Yaşım gereği 1992 Erzincan depremini hatırlıyorum. Ancak o zamanlar depremin ne denli büyük bir felaket olduğunu kavrayacak yaşta değildim. Tek bildiğim yerin sarsıldığı, binaların yıkıldığı, insanların enkaz altında kaldığı, kurulan beyaz koni şeklinde, üstünde kırmızı hilal bulunan Kızılay çadırları ve depremden kurtulan insanların bu defa soğukla mücadelelerini gösteren haberlerdi. Hatırladığım kadarıyla ekranlarda gördüğüm manzarayı savaşa benzettiğimdi. Haksız da sayılmazmışım. Sonuçta bir hayatta kalma savaşı veriliyordu.
17 Ağustos 1999 depremi yaşandığında İstanbul'da yaşıyordum ancak tatilde olduğum için İstanbul'da değildim. Ancak 12 Kasım Düzce depreminde İstanbul'daydım. Birden eşyaların zangırdadığını, oturduğum koltuğun sarsıldığını hissettim. Bu deprem olmalıydı. Zaten o güne kadar birkaç defa artçı şok hissetmiş, depremin nasıl birşey olduğunu az çok deneyimlemiştim. Hiç paniklemedim, korkmadım. Soğukkanlı biriyimdir. Ancak deprem bitmek bilmedi. Sonunda çok uzun sürdü bina dayanmayacak diye kapı eşiğinde durayım bari dedim. Kapı eşiklerinin daha güvenli olduğunu duymuştum. Deprem bitti. Ailemin zoruyla binadan çıkarıldım. Depremde yıkılmayan bina sonrasında niye yıkılsındı ki? Dayanmıştı işte.
Her ne kadar deprem gibi ciddi bir felaket karşısında bile serinkanlılığımı korusam da İstanbul'a döner dönmez yaşanan felaketin büyüklüğünü görmüştüm. Çok sayıda hasarlı bina vardı. Bu binaların büyük bir bölümü sadece makyajlandı. Bir kısmı güya güçlendirildi. Güçlendirilen binalardan biri de benim de ikamet ettiğim apartmandı. Ancak güçlendirme sırasında hiçbir uzmana danışıldığını sanmıyorum. Tek yapılan bazı ana kolonların kalınlaştırılması oldu. Bilinçsizce.
Deprem insanların hayatında kalıcı yıkımlara yol açabiliyor. Yıkılan bir binayı yeniden yapabilirsiniz. Ancak giden canları geri getiremiyorsunuz. 17 Ağustos ve 12 Kasım öyle büyük trajedilere yol açtı ki, binlerce insanın hayatı bir daha hiç eskisi gibi olamadı, olamayacak.
Depremin hemen ardından deprem uzmanları ekranlara çıkarıldı. Gündem çok uzun bir süre deprem oldu. Depreme hazırlıksız yakalanmıştık ancak beklenen İstanbul depremine daha hazırlıklı olunmalıydı. Bununla ilgili çokça konuşuldu, yazıldı, çizildi ve sanki çok sıradan bir olaymış gibi unutulup gidildi. Hatta depremin yaralarının sarılması ve bir sonraki depreme hazırlık yapılması için gerekli maliyetin karşılanması amacıyla çıkarılan ek vergilerle duble yollar yapıldı. Duble yollar da çok sayıda hayatı kurtarmıştır elbette. Çünkü bir dönem her akşam en az bir trajik trafik kazası haberi anahaber bültenlerinin olmazsa olmazı haline gelmişti. Şarampole devrilen otobüsler, kafa kafaya çarpışan araçlar, ölen ya da yaralanan insanlar ve yine giden canlar. Evet böyle trajik kazaların sayısını azalttı belki duble yollar ancak, ya deprem?
Depremi unuttuk. Deprem anında her evde bulunması gereken bir çanta vardı. Deprem yaşanırsa evden çıkarken alınacak, dış kapıya yakın kolay ulaşılır bir yerde durması gereken ve içinde ilk yardım malzemelerinden giyecek ve çeşitli gıda maddelerine kadar kriz anını atlatmaya yardımcı olacak şey bulunan bir çanta. İstanbul'da kaç evde vardır şu anda böyle bir çanta?
Deprem konteynırları vardı bir de... Duruyorlar mı? Ben artık İstanbul'da yaşamıyorum. Ancak en son gittiğimde deprem konteynırına hiç rastlamadım.
Deprem anında insanların kaçacağı sığınma alanları? Hah, oralar AVM oldu zaten.
Birileri devlete kızıyor. Ancak devleti yönetenler de bu ülkenin insanları. Mars'tan falan gelme değiller. Eğer evinizde deprem çantanız yoksa kimseye deprem konteynırlarının ve toplanma alanlarının hesabını soramazsınız. Siz üzerinize düşeni yaparsanız, eş dost ve akraba ve komşularınızı da bilinçlendirir ve depreme hazırlıklı olmak için üzerlerine düşen hazırlıkları yapmalarını sağlarsanız, o zaman üzerine düşeni yapmayan yöneticilere kızabilirsiniz. Zaten tüm toplum böyle bir bilince ulaştığında, o toplumun içinden çıkacak yöneticiler de depreme karşı daha duyarlı olacaktır.
Ve bugün, yine bir deprem acısıyla karşı karşıyayız. Bu defa Elazığ... Üstelik Elazığ'dan önce Van'da da ciddi bir deprem olmuştu. Ve yine pek de hazırlıklı sayılmayız. Binalarımız depremlere dayanıksız. Ucuz olsun diye malzemeden çalınmış. Taştan mezarlara dönen binalardan mürekkep şehirlerle dolu bir memleket.
Hayatımız bu kadar mı ucuz? Bu kadar mı değersiz? Daha kaç deprem gerekecek, daha kaç can kaybedilecek de biz depreme karşı gerekli önlemleri yeterince alan bir toplum haline dönüşeceğiz?
Kimseye kızmayın. Önce depreme karşı hangi hazırlıkları yaptığınızı düşünün. Yeterince hazır mısınız? Bir planınız var mı? Deprem çantanız var mı? Deprem anında nereye gideceğinizi planladınız mı? Ya da ailenizle ortak bir buluşma noktası belirlediniz mi? Ya diğer hazırlıklar? Eğer yapmadıysanız şapkanızı önünüze alıp düşünün ve kızacaksanız eğer, öne aynada gördüğünüz kişiye kızın.