6 Ağustos 2012 Pazartesi

Ucube!

Estetik algı evrensel değildir. Kişiden kişiye değişir.  Bununla birlikte insanların ortak bir paydası vardır adına insanlık dediğimiz. Bu ortak payda, her ne kadar farklı farklı olsa da insanlarda bazı noktalarda benzer özelliklerin görülmesini sağlar. Bu nedenle en azından belli gruplar benzer estetik algıya sahiptirler. Bunun en açık şekilde müzik zevklerinde görürüz.

Bir insanın kendi kişisel estetik algısını genel geçer olarak kabul etmesi, kendi estetik algıları ile bağdaşmayan ne varsa karalaması, kötülemesi, bir ucube olarak nitelemesi, o kişinin küstahlığının ve saygısızlığının bir göstergesidir. Aynı zamanda bu kişiler egolarını kontrol etme acziyeti içindedirler.

Sanat, hangi türü olursa olsun, genel geçer bir estetikten tamamen uzaktır. Bununla birlite bir eser, onu sevenlerin de sevmeyenlerin de ortak bir değeridir. Bir insan, karşısındaki bir sanat eserini estetik bulmayabilir. Bir tabloyu para verip almaya ve evinin duvarına asmaya değer görmeyebilir. Ancak o tabloya çuvalla para veren bir başkasına saygı duymak zorundadır. Aynı zamanda o eserin tüm insanlığın ortak değeri olduğunun da bilincinde olmalıdır. Böyle bir zihniyetten bir insan ne kadar uzak olursa, aslında evrensel insani vasıflardan o kadar uzaktır.

Böyle kimseleri toplumların yetiştirmemesi gerekir. Bu yetiştirmeme tabi ki ancak eğitimle olur. Eğirimle çocuklara ne kadar güçlü bir egoya sahip olurlarsa olsunlar, insanlığın ortak değerleri öğretilmeli ve bu değerlere saygılı olmaları gerektiği bilinci bu çocuklarda oluşturulmaldır. Yine toplumlar, böyle kimseleri dışlamasa da, herhangi bir şekilde bu kişilerin karar verici pozisyonlara gelmesine müsaade etmemelidir. Çünkü kendi estetik anlayışı ile bağdaşmayanları ucube olarak niteleyecek kadar yüksek bir ego, farklı düşünen, farklı algılayan, farklı açılardan bakan, farklı estetik anlayışa sahip insanları kutuplaştıracak ve toplumun iç huzurunu bozacaktır.

5 Ağustos 2012 Pazar

Yatırım Araçları: Mevduat-Altın-Borsa ve Diğerleri

Ülkemizde insanlar halen daha geleneksel, merkantalist yatırım araçlarını kullanıyorlar. Yani yatırım yapmak için altın, arsa ve ev gibi araçları kullanıyorlar. Eskiden ABD Doları ve Alman Markı  da alırlardı anck TL artık eskisi gibi sürekli değer kaybeden bir para birimi olmadığından dövize yatırım yapan da pek kalmadı. Halen önemli bir kesim vadeli mevduat hesabında birikimlerini değerlendiriyor. Oysa sayıları az da olsa ülkemizde Borsa, hazine bonoları ve devlet tahvilleri, vadeli işlemler borsası gibi alternatif yatırım araçlarını kullananlar da var. Peki hangi yatırım aracı iyidir, hangisi risklidir? Biraz değinmek istedim.

VADELİ MEVDUAT HESAPLARI: 

Vadeli mevduat hesaplarında birikimlerinizi bankaya ödünç verirsiniz. Banka sizin birikiminizi işletir ve belli bir vadenin sonunda size vaat ettiği faiz ile birlikte iade eder. Bu açıdan banka batmadığı sürece kolay kolay paranız kaybolmaz. Ancak vadeli mevduat hesaplarında kar edememe hatta reel anlamda zararda olmanız da olasıdır. Örnek verecek olursak, vadeli mevduatt hesabınıza bankanız yıllık %10 faiz versin. Eğer yıllık enflasyon vade bitiminde %10'un altında kalırsa, aradaki fark kadar reel kaznaç sağlamış olursunuz. Yıllık enflasyon tam %10 olursa, paranız yerinde saymıştır, ne karınız ne zararınız vardır. Eğer yıllık enflasyon %10'un üzerinde gerçekleşirse, paranız rakamsal olarak büyümüş olsa bile, reel anlamda enflasyon karşısında erimiştir ve zarardasınız demektir. Benzer durum hazine bonosu ve sabit faizli tahviller için de geçerlidir. Yani getirisi faiz oranı gibi sabit bir oran üzeirnden önceden belirlenmiş yatırım araçlarında enflasyonun seyri kar zarar durumunuzu belirler. Gerek enflasyon gerekse faizlerin düşüklüğü nedeniyle reel anlamda çok yüksek getiri sağlamayan bu yatırım araçları, yatırımcıların piyasaları takip etmesine gerek olmaması ve güvenilir olmaları nedeniyle sıkça tercih edilir.

ALTIN:

Altın tarih boyunca değerli olmuştur. Bu nedenle altın riski düşük bir yatırım aracı olarak görülür. Altın fiyatları dünyada savaş, küresel ekonomik krizler vb belirsizliklerin ve güvensizliklerin çoğaldığı dönemlerde yatırımcıların sığınma limanı görevini görmektedir. Değer kaybetse bile bu değer kaybı sınırlı olacaktır. İçinde bulunduğumuz dönemde de küresel çapta gerek ekonomik belirsizlikler ve riskler gerekse askeri faaliyetler ve gerilen diplomasi nedeniyle altın fiyatları tavan yapmış durumdadır. Altın genel anlamda sığınma limanıdır dedik. Bir servet biriktirme aracı olarak da görülür. Aslında kar getirici bir araç değil, servet birikitirme aracı olarak çalışır ancak ulusal paralar karşısında değeri arttığında ulusal para cinsinden kar getirmiş gibi olur. Ama aslında altını da doğrudan para olarak görmek de mümkündür.

EMLAK:

Emlak dediğimiz zaman daire, ev, bina, dükkan, arsa, tarla vb. taşınmaz mülkleri kast ediyoruz. Genel olarak dükkan ve daireler ya içinde oturmak ya da kiraya verip gelir elde etme amacı ile tercih edilirler. Aynı zamanda ihtiyaç halinde satıldığında da birikmiş bir tutar elde edilebilmektedir. Arsa ve tarlalarda durum değişiktir. Arsa üzerine bina inşaa ederek satmak ya da bir müteahhite kat karşılığı vermek mümkün olduğu gibi ,değeri arttığında satarak aradaki değer farkından gelir elde etmek de pekala mümkündür. Ancak bu biraz uzmanlık gerektirmektedir. Bu alanda neredeki arsanın ileride ne kadar değerleneceği iyi öngörülmelidir.

BORSA:

Borsada halka açık şirketlerin hisse senetleri alınıp satılır. Borsada iki temel yatırımcı türü vardır. Birinci sınıfta yer alanlar uzun vadeli yatırım amaçlı hisse senedi alırlar. Borsada hisseleri işlem gören şirketler zaman zaman kar payı dağıtırlar ve bu yatırımcılar da ellerindeki hisse senetleri oranında dağıtılan kardan pay alırlar. Bu sınıfıta yer alan yatırımcılar için hissesini alıkları şirketin karlılığı devam eden bir sektörde olması, iyi yönetiliyor olması, düzenli olarak kar payı dağıtıyor olması gibi kriterler önem taşımaktadır.

Borsada yer alan diğer bir yatırımcı grubu ise hise senetlerini sık sık alıp satarak fiyat değişimlerinden kar elde etmeyi hedeflerler. Bugün aldıkları hisseleri yarın, hatta gün içinde satabilirler. Bu yatırımcılardan yorucu bir iştir. Sürekli olarak hem ülke hem de dünya piyasalarını ve gündemi takip etmek ve anlık olarak doğru analizler yapmak, fırsatları görmek ve doğru zamanlarda alım ve satım kararı vermek gerekmektedir. Bu yatırımcılar kısa sürede küçük bir birimiş sermayeden büyük bir servet elde edebilirler ancak alınan riskler büyüktür. Stresli ve yorucu bir yatırım tercihidir. Aynı zamanda ekonomik tabloları ve grafikleri iyi okuyup yorumlamak da bu alanda yatırım yapmak için olmazsa olmazdır.

VOB: 

Vadeli işlemler borsası ülkemizde birkaç yıl önce devreye girmiş en yeni yatırım alanlarından biridir. Orta ve uzun vadeli fiyatlandırmaların yapıldığı bir alandır. İleriye dönük olarak fiyatlandırma yapıldığı için daha çok uzmanlık gerektirir. Bu blogun okurlarrının VOB'de yatırım yapmayacağını düşünüyorum.

FOREX PİYASASI: 

Bir süredir forex reklamları görüyoruz. Bu piyasa alında dünyadaki para birimleri arasında alım satım yaparak gelir elde etmeyi hedefleyen bir yöntemdir. Çapraz kurlar ve para birimlerinin seyrini iyi takip etmeyi gerektirir. Değişkenliği çok yüksektir. Borsada olduğu gibi yatırımcıların sürekli olarak gündemi takip etmeleri gerekir. Yorucu bir alandır. Ancak hem ülke hem de dünya gündemini, borsaları, büyük yatırımcıların hareketlerini yorun bir şekilde takip edip sağlıklı öngörülerde bulunabilen, kısaca piyasayı okuyabilenler için karlı bir alan olabilir. Aksi halde kar edelim derken zarar etmek de olasıdır.

Yatırım yaparken hangi yöntemi ya da yöntemleri seçerseniz seçin, yatırım yaptığınız alanla ilgili bilgi sahibi olmanız gerektiğini ve neyi neden yaptığınızı bilmenizin şart olduğunu unutmayın. Kurtlarla dolu olan bir masadan ciğer kapmak kolay değildir ve dibini görmediğiniz suya dalmayınız. En azından bu alanlardan birinde yatırım yapmak istiyorsanız, öncesinde iyi bir araştırma yapmanızı ve bir süre gözlem yaparak kendinizi test etmenizi öneriyorum.

Bol kazançlar.  

2 Ağustos 2012 Perşembe

Kendi Kalıplarını Dayatmacı Demokratlar

Demokrasi farklı düşünenlerle birlikte yaşamayabilmektir.
Demokrasinin tüm dünyada üzerinde uzlaşıldığı geniş bir tanımı malesef yoktur. Sokaktaki insanlar "Demokrasi nedir?" sorusu ile karşılaşsalar muhtemelen, "Halkın kendi kendini yönetmesi","Çoğunluğun dediğinin olması","Farklı görüşlerin dile getirilmesi" gibi cevaplar vereceklerdir. Ancak tüm bu cevaplar, her ne kadar demokrasinin tanımı içinde yer alsa da, yetersizdir.

Burada elbette ki ben de demokrasinin tam bir tanımını yapmayacağım. Bunun nedeni, böyle bir tanımı yapmak için kendimi yeterli görmemem ve bir kişinin değil, kalabalık bir akil adamlar topluluğunun fikir birliği ile böyle bir tanımın ortaya çıkmasının gerekliliğine inanmamdır. Ancak bu demokrasinin tanımında bir eksiklik olduğunun ayırdında olmamamı gerektirmiyor.

Demokrasilerde düşünce özgürlüğü olmazsa olmazdır. İnsanların düşüncelerine saygı duymak, en zıt düşüncelerin bile dile getirilmesine olanak sağlamak demokrasinin gereğidir. Bütün bunların yanısıra demokrasilerde kimse bir diğerine kendi düşüncesini baskı ile, zorla, dayatmayla benimsettiremez. İnsanların düşüncelerinii, duygu ve hislerini istediği yönde provoke edemez. Kısaca insanlara kendi düşüncesini kimsenin dayatamayacağı gibi, insanların kendi gibi düşünmesini sağlamak amacıyla insanların duygu ve düşüncelerini manipüle edici, provoke edici, aldatıcı, bir nevi güdücü girişimlerde bulunamaz. Bulunur ise, ne kadar demokrasiye bağlı olduğunu, demokrat olduğunu dile getirirse getirsin, farklı düşüncelere katlanamayan, farklı düşünenleri istemeyen antidemokrat bir kişiliğe sahip olduğu apaçıktır. Hatta bu tür eylemler demokrasi etiğine de insanlık etiğine de sığmayan, ahlaki olmayan davranışlardır. Bir tür bel altından vurmadır, kaçak dövüşmedir.

Demokrat olduğunu ifade eden kimselerden doğal olarak farklı düşünenlere karşı düşmanca söylemler duymak beklenmez. Farklı düşünenleri itici, dışlayıcı, ayıplayıcı, ötekileştirici söylemlerde bulunarak, kendi gibi düşünenler ile düşünmeyenleri kutuplaştırıcı davranışlarda bulunmaz. Çoğunluğu oluşturanlar, çoğunluğun düşüncesine, bakış açısına, dünya görüşüne aykırı olan azınlıktakileri baskı altına alıcı, sindirici eylemler ile, farklı olanlara kendi kalıplarını dayatamaz.

Farklı düşünen, farklı dünya görüşüne sahip olan, farklı hayat tarzını benimseyen insanların baskı altına alındığı, ezildiği, aşağılandığı, çeşitli olumsuz sıfatlarla anıldığı, korkutulduğu bir toplumda barış ve huzur olması çok zor olduğu gibi, bu toplumların demokratik bir toplum olduğunu iddia etmesi ancak gülünç bir şakadan öteye gitmez.

Demokrasi karşılıklı saygı gerektirir. Demokratik olmayan kimselerin kendi gibi düşünmeyenlere karşı en başta saygısı yoktur.

Demokratik ülkelerde kanunların temeli ne kültürel geçmiş, ne herhangi bir din, ne de belli bir sosyal sınıfın görüşü olabilir. Bu tür ülkelerde kanunlar en başta evrensel hukuk ile temellendirilmelidir. Tabi ki belli noktalarda kültürel ve dinsel inanışlar referans alınabilir ancak evrensel hukuk ilkeleri ile kültürel ve dinsel inanışların çakıştığı noktada geçerli olan evrense hukuk ilkeleri olmak durumundadır.

Tüm bunları ve daha fazlasını göz önüne aldığımızda, insan ne kadar demokratik bir ülkede yaşadığımızı sorgulamadan edemiyor değil mi?

31 Temmuz 2012 Salı

Krematoryum Ve Yakılmak

Bir süre önce vefat eden değerli senarist Meral Okay vasiyetinde yakılmak istediğini belirtmişti ve krematoryumlar gündeme gelmişti. Ancak alıştığımız cenaze defin işlemlerinin çok dışında olan, hem kültürümüzde hem de dinizmide olmayan bu yönteme karşı olan da pek çok kimse var.

Topraktan geldik toprağa gideceğiz vecizi ile başlayıp, bir müslümanın naaşının yakılamayacağı konusunda kesin bir fetva çıkabilir. Buna din adamları pek istisna da göstermeyecektir. Belki olası bir salgın hastalıkta, hastalık yapıcı ajanları taşıyan ölü vücutların, bu ajanların imhası da gerekli olduğundan yakılması olabilir. Ancak hiç başımıza gelmemesini umduğumuz bu olay istisnanın da istisnası, gerçekleşmesi çok zor bir varsayım zaten.

İşin teknik boyutuna baktığımız zaman, ölü bir bedenin bir şekilde imhası gerekir. Ölü bedenler ortalıkta bırakılırsa, kısa sürede çürüme başlayacak, hoş olmayan, hatta insan psikolojisini bozacak derecede nahoş bir görüntüye sahip olacak ve kötü koku yayacaktır. Aynı zamanda sağlık açısından da risk oluşturacaktır. Bu nedenle ölü bedenlerin en azından toprak altına konularak bu sürecin gözlerden uzakta gerçekleşmesi sağlanır.

Ölü bedeni yakma işlemi ise, bedenin hızlıca yok edilmesi ve çürüyecek dokuların hızlıca imhası demektir. Topraktan geldik toprağa döneceğiz diye itiraz edenler, aslında gömülen bedenin toprağa, daha doğrusu doğaya geri döndüğünü, ama yakma işleminde bunun olmadığını düşünmektedir. Oysa ki, az biraz ilim bilenler bilir ki doğada yok olan bir madde yoktan var olmayacağı gibi, var olan bir madde de yok edilemez. Yani beden yakıldığında doğadan kopmamıştır, ancak çürümeye göre çok hızlı bir şekilde doğaya dönmüştür. Yüksek sıcaklıkta oksijen ile reaksiyona giren dokular, hızlıca kimyasal tepkimeler sonucu farklı moleküllere dönüşmüştür. Ancak bu moleküller doğadan kopmaz, doğanın döngüsünde yer almaya devam eder. Yani yakılma doğadan kopma değil, aksine daha hızlı bir şekilde doğaya karışmadır.

Tabi bu işin teknik boyutu. Dini açıdan ancak bu konuda söz söylemeye ehil kimseler konuşmalıdır. Bununla birlikte, zaman zaman ne kadar ehil olduğu şüpheli kimseler ahkam kesiyorlar. Bu ahkam kesme olayı salt bu konu için değil, hemen her konuda, haklı haksız konuşup duruyorlar. Haksız olsalar dahi, iddialarını akıl ve mantıkla değil de, fanatizmle savunduklarından, aklı selim ancak bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan insanların dini inançlarını da zedeliyorlar.

Bununla birlikte dinimizde ölenlerin vücutları toprağa gömülür, yakılmaz. Ancak, biz demokratik ve laik bir ülkede yaşıyor isek eğer, yakılmak isteyenlere de herkes saygı göstermelidir. Başkalarının tercihlerine müdahale etme, başkalarının düşüncelerini ve kararlarını eleştirme hakkını kimse kendinde gömemeliridir. İşte bu bir insanın diğer bir insana karşı yapabileceği en büyük haksızlıklardan bir tanesidir.

Sadece iktisadi bir söylem olmamalı " Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ". Hayatımızın hemen her alanına işlemeli.