"Yalnızlık yalnızca tanrıya mahsustur" derler ya, belki de doğrudur. İnsan yalnız olarak da yaşayabiliyor ve ister inanın ister inanmayın günümüzde pek çok Robinson Crouse var. Kim mi bunlar? Onlar aramızda yaşıyorlar.
Hani şu belki adını bile bilmediğiniz ama karşılaşınca merhabalaştığınız, ayrılınca da kısa bir süre "Adı neydi ki bunun?" diye kendi kendinize sorduğunuz ama bir türlü hatırlayamadığınız insanlar var ya...
Ama asıl Robinson'lar bunlar da değildir. Daha Robinson'lar vardır. Yukarıda sözünü ettiğim Robinson'ları hayat öyle olmaya zorlamıştır. Önemsenmeyecek işleri, ancak ihtiyaç duyulunca aranan numaraları ve adresleri vardır onların. Yine de bir aileleri ve sevenleri vardır. Küçücük bir dünyada yaşarlar. Milyonlarca insanın bulunduğu bir şehirde yaşasalar da, aslında onların dünyası bir avuç insandan oluşmaktadır. Bununla birlikte bu bir avuç insanla sıkı bir iletişim ve etkileşim halinde olabilirler.
Asıl Robinson'lar günlercebilgisayarbaşındaoturabilecekgillerdir. İnsanlarla iletişim demek onlar için internet demektir. Sosyalleşmek ise sosyal medya ile mümkün olabilir. Bu türün çocukluk hallerini körebe, saklambaç veya uzun eşek oynarken göremezsiniz.
İnternet ve getirdiklerinin insanları diğer insanlarla iletişim ve etkileşimden kopardığı, yalnızlaştırdığı doğru olsa da internet asıl suçlu değildir. Sadece gerçek Robinson'ların işini kolaylaştırmaktadır. Yukarıda sözü edilen ve hayat şartlarının Robinson olmaya zorladığı insanlar gibi, insanlık tarihi kadar uzun bir süredir hayat bu asıl Robinson'ları Robinson olmaktan alıkoyuyordu. İnsanlardan uzaklaşma, yalnızlaşma bu insanlar için bir ihtiyaçtır. Diğer insanlarla asgari iletişimden fazlası onlar için yük olmakadır.
Robinsonlar yalnız olmayı istese ve sevse de, yalnızlık onları mutlu etmez. Bu ilginç şekilde hayat paylaştıkça güzeldir. İnsan yaşadıklarını başkaları ile paylaşmaktan keyif alır. Öyle olmasaydı çocuklar oynamak için başka çocuklara ihtiyaç duymazdı. Çünkü insanı anlamak için çocuklara bakmak gerekir. Çocuklar insanın en insan, en katıksız olduğu halidir. Hal ve hareketlerinde yapmacıklık yoktur. Olduğuna yemin edebileceğiniz anda bile. Bu nedenle Robinsongiller mutlu olmazlar. Mutsuz da sayılmazlar. Hayat onlar için hep gridir.
23 Ağustos 2014 Cumartesi
24 Nisan 2014 Perşembe
Erkeklerde Otuzundan Sonra Bekar Kalmak!
Başlığa dikkat! Otuzundan sonra evde kalmak değil, otuzundan sonra bekar kalmak diyorum. Çünkü bu ülkemizde zor.. Bizzat bunun zorlukları ile mücadele etmek zorunda kalan biri olarak bunu söylüyorum. Peki nedir otuzundan sonra bekar kalmanın zorlukları. Uzun uzun açıklamaya gerek yok belki. Madde madde gidelim isterseniz.
Herşeye rağmen unutmayın...
BEKARLIK SULTANLIKTIR....
Dayanın...
OTUZUNDAN SONRA BEKAR KALMANIN ZORLUKLARI
- Öncelikle çevrenizdeki insanlar sizin artık evlenme çağınızın geldiğini ciddi ciddi düşünmeye başlayacak ve bunu size her fırsatta ifade edeceklerdir bir şekilde. Hatta yeni tanıştığınız insanlar bile bekar olduğunuzu öğrendiklerinde gözlerinde kocaman bir şaşkınlık ifadesi ile "Neden?" diye soracaklardır. Olası nedenleri bellidir aslında. Ama yine de soracaklardır. Eğer yaşınız otuzu aşmış ama bekar iseniz, sürüdeki tek kara koyun gibi, sürekli göze batacaksınız demektir. Sürekli ne zaman evleneceğiniz, neden evlenmediğiniz gibi sorularla muhatap olup cevap vermek zorunda kalacaksınız. Bir süre sonra cevaplar otomatikleşecektir. "Kısmet" gibi bir kısa cevap dahi iş görecektir ancak ikinci maddeye göre bu kısa cevabın istenmeyen yan etkilerine maruz kalabilirsiniz. Eğer evliliği düşünmediğiniz şeklinde bir cevap verirseniz evliliğin gerekliliği üzerine uzun nutuklar dinlemeye hazır olun.
- Çevrenizde özellikle de sizden yaşça büyük bayanlar bir an önce sizi başgöz etmek için kolları sıvayacaklardır. İşyerinizde, komşularda, aile çevrenizde nerede size uygun bir eş adayı görürlerse hemen size yetiştireceklerdir. Hatta genellikle kadınlar çöpçatanlık rolünü üstlenmeye çok gönüllü olsalar da, bazı erkekler de bu işe soyunabilirler. Siz artık evlendirilmesi gereken birisiniz ve bununla yaşamak zorundasınız. 1. maddede belirttiğim "Kısmet" cevabı ise gönüllü çöpçatanlarınızın gözünde "Ya istiyorum ama bulamadım bir türlü, bana bir yardımcı olsanız?" şeklinde algılanabilir. Can sıkıcı bir muhabbeti kesme görevini başarıyla yerine getiren bu cevap başınıza daha beter çoraplar da ördürebilir. Zaman zaman çevrenizdeki bekar kadınlardan gönüllü çöpçatanlarınızın gazabına uğramamak için uzak durmak, mesafeli olmak, hatta yan yana görünmemek için görünce yolunuzu bile değiştirmek isteyebilirsiniz. Sakın yaşınıza uygun bir bekar kadınla yan yana, konuşurken falan görünmeyin, çöpçatanlarınız anında kolları sıvayacaktır. Dünden Bugüne Çöpçatanlık başlıklı yazıyı okuyarak çöpçatanlık konusunda detaylı bilgi edinebilirsiniz.
- Siz artık bekar kadınların gözünde potansiyel koca adayısınız. Özellikle yeni tanıştığınız bekar kadınlar -yaş olarak da size müsait yaşlarda iseler- sizi potansiyel eş olarak göreceklerdir. Zaten otuzlarına gelmiş veya merdiven dayamış ama evlenememiş kadınlarda şiddetli bir evde kalmışlık hissi ile bir an önce evlenip çoluk çocuğa kavuşma isteği vardır genellikle. Bu durumda o okul yıllarındaki gibi kızlı-erkekli arkadaşlıkları unutun. İstenmeyen durumları engellemek adına kadınlara karşı daha bir mesafeli olmanız zorunludur.
- Bir ilişkiniz, yani bir kız arkadaşınız, sevgiliniz yoksa, yalnız birisiniz artık. Arkadaşlarınızın çoğu evlenmiş olacak. Bu durumda en samimi arkadaşlarınızla bile eskisi gibi görüşemeyeceksiniz. Artık onlar evli ve eşlerine karşı sorumlulukları var ve hiçbir kadın kocasını onun erkek arkadaşlarıyla paylaşmaya kolay kolay gönüllü olmaz. Onların eşleriyle düzenleyecekleri organizasyonlarda kendinizi yalnız hissedeceksiniz. Yalnız hissetmeseniz de tuhaf hissedeceksiniz ve bu tür organizasyonlardan uzak duracaksınız. Hatta bazen davet bile edilmemiş olduğunuzu öğrenip şaşırabilirsiniz de. Üstelik eskiden bir telefonla görüşüp şehrin altını üstüne getirdiğiniz arkadaşlarınızla görüşebilmek için artık onların eşlerinden icazet almaları zorunludur. Sizden gençlerle çok fazla kafanız uymayacak, yaşlılar hemen evlilik konusuna lafı getirdiğinden huzurunuzu kaçıracak ve siz kendinizi herkesten uzak, yalnız bir köşeye çekilmiş bulacaksınız. Tavsiye olarak bir bisiklet veya motor olmanızı ve canınız sıkıldığında kısa bir şehir turuna çıkmanızı önerebilirim. İşe yarıyor. Bu yalnızlık otuzundan sonra bekar kalmanın belki de en zorlayıcı yanıdır.
- Adam yerine konmamaya hazır olun. Eğer otuzunuzu aşmış ama bekarsanız, yeni tanıştığınız yaşça sizden büyük kadınlar ve erkekler size ezik gözüyle bakabilirler. Tanışacağınız bu gibi insanlar üzerinde ilk bırakacağınız intibayı oldukça olumsuz etkileyebilecek olan bu bekarlık haliniz iş görüşmelerinde bile sizin karnenize eksi puan olarak yansıyabilir. "Otuzunu aşmış ama evlenecek birini bulamamış BAŞARISIZ bir erkeği neden işe alayım ki?" düşüncesini olası patronlarınızın kafasından silmeniz zor olabilir. Ancak kuvvetli bir CV'ye sahip olanların bu konuda geçerli bir özrü vardır. Okumaktan fırsat bulamamış olmak gibi. Master'ınız doktoranız varsa, hele de yurtdışında, önemli bir mazerettir. Ama bu gibi kişiler özellikle 1. maddede sayılan sıkıntılardan kurtulsa da 2. ve 3. maddelerde saydığım hususlarda çok daha acınacak haldedirler. Düşünsenize, pırlanta gibi bir CV, olası yüksek maaşlı bir iş -ki alınmasınlar ama kadınların evlilikte en önem verdikleri şeydir bu- ve bekarsınız... Sizden iyi koca adayı mı var?
Herşeye rağmen unutmayın...
BEKARLIK SULTANLIKTIR....
Dayanın...
7 Mart 2014 Cuma
Kış Kendini İlkbahara Mı Sakladı?
Küresel iklim değişikliği belli çevrelerin gündeminden düşmezken toplumun geneli bunu zaman zaman dillendirse de, küresel iklim değişikliğine dair herhangi bir değişiklik günlük yaşamlarında çoğunluğun henüz görülmüyor. Ancak küresel iklim değişikliğinin etkilerini yavaş yavaş hissetmeye başladık. Geçtiğimiz yıllar boyunca anormal hava olayları normalde görüldüğünden çok daha sık bir şekilde görülmeye başladı.
Meteorologlara göre uzun dönemler incelendiğinde olağandışı sayılabilecek aşırı sıcaklar, soğuklar vb. hava olaylarının zaman zaman görülebilmesi olağandır. Ancak bu olağandışı hava olayları sık olarak görülmeye başlarsa bu uzun dönem ortalamalarını değiştirebilecek bir etkiye ulaşır ve bu da iklimde bir değişiklik olduğu anlamına gelir.
Ülkemizde ise son yıllarda hemen her yıl olağandışı sayılabilecek hava olaylarına rastlamaya başladık. En son örneği ise bu yıl kış aylarında yaşanan kuraklık. Kar veya yağmur şeklinde ortalamanın oldukça altında yağış düştü. Kış turizmini de olumsuz etkileyen bu durum, barajların, göllerin, akarsuların su seviyelerinde büyük düşüşlere yol açıyor. Benzer şekilde tarım sektörü de olağandışı hava şartlarından en sert eşkilde etkileniyor. Hatta bu yıl bahar aylarında düşen yağışın düşüklüğü nedeniyle buğdayların çimlenemediği ve bu nedenle buğday rekoltesinde önemli bir düşüş olacağı söyleniyor. Geçtiğimiz 2013 yılında saman ithal eden ülkemiz bu yıl da buğday ithalatına başlayabilir.
İklim değişikliği sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkilemekte. Örnek olarak Güney Amerika'daki çiftçiler Kahve üretiminde aşırı kuraklığa bağlı olarak büyük sorunlar yaşamaktalar. Düşen kahve üretimi nedeniyle yılbaşından bu güne kadar kahve fiyatları %50 civarında yükselmiş durumda. Konu ile ilgili http://www.kahvekolik.net internet sitesinde detaylı bilgiler bulabilirsiniz.
Yağışsız geçen kış aylarının ardından bahar aylarına geldiğimizde ise yoğun yağışlarla ve neredeyse kış aylarında bile görmediğimiz soğuklarla karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. Kurak geçen günlerin ardından yağışın düşmesi her ne kadar sevindirici olsa da, kış aylarının kurak geçip bahara bol yağışlı ve soğuk geçiyor olması akıllara kışın kendini bahara mı sakladığı sorusunu getirmiyor değil. Yaz ise belki de olması gerekenden daha geç gelecek.
Küresel iklim değişikliğinin temel nedeni olan sera etkisi ile mücadele etmek ise dünya genelinde hemen hiçbir ülkenin gönüllü olarak sahiplendiği bir uygulama değil. Küresel iklim değişikliğine karşı olarak sera etkisinde bulunan gazların salınımının azaltılması amacıyla pek çok ülke tarafından imzalanan Kyoto sözleşmesi ise ülkemiz tarafından kabul edilmiş değil. Kyoto sözleşmesi ise ülkelerin sera gazı salınımlarını belli bir programına göre azaltmasını içeriyor.
Meteorologlara göre uzun dönemler incelendiğinde olağandışı sayılabilecek aşırı sıcaklar, soğuklar vb. hava olaylarının zaman zaman görülebilmesi olağandır. Ancak bu olağandışı hava olayları sık olarak görülmeye başlarsa bu uzun dönem ortalamalarını değiştirebilecek bir etkiye ulaşır ve bu da iklimde bir değişiklik olduğu anlamına gelir.
Ülkemizde ise son yıllarda hemen her yıl olağandışı sayılabilecek hava olaylarına rastlamaya başladık. En son örneği ise bu yıl kış aylarında yaşanan kuraklık. Kar veya yağmur şeklinde ortalamanın oldukça altında yağış düştü. Kış turizmini de olumsuz etkileyen bu durum, barajların, göllerin, akarsuların su seviyelerinde büyük düşüşlere yol açıyor. Benzer şekilde tarım sektörü de olağandışı hava şartlarından en sert eşkilde etkileniyor. Hatta bu yıl bahar aylarında düşen yağışın düşüklüğü nedeniyle buğdayların çimlenemediği ve bu nedenle buğday rekoltesinde önemli bir düşüş olacağı söyleniyor. Geçtiğimiz 2013 yılında saman ithal eden ülkemiz bu yıl da buğday ithalatına başlayabilir.
İklim değişikliği sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkilemekte. Örnek olarak Güney Amerika'daki çiftçiler Kahve üretiminde aşırı kuraklığa bağlı olarak büyük sorunlar yaşamaktalar. Düşen kahve üretimi nedeniyle yılbaşından bu güne kadar kahve fiyatları %50 civarında yükselmiş durumda. Konu ile ilgili http://www.kahvekolik.net internet sitesinde detaylı bilgiler bulabilirsiniz.
Yağışsız geçen kış aylarının ardından bahar aylarına geldiğimizde ise yoğun yağışlarla ve neredeyse kış aylarında bile görmediğimiz soğuklarla karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. Kurak geçen günlerin ardından yağışın düşmesi her ne kadar sevindirici olsa da, kış aylarının kurak geçip bahara bol yağışlı ve soğuk geçiyor olması akıllara kışın kendini bahara mı sakladığı sorusunu getirmiyor değil. Yaz ise belki de olması gerekenden daha geç gelecek.
Küresel iklim değişikliğinin temel nedeni olan sera etkisi ile mücadele etmek ise dünya genelinde hemen hiçbir ülkenin gönüllü olarak sahiplendiği bir uygulama değil. Küresel iklim değişikliğine karşı olarak sera etkisinde bulunan gazların salınımının azaltılması amacıyla pek çok ülke tarafından imzalanan Kyoto sözleşmesi ise ülkemiz tarafından kabul edilmiş değil. Kyoto sözleşmesi ise ülkelerin sera gazı salınımlarını belli bir programına göre azaltmasını içeriyor.
28 Şubat 2014 Cuma
Utanmaz Adam! Olabilmek
Kendisinin belki hatalı belki hatasız ama bilim insanlarınca hesaplanacak bir sınırı olan evrenimiz içinde olup da sınırsız, sonsuz olabilen birşeyden söz etmek pek de mantıklı olmasa gerek. Böyle bir evrende sınırlarını belirlerken en çok zorlandığımız zamanlar soyut kavramlar üzerinde sınır tespitine kalkıştığımız zamanlardır. Nesnel bir ölçüm cihazı ve sistemi kullanmaktan çoğu kez yoksun kaldığımız bu anlarda soyut kavramların sonsuz olduğu yanılgısına kapılabiliriz. Ancak bu evrenin eğer bir sınırı varsa, içindeki soyut kavramların da bir sınırı olmalıdır.
İnsanın insanı tanıma çabası insanlık tarihi kadar eski olsa gerek. Herhalde Adem Havva'nın kaprislerine maruz kalmış ve Havva'yı anlamaya çalışmıştır. Yine Havva da büyük olasılıkla Adem'in anlayışsızlığından şikayet etmiştir. Ancak yüzbinlerce yıldır insan insanı anlamayı tam olarak başaramamıştır.
Günümüzde insanların toplumsal yaşam için belki de en gerekli özelliklerinden birinin yoksunluğunu açık bir şekilde gözlemliyoruz. Bu özellik utanmadır. Utanma duygusu toplumsal yaşamı düzenleyen oldukça önemli bir unsurdur. Utanma duygusu toplumsal gelenek ve göreneklerin, kültürün, dini, etik ve ahlaki kuralların ana koruyucusu konumundadır. Bu alanlarda yanlışı yapanalar veya ihmalde bulunanlara yaptıkları hata veya ihmal yüzlerine vurulmak suretiyle ağır bir utanç ile toplum tarafından cezalandırılır. Bu utancı bir daha yaşamak istemeyen insanlar ise aynı hatayı tekrarlamamaya özen gösterirler. Bu şekilde toplumu birbirine bağlayan kültürel değerler, gelenek ve görenekler, etik ve ahlaki kurallar korunur.
Utanma duygusunun toplumsal yaşam üzerinde ne kadar etkili olabileceğini anlamak için çok basit örnekler yeterlidir. Hemen herkes bir mekana girdiğinde belki dalgınlıkla belki bir başka nedenle selam vermediği için o ortamda bulunanların serzenişi ile karşılaşmıştır. " Oooo .... bey/hanım, selamsız sabahsız geçiyorsunuz!" vb. yakınmalar üzerine birebir dile getirilmese de tatlı bir özür niteliği taşıyan jestler yapmak durumunda kalmışsınızdır. Çünkü toplumda insanlara selam vermek bir gelenektir ve bu geleneğe aykırı hareket etmek o toplumda yaşayan insanların hemen dikkatini çekecek ve onlara rahatsızlık verecektir.
Peki insanlar utanma duygusunu kaybederse? Utanma duygusunu kaybeden insanlar toplumun sevgisi, ilgisi ve takdirinden mahrum kalmaya mahkum olurlar. Ancak içinde bulunduğumuz çağ insanlar arası iletişimi zayıflattığı, toplum insanı olmaktan ziyade bireyselliği ön plana çıkardığı için, utanma duygusunda bir zaafiyet, utanmazlıkta ise bir artış görülmekte. İnsanlar tanıdıkları insanlardan utanırlar. İnsanlar belki bir daha karşılaşmayacakları insanlar karşısında ayıplanacak bir hareketi yapmaktan çekinmeyebilirler. Ancak aileleri ve arkadaşlarının yanında aynı davranışları sergileyemezler. Çünük aileleri ve arkadaşları ile sürekli karşılacak ve yaptığı ayıp sık sık yüzüne vurulacaktır. Çağdaş yaşam tarzı ise insanların çevrelerini daraltmakta, eş, dost, akraba ve arkadaşlarla olan insanı ilişkileri zayıflatmaktadır. Bu nedenle pek çok kişi akrabalarının çoğunu tanımamakta (ben de onlardan biriyim), eskiye göre çok daha dar bir arkadaş çevresi ile yetinmekte, aile bireyleri ile de daha az görüşmektedir. Sonuç olarak toplum içinde daha özgür davranabilmekte ama bu özgürlük beraberinde utanmazlığı da getirmektedir.
Utanma duygusu zayıflamış insanlar kültürel yapıya, gelenek ve göreneklere, dini, ahlaki ve etik ilkelere aykırı hareket etmekte çok cüretkar olabilmektedirler. Bu gibi kimseler yalan söylemekten kaçınmamakta, ayıplarını hilelerlerle, başka yalanlarla örtme yolunu seçmekte, her defasında ayıbı ve yalanı katlanarark ilerletmekte, utanmadığı için de her defasında daha da utanmaz olmaktadırlar. Bir bakıma utanmazlık kendi kendini besleyen bir sisteme sahiptir. Kanserin insan vücudunu sarışı gibi insan ruhunu ve kişiliğini sarıp esir almakta, egoyu ve bencilliği beslemekte, sonuç olarak ise nihayetinde kimseden, hatta tanrıdan bile korkmayan tehlikeli kimselerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Utanmazların utanmadan, yüzleri kızarmadan yalanlarını yalanlarla örtmek istediği günümüzde, utanma konusunda seviyesizlik rekorları kıranları açık ve seçik bir biçimde görmekteyiz. Bu derecede seviyesizleşmiş kimselerin saygın kişilerin bulunması gereken konumlarda olmaları ise apayrı bir elem ve keder nedenidir.
İnsanın insanı tanıma çabası insanlık tarihi kadar eski olsa gerek. Herhalde Adem Havva'nın kaprislerine maruz kalmış ve Havva'yı anlamaya çalışmıştır. Yine Havva da büyük olasılıkla Adem'in anlayışsızlığından şikayet etmiştir. Ancak yüzbinlerce yıldır insan insanı anlamayı tam olarak başaramamıştır.
Günümüzde insanların toplumsal yaşam için belki de en gerekli özelliklerinden birinin yoksunluğunu açık bir şekilde gözlemliyoruz. Bu özellik utanmadır. Utanma duygusu toplumsal yaşamı düzenleyen oldukça önemli bir unsurdur. Utanma duygusu toplumsal gelenek ve göreneklerin, kültürün, dini, etik ve ahlaki kuralların ana koruyucusu konumundadır. Bu alanlarda yanlışı yapanalar veya ihmalde bulunanlara yaptıkları hata veya ihmal yüzlerine vurulmak suretiyle ağır bir utanç ile toplum tarafından cezalandırılır. Bu utancı bir daha yaşamak istemeyen insanlar ise aynı hatayı tekrarlamamaya özen gösterirler. Bu şekilde toplumu birbirine bağlayan kültürel değerler, gelenek ve görenekler, etik ve ahlaki kurallar korunur.
Utanma duygusunun toplumsal yaşam üzerinde ne kadar etkili olabileceğini anlamak için çok basit örnekler yeterlidir. Hemen herkes bir mekana girdiğinde belki dalgınlıkla belki bir başka nedenle selam vermediği için o ortamda bulunanların serzenişi ile karşılaşmıştır. " Oooo .... bey/hanım, selamsız sabahsız geçiyorsunuz!" vb. yakınmalar üzerine birebir dile getirilmese de tatlı bir özür niteliği taşıyan jestler yapmak durumunda kalmışsınızdır. Çünkü toplumda insanlara selam vermek bir gelenektir ve bu geleneğe aykırı hareket etmek o toplumda yaşayan insanların hemen dikkatini çekecek ve onlara rahatsızlık verecektir.
Peki insanlar utanma duygusunu kaybederse? Utanma duygusunu kaybeden insanlar toplumun sevgisi, ilgisi ve takdirinden mahrum kalmaya mahkum olurlar. Ancak içinde bulunduğumuz çağ insanlar arası iletişimi zayıflattığı, toplum insanı olmaktan ziyade bireyselliği ön plana çıkardığı için, utanma duygusunda bir zaafiyet, utanmazlıkta ise bir artış görülmekte. İnsanlar tanıdıkları insanlardan utanırlar. İnsanlar belki bir daha karşılaşmayacakları insanlar karşısında ayıplanacak bir hareketi yapmaktan çekinmeyebilirler. Ancak aileleri ve arkadaşlarının yanında aynı davranışları sergileyemezler. Çünük aileleri ve arkadaşları ile sürekli karşılacak ve yaptığı ayıp sık sık yüzüne vurulacaktır. Çağdaş yaşam tarzı ise insanların çevrelerini daraltmakta, eş, dost, akraba ve arkadaşlarla olan insanı ilişkileri zayıflatmaktadır. Bu nedenle pek çok kişi akrabalarının çoğunu tanımamakta (ben de onlardan biriyim), eskiye göre çok daha dar bir arkadaş çevresi ile yetinmekte, aile bireyleri ile de daha az görüşmektedir. Sonuç olarak toplum içinde daha özgür davranabilmekte ama bu özgürlük beraberinde utanmazlığı da getirmektedir.
Utanma duygusu zayıflamış insanlar kültürel yapıya, gelenek ve göreneklere, dini, ahlaki ve etik ilkelere aykırı hareket etmekte çok cüretkar olabilmektedirler. Bu gibi kimseler yalan söylemekten kaçınmamakta, ayıplarını hilelerlerle, başka yalanlarla örtme yolunu seçmekte, her defasında ayıbı ve yalanı katlanarark ilerletmekte, utanmadığı için de her defasında daha da utanmaz olmaktadırlar. Bir bakıma utanmazlık kendi kendini besleyen bir sisteme sahiptir. Kanserin insan vücudunu sarışı gibi insan ruhunu ve kişiliğini sarıp esir almakta, egoyu ve bencilliği beslemekte, sonuç olarak ise nihayetinde kimseden, hatta tanrıdan bile korkmayan tehlikeli kimselerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Utanmazların utanmadan, yüzleri kızarmadan yalanlarını yalanlarla örtmek istediği günümüzde, utanma konusunda seviyesizlik rekorları kıranları açık ve seçik bir biçimde görmekteyiz. Bu derecede seviyesizleşmiş kimselerin saygın kişilerin bulunması gereken konumlarda olmaları ise apayrı bir elem ve keder nedenidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)