tedavi etmeniz mümkün değildir. Haliyle sağlık kısmen maddiyata bağlı kısmen değildir.

Para ile saadet olur mu? Para saadetin yeter ve tek şartı değildir ancak temel şartlardan biri olduğu kesin. Maddi sıkıntıların yol açtığı sorunlar nedeniyle anlaşmazlığa düşerek boşanan çiftler bunun en güzel örneğidir. Yani iki gönül bir olunca samanlık pek de seyran olmamaktadır. Maddiyat aile bütünlüğünün korunmasında dahi çok önemli bir yere sahiptir. Ancak elbette ki aile bütünlüğü maddiyat dışında ciddi manevi değerlere de bağlıdır.

Son olarak bu yazıda para ile saadet olmayacağı ama parasız da saadet olmayacağını göstermeye çalıştım. Yazıda doğru veya yanlış bulduğunuz yerleri veya varsa eklemek istediğiniz kendi görüşlerinizi yorum yaparak paylaşabilirsiniz.